ANASAYFA

FORUM

HABERLER

ZİYARETCİLER

SORULARINIZ

KİTAP

EFENDİMİZ

NAMAZ

HİKMETLİ KİTAP

FİLİMLER


   
  Tevhid Nesli geliyor....
  I-DIN
 

I- DİN

 

Din konusunda insanı en çok aldatan, Allah’ı var ve bir kabul etmenin yeterli olacağı kuruntusudur. Oysa onun varlığını herkes kabul eder. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Rabbin, Ademoğullarından, onların bellerinden nesillerini aldığında onları kendilerine karşı şöyle şahit tuttu: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Onlar da: “Evet Rabbimizsin. Biz buna şahidiz.” dediler. Artık kıyamet günü; “biz bunun farkında değildik” diyemezsiniz. Şunu  da diyemezsiniz: “Önceden ortak koşanlar babalarımızdı. Biz ise onlardan sonra gelen bir nesil idik. O batıla sapanların işlediklerinden ötürü bizi yok mu edeceksin?” İşte o belgeleri böyle açık açık anlatırız. Belki dönerler”. (Araf 7/172-174)

Halk arasında “bezm-i elest’te alınan misak” veya “elestu birabbikum” denen bu olay, insanın, açık ve net olarak, Allah’ın varlığını ve birliğini kabul etmesi olayıdır. Ayet bu işlemin, Adem oğullarının “bellerinden nesillerinin alınması” sırasında kesinleştiğini bildirmektedir. Neslin belden alınması, nesli devam ettirecek tohumun alınmasıdır. Kişi bu duruma geldiği gün erginlik çağına girer.

İnsan, dünyaya gözünü açtığı andan itibaren Allah’ın âyetlerini okumaya başlar. Çünkü Allah’ın ayetleri yalnız Kur’ân’da olanlar değildir. Tüm varlıklarda; göklerde, yerde, hayvanlarda, bitkilerde hasılı her yerde onun ayetleri vardır[1]. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

 "Biz onlara hem dış çevrede hem de kendi içlerinde olan ayetlerimizi göstereceğiz; sonunda onun (o Kur’ân’ın) doğru olduğu onlar açısından iyice ortaya çıkacaktır.” (Fussilet 41/52)

İnsanın dış çevresinde ve kendi iç aleminde okuduğu âyetler, ona bir yaratıcının olduğunu haber verir. Bu sebeple insan, henüz çocuk yaşta iken Allah ile ilgilenmeye başlar. Bu konuda çevresini soru yağmuruna tutar. Sonunda Allah’ın var ve bir olduğunu tam olarak kavrar. Karşısına çıkan bu âyetlerle sanki Allah ona, “Ben senin rabbin değil miyim?” diye sorar. O da tam bir kararlılıkla “evet, Rabbimsin, ben buna tanıklık ediyorum” der. İnsan bu âyetleri ömür boyu okuduğu için onun Allah ile ilgisi sürekli canlı kalır. Benzeri sorularla kendi iç aleminde hemen her gün karşılaşır.

Müşrik, ortak koşan demektir. Ortaklık için en az iki varlık gerekir. Bunlardan birincisi daima Allah’tır. Allah’ın var ve bir olduğunun sayısız delili olduğu halde ortak koşulan varlıklarla ilgili bir delil yoktur. Bu sebeple hiçbir müşrik, kendi için haklı bir gerekçe bulamayacak ve şu sözü söyleyemeyecektir:

“Önceden ortak koşanlar atalarımızdı. Biz ise onlardan sonra gelen bir nesil idik. Şimdi o batıla sapanların işlediklerinden ötürü bizi yok mu edeceksin.”  (Araf 7/174)

Erginlik çağı önemlidir. Sorumluluk bu çağda başlar. Babaları aksini söylese de erginlik çağına giren insan, Allah’ın varlığına ve birliğine, onun tüm varlıkların sahibi ve efendisi olduğuna kesinkes tanık olur. Kimi bunu açığa vurur. Kimi de önemli olaylar karşısında ortaya çıkarır.

Kendilerine tanrıtanımaz diyen ateistler Allah’ı işlerine karıştırmak istemeyenlerdir. Onlar kendilerini tanrılaştırır ve kendilerinin efendisi olmaya çalışırlar. Diğer müşrikler ise Allah ile beraber başka efendiler bulur, onları Allah’a benzer konuma getirir ve ilişkilerini onlar aracılığıyla yürütmeye çalışırlar.

Kur’ân’da sıkça, zikir kökünden türemiş kelimeler geçer. Zikir, bir bilgiyi zihinde, kullanıma hazır tutma, onu kalbe ve dile getirme ve hatırlama anlamlarına gelir[2]. Zihinde var olan bilgiyi harekete geçirmeye de tezekkür denir. İnsan, doğumundan ölümüne kadar, Allah’ın ayetleri ile yüz yüze yaşar. Allah’ın âyetleri, onun indirdiği kitaplarda olanlarla sınırlı değildir. İnsanın hem dış çevresinde, hem de iç aleminde olan ayetler de vardır. İnsan, çoğu bilgiyi, dış çevreden ve kendi iç aleminden okuduğu âyetlerden alır. Bu sebeple onlar tabii hukukun ve ahlakın evrensel kurallarını gösterirler. Kur’ân’ın, Tevrat’ın, İncil’in ve diğer ilahi kitapların ortak adı da “Zikir”dir[3]. Çünkü dış çevrede ve insanın iç aleminde olan âyetlerle Kur’ân âyetleri arasında tam bir uyum vardır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

 “Biz onlara hem dış çevrede hem de kendi içlerinde olan ayetlerimizi göstereceğiz; sonunda onun (Allah’ın gösterdiği yolun) doğru olduğu onlar açısından iyice ortaya çıkacaktır. ”  (Fussilet 41/52)

Bu sebeple peygamberler insanları tezekküre, yani zihinlerine kazılı bilgilerden yararlanmaya çağırmışlardır. İbrahim aleyhisselamın müşriklere, “... tezekkür etmez misiniz?[4]yaniçocukluğunuzdan beri edindiğiniz bilgilerle benim sözlerimi karşılaştırıp yaptığınız yanlışı görmez misiniz?” demesi bundandır.

Bilindiği gibi İbrahim aleyhisselamın kavmi, gökleri ve yeri Allah’ın yarattığını ama "melekûtunu" yani yönetimini güneşe, aya ve yıldızlara bıraktığını iddia ediyorlardı. Bu varlıkları yerel yönetici gibi görüyorlar, her birine bir ruhâniyet veriyorlardı. Bu sebeple isteklerini onlara sunuyorlar, Allah ile ilişkilerini onlar aracılığı ile yürütmeye çalışıyorlardı. Onların heykelleri karşısında saygıyla eğiliyor, onlara kurbanlar sunarak ilgilerini çekmeye çalışıyorlardı. Bu, onları Allah’a ortak saymaktı. Sosyal yapıyı da buna göre oluşturmuşlardı. İbrahim aleyhisselam, yaptığı gözlemler sonucunda onların yönetimde pay sahibi olamayacağını açıklayınca tehlikeli olmaya başlamıştı. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

 

“İşte böyle. İbrahim'e göklerin ve yerin yönetimini gösterdik ki, kesin bilgisi olanlardan olsun. 

Gecenin karanlığı üzerine çökünce bir yıldız gördü, "Bu benim Rabbimdir" dedi. Işığı kaybolunca, "Ben ışığı kaybolanları istemem." dedi.

Ayı doğarken gördü, "bu benim Rabbimdir" dedi. Onun ışığı da kaybolunca "Rabbim bana doğru yolu göstermezse gerçekten ben de yoldan çıkmış olan bu kavimden biri olurum" dedi.

Güneşi doğarken gördü "İşte benim Rabbim budur; bu daha büyük" dedi; onun ışığı da kaybolunca dedi ki; "Ey kavmim! Sizin ortak saydığınız ne varsa ben onların hepsinden uzağım." 

"Ben yüzümü dosdoğru, gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ben ortak koşanlardan değilim."

Kavmi onunla tartışmaya girince İbrahim dedi ki, "Siz benimle Allah hakkında mı tartışıyorsunuz? Hem de bana doğruyu göstermişken. Ben ona ortak saydıklarınızdan korkmam. Ama Rabbim bir şeyi dilemişse o başka. Rabbim her şeyi bilgisiyle kuşatmıştır. Tezekkür etmez misiniz?" (En'am 6/75-80)

 

Tezekkür etmez misiniz?” demek, “benim gördüğümü sizler de görüyorsunuz; bunların yönetimde etken olamayacaklarını, sizler de anlamışsınızdır. Bu bilginizi kullansanız olmaz mı?” demektir.

İbrahim aleyhisselam onlara; "Ben yüzümü dosdoğru, gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ben ortak koşan biri değilim." Dediği zaman onlardan hiçbiri; “gökleri ve yeri yaratan da kim?” diye sormamıştır. Çünkü onu zaten biliyorlardı.

Sonra sözlerine şöyle devam etti: "Ona ortak saydığınızdan ben niye korkayım? Ama siz, delil olarak indirdiği bir şey yokken,  Allah'a ortak koşmaktan korkmuyorsunuz. Bu iki taraftan hangisi, güvende olmaya  daha layıktır? Eğer bilginiz varsa söyleyin.” (En’am 6/81)

Ortak koşan en az iki tanrı tanır. Bunların birincisi daima Allah’tır. Diğeri ise aracılık yaptığına inandığı şeydir. Bu konuda tek dayanağı, büyüklerinden duy­duklarıdır. Bunlar akıllarını kullanmazlar.

 

 

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ تَعَالَوْا إِلَى مَا أَنزَلَ اللَّهُ وَإِلَى الرَّسُولِ قَالُوا حَسْبُنَا مَا وَجَدْنَا عَلَيْهِ آبَاءَنَا أَوَلَوْ كَانَ آبَاؤُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ شَيْئًا وَلَا يَهْتَدُونَ (104)

104- “Onlara, “Allah ne indirmişse ona ve o Elçi’ye gelin” denince şöyle derler: “Atalarımızda ne bulmuşsak o bize yeter”. Ya ataları bir şey bil­mez, doğru yolu da tutmaz kimseler idiyse ne olacak?” (Maide 5/104)

وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ أَنْ تُؤْمِنَ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ وَيَجْعَلُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذِينَ لَا يَعْقِلُونَ (100)

100- “Allah'ın izni olmadıkça hiçbir kişinin iman etmesi mümkün değildir, Allah o pisliği aklını kullanamayanların üs­tüne bırakır.” ( Akıllarını kullanmayanlar üzerine Allah bir uğursuzluk yükler) (Yunus 10/100)

Allah’ın var ve bir olduğunu şahsi gözlemlerimizle kavrarız. “Eşhedu en lâ ilâhe illallah” yani “Ben tanıklık ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur.” dememiz bundandır. Bunun için peygambere ihtiyaç olsaydı “Ben tanıklık ederim ki...“ yerine “Şu peygamberin bildirdiğine göre...” demek gerekirdi. Bu sebeple hiçbir peygamber Allah’ın varlığını ispatla meşgul olmamış, ama Allah’tan başka tanrı olmadığını, yalnız ona kul olmak gerektiğini anlatmakla meşgul olmuştur. Zaten aklını çalıştıran herkes bunun böyle olduğu kolayca görebilir. Peygamberlere karşı çıkanlar daima, yanlış inanç üzerine kurdukları düzenin bozulacağından korkanlar ile onların etkiledikleri kişiler olmuşlardır.

Peygambere ve getirdiği kitaba inananlar da zamanla kitabı kendilerine uydurmaya, bir çok ayetini görmemeye ve buna göre bir hayat kurmaya başlamışlardır. Yahudi ve Hıristiyanlar ile Müslümanlardan bazıları bu gruba girerler.

 


[1] - İlgi duyanlar şu ayetleri inceleyebilirler: Bakara 2/164; Ali İmrân 3/190; En’am 6/97, 99; Araf  7/26, 58; Yunus 10/5, 6, 67, 92, 101; Yusuf 12/7, 35; Ra’d 13/2, 3, 4; Nahl 16/13, 65, 66, 67, 68, 69, 79; İsrâ 17/12;  Kehf 18/9; Meryem 19/10; Tâhâ 20/128; Ankebût 29/ 24, 33, 34, 35; Rum 30/21, 22, 23, 24, 28; Lokman 31/31, 32; Secde 32/26; Sebe’ 34/15; Zümer 39/42, 52; Mümin 40/13; Câsiye 45/3, 4, 5, 6; Zariyât 51/22, 23, 35, 36, 37; Kamer 54/12, 13, 14, 15.

[2] - Rağıb el-İsfahânî, Müfredât, (Tahkik: Safvan Adnan Davudî), Dımışk ve Beyrut, 1412/1992, zkr maddesi.

[3] - Bkz. Al-i İmran 3/58, Araf 7/63, Hicr 15/6,9; Nahl 16/44, Enbiya 21/2,50,105; Furkân 25/18, Yasin 36/11, Sâd 38/8, Kamer 54/25. 

[4] - En’am 6/80,

 
  Bugün 22 ziyaretçi bizimle...  
 
Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden