İBN SİNA (370/980 - 428/1037)
Ebu Ali el-Hüseyin İbn Abdullah İbni Sina. Aristo felsefesini benimseyen İbni Sina, İslâmi kavramlara batini manalar vermekte, İslâmi değerlere karşı çıkmasına rağmen, Müslüman olduğunu iki yüzlülük yapmak suretiyle iddia etmektedir. İslâmi değerlere karşı yaptığı hücumlarında, örneğin: Dünyanın ezeli olduğunu, yoktan yaratmanın imkansız suretiyle meydana geldiğini iddia etmektedir. Bu manada İbni Sina bir “Vahdet-i Vücut’çudur”. Ayrıca, Allah’ın cüzleri bilmediğini, cehennem azabının devamlı olmadığını, cismani haşrin olmadığını, alemin gayesiz olduğunu, ve Peygamber sözlerinin gerçek değil sembolik olduğunu da iddia etmektedir.
Bu gibi iddialarıyla ilgili olarak kaynaklardan örnekler verecek olursam, şöyle ki:
Ibn Sina yazdığı „Risalet-ül Adhaviye“ ismli kitapta cismani dirilişi açıkca reddeder. Ona göre bedenin dirilmesi peygamberin zihninde doğan hayli bir „mit“ten başka birşey değildir. O, peygamberin bu mit`le kitleleri kontrol altında tutmaya çalıştığını iddia eder.
Ona göre akla uyğun yaşamak cennet, hayal alemi ise cehennemdir.Hisler ise kabir alemidir.
Dolayısıyla bu yaşanan hayattan başka bir hayatın olmayacağını iddia eder.
“İbni Sina ise Farabi’ye oranla Felsefesinde biraz daha fazla İslâmi kavramlar ve unsur kullanır. Bazıları onun bu özelliğinin, İslâm’ı gerçek anlamıyla bilenlere sevimli görülme arzusundan kaynaklandığını iddia ederlerse de yanlış bir kanaattir. Çünkü araştırıldığında onun Müslümanlara şirin görünmek gibi bir kaygı taşımadığı görülür. O, İslâmi kavramları ve asıl anlamlarının çok dışında anlamlar içerecek şekilde kullanarak, kendine özgü bir felsefe-inanç oluşturma gayreti taşır. Bütün yaptığı da bundan ibarettir. Onun felsefesinde İslâm’ı ilgilendiren önemli noktalar şunlardır: O, Peygamberlikle ilgili olarak, Peygamberin Cebrail gibi bir varlıkla görüşmesinin imkânsız olduğunu, çünkü peygamberliğin bir tür parapsikolojik ve metapsişik olay olduğunu belirtir. Kendi düşünce ve fikirlerinin de “Vahiy olarak nitelenen bilgiden” farksız olduğunu belirtir. O, şeriata karşı lakayt bir tavır takınmayı yaşantısının normal özelliği haline getirmiş, ancak eğer bir felsefi problemi halledemezse camiye gidip dua etmeyi alışkanlık edinmiştir. Fakat, klâsik kaynakların belirttikleri bu dua olayının konusu olan varlık ta, Vahiy İslam’ında anlamını bulan Alemlerin Rabb’i olan Allah değildir. İbn Sina’nın inandığı ve düşündüğü yüce varlığın sıfat ve özellikleri Allah’ınkinden oldukça farklıdır. O en genel anlamıyla Aristo’nun inandığı tanrı kavramına inanır.”
“Aristo’ya göre tanrı vardır ve varlığı zorunludur. Ancak onun, yoktan var etme gibi, bir sıfatı yoktur. Aristo’nun inancındaki tanrı, malzemesini hazır bulan ve kendi iradesi olmadan bu malzemeye şekil veren bir tanrıdır. Yani bir anlamıyla mimar tanrı’dır. Üstelikte evrene şekli kendi isteğiyle vermemiştir. O, evren dışında ve hareketsizdir. Hareketsizdir çünkü hareket edecek olsa başka hareket ettiriciye muhtaç olur. Onun kainata şekil vermesi, limonu doğrudan hiçbir etkisi olmadığı halde kişinin ağzını sulandırması gibidir. Yani madde, tanrı gibi olmak, ona yakın olmak için biçim kazanır ve tanrıya yaklaştıkça biçimi (formu) artar. Aristo bu düşüncelerini madde - forum kuramıyla açıklayarak, tanrının maddesiz form (şekil) olduğunu, saf maddenin ise formsuz olduğunu belirtir. Böylelikle ona göre tanrı ile formsuz madde (heyûlâ) arasında diğer bütün varlıklar yer alır.”
“Aristo’yu taklid edilecek en mükemmel insan, insanlığın “birinci öğretmeni” olarak düşünen onun düşüncesini tam anlayabilmek için kitaplarını tekrar tekrar okuyan ve ona muhalif olmaktansa, İslâm’a muhalif olmayı tercih eden Farabi ve İbn Sina, tanrı görüşünde de ufak farklılıklarla üstatlarını takip ederler. Onlara göre tanrıdan ilk akıl, ondan da ikinci, ikinciden de üçüncü... Akıllar sûdur etmiştir. Tanrının evreni yaratmasının bu akıllar aracılığıyla gerçekleştiği görüşündedirler. Onlara göre ilk akıldan başlayarak safha safha diğer akıllara bağlı olarak yaratma gerçekleşir. Bu şekliyle Tanrı vardır ve yaratıcıdır. Ancak bu yaratmanın yoktan var etme biçiminde olmaması gerekir. Çünkü onlar yoktan var etmenin imkânsız olduğunu ve bu imkansızlığın tanrıyı da kapsadığını belirtirler.”
“İbn Sina gerçek sistemini Hikmetu’l - Mesrikıyye’de açıkladığını söylemektedir. Onun sisteminde, yukarıda belirttiğimiz gibi, felsefi bilgilerle İslâmi bilgiler aynı zamanda birleşir, uyuşmaya çalışılır. Dünyanın öncesiz (kadim) olduğu düşüncesini ona veren veya onun bu düşüncedeki hareket noktası. Kur’an olmayıp, Aristo ve Eflatuna ait kozmogoni metafiziğin ortaya koyduğu sonuçlardır. Bu açıdan sistemde egzastansiyel bir determinizm görmek mümkündür. Bu görünümünden dolayıdır ki İbn Sina’nın sistemi, ortaçağ felsefesinin bütün karakterini taşır.”
“İbn Sina bir yönden âlemin ezeli olduğunu söylerken, diğer yönden onun mümkün olduğunu kabul eder. Onun anlayışına göre, âlem Allah’la birlikte daima vardı. Bir yönden Allah’ın âlemden önce olmayacağı, diğer yönden de O’nun âlemden önce olduğu kanaatındadır. Böylece ilk bakışta İbn Sina’nın düşüncelerinde bir çelişki ortaya çıkmaktadır. Eğer âlem Allah’la birlikte varsa öncesiz, Allah ona oranla bir önceliğe sahipse mümkün veya yaratılmış (muhdes)tır. Ancak İbn Sina, bu çelişkiyi şöylece ortadan kaldırmak ister: ona göre, Allah âlemde zaman itibariyle değil, fakat tıpkı sebebin sonucundan önce olduğu gibi, öz (zat) ve sıra önceliği itibariyle öncedir.”
Görüldüğü gibi, peygamberliği hayal ürünü, parapsikolojik bir olay olarak gören İbn Sina’nın İslâm’da ki peygamberlik anlayışıyla bir ilgisi olmadığı gibi, Allah’ın, alemi yoktan var ettiğini de kabul etmemektedir. Ona göre alem, Allah’la birlikte ezeli yani başlangıçsızdır. Alem, Allah’ın içinde, bir çocuğun anne karnında olması; bir eşyanın bir bir sandık içinde olması gibi, Allah’la birlikte hep vardı, meydana gelmesi bir doğum olayı şeklinde açığa çıkmasıdır. Yani İbn Sina’ya göre, Allah alemi yoktan var etmemiş, kelimenin tam anlamıyla “haşa” doğum yapmıştır. Ve bu doğum bir dişinin ister, istemez doğurması gibi, Allah’ın iradesi dışında meydana gelmiştir iddiasındadır. Ve sözlerini bilgiç göstermek için Allah birdir, birden bir çıkar, Allah’ta sadece bir sefer doğum yapmıştır, ilk ve tek olarak doğurduğu bir sonrakini, oda bir sonrakini doğurmak suretiyle bir doğum zinciri meydana getirmiştir. Dokuzuncu doğumdan sonra ki buna 9. Akıl demektedir. 10 cu olarak faal akıl meydana gelmekle ve bu faal akıl ay altı dünyanın şekillerinin içinde bulunduğu, yani içinde yaşadığımız âlemi, göğe ait hareketlerin yardımıyla meydana gelmektedir der.
Bu gibi düşünce ve iddialar, İslam dinine göre küfür ve şirk olan iddialardır, zira İslamda peygamberlik parapsikolojik bir olay değil gerçek manasıyla bir dini vahiy alma olayıdır. Allah’ta alemi yoktan var etmiştir, Allah doğum yapmaktan münezzehtir. Hıristiyanlar İsa Allah’ın oğludur dediler, bu sözleri Kûr’an ayetleriyle ret edilmek suretiyle tekfir edildiler, İbn Sina bütün alem; Allah’ın çocuğudur demektedir. İslam dininde ki tevhit inancıyla bağdaşmayan bu iddiası İslam dini açısından kabul edilemez, Kûr’an ölçüsüne göre İbn Sina bir müşrikten başka bir şey değildir.
Filozofların ve bazı kimselerin, hiçbir şey yoktan var olamaz diye iddia etmelerinin nedeni, Allah’ı kendileriyle kıyas edip, kendileri gibi görmelerindendir. Nasıl ki kendileri var olan hiçbir şeyi yok edemiyorlarsa ve yok olan hiçbir şeyi var edemiyorlarsa ve yok olan hiçbir şeyi var var edemiyorlarsa, Allah için de aynı şartların geçerli olduğunu zannediyorlar. Hal bu ki, Allah kainat şartlarına veya Laboratuar şartlarına tabi olan bir insanın haline tabi ve mahkum olmaktan uzaktır. Kûr’an öğretisine göre, Allah her istediğini yapabilen, ol deyince her istediği olan bir İlah’tır, örneğin değil kainattaki bir şarta mahkum olması, isterse bütün kainatı bir emirle yok edebilen ve onun yerine bir birinin şartları diğerine uymayan sonsuz kainatları var edebilecek bir Allah’tır. Böyle bir olayın meydana gelmesi içinde sadece ol demesi yeterlidir.
Bundan dolayı, Allah’ın gücü kast edilerek, hiçbir şey yoktan var olmaz, yok olanda var olmaz gibi iddialar, İslam dinindeki Allah anlayışına göre uygun olmayan iddialardır. Allah’ı yaratıklar seviyesine indirip, hiçbir temeli ve mantığı olmayan iddialarda bulunmak, Allah’ı hakkıyla takdir edememekten kaynaklanmaktadır, bu konuda Kûran’dan mealen :
- Allah'ı gereği gibi bilemediler. Halbuki kıyamet günü yer, tamamen O'nun avucu içindedir, gökler de sağ elinde dürülmüştür. O, onların ortak koştuklarından uzak ve yücedir. 39/67
- Ey insanlar, size bir temsil verildi, onu dinleyin: O Allah'tan başka yalvardıklarınız (var ya), onların hepsi bir araya toplansalar, bir sinek dahi yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan kurtaramazlar. İsteyen de aciz, istenen de. 22/73
- Allah'ı layıkıyla takdir edemediler (O'nu gereği gibi bilemediler). Allah kuvvetlidir, üstündür. 22/74
- İnsan, bizim kendisini nasıl bir nutfe(sperm)den yarattığımızı görmedi mi ki, şimdi apaçık bir hasım kesildi? 36/77
- De ki: "Onları ilk defa yaratan diriltecek. O, her yaratmayı bilir." 36/79
- O size yeşil ağaçtan ateş yaptı da siz ondan yakıyorsunuz. 36/80
- Gökleri ve yeri yaratan, onların benzerlerini yaratamaz mı? Elbette yaratır. O, çok bilen yaratıcıdır. 36/81
- Bir şeyi(n olmasını) istedi mi, O'nun işi, ona, sadece "ol!" demekten ibarettir, o da hemen oluverir. 36/82
- Her şeyin hükümranlığı elinde olan Allah, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. Sonunda O’na döndürüleceksiniz 36/83
- Allah, çocuk edindi, dediler. Haşa, O, yücedir. Göklerde ve yerde olanların hepsi O'nundur, hepsi O'na boyun eğmiştir. 2/116
- (O), göklerin ve yerin yaratıcısıdır. Bir şeyi yaratmak istedi mi, ona sadece "ol" der, o da hemen oluverir. 2/117