5:49 Aralarında ALLAH’ın indirdiğiyle hükmet. Ve onların hevalarına uyarak ALLAH’ın sana indirdiği Kuran’ın bir kısmından şaşırtmalarından sakın! Eğer yüz çevirirlerse, bil ki ALLAH, bazı günahlarından ötürü başlarına musibet getirmek istiyor. Ve kesinlikle insanların çoğu fasıktır.
Sünnilik mezhebine göre hüküm babında üçüncü sırada serdedilen “icma” konsensüs manasındadır. Üçüncü sıraya yerleştirilmesine rağmen, uygulamada mevzu bahis edildiğinde akarsuları durduran, üstüne söz söylenmesi mümkün olmayan bir erktir. Yani icma yürürlükteki en baskın kaidedir. Bir konu hakkında “icmayı ümmet vardır.” denilmesi, 10 tane ayet ve 100 hadisin gücünden çok çok yukarılardadır.
İşin garibi, ne icmanın ne demek olduğu hususunda, ne de icmanın dinde delil olup olmaması hakkında tarih boyunca bir icma vuku bulmamıştır. Müslümanlara zapturapt altına aldıkları icma tılsımının kendisinin bile ihtilaflı olması, gülünç ancak gerçek ve trajiktir.
İcma, Hıristiyanlıktaki konsüllerin İslam’a uyarlanmış şeklidir. Hıristiyanlıkta yapılan ilk konsül miladi 50 yılında Kudüs’te yapıldı. Bu toplantı İncil’in yazılmasından önce tertiplendiğinden, İncil’in “Elçilerin işleri” kitabının 15. bölümü tamamen bu kongreye ayrılmıştır. Ancak ekümenik (evrensel) ilk konsil 325 yılında İznik’te toplandı. Bundan sonra toplam 20 büyük konsil gerçekleşti. Katolikler tüm bu konsil kararlarını imanın şartları olarak kabul ederler. Ortodokslar ise yalnızca ilk 7 konsilin bağlayıcı olduğuna inanırlar. Geniş bir yelpazede sörf yapan Protestan grupların ise farklı varyasyonlarda bu konsillerin bazılarını kabul bazılarını reddettiklerini görürüz.
1400 yıl boyunca tüm Müslümanları kapsayan, her gruptan en az bir vekilin temsil edildiği bir kongre tertip edilmemiştir. Oysaki hac farizası bu konuda Müslümanlara müthiş bir kolaylık sağlamaktadır. Yılın muayyen bir döneminde, ümmetin her bölgesinden Müslümanları bir araya getiren Hac, her türlü sıkıntı ve ihtilafın halledileceği yegâne adres olmalıydı. İstisnasız her sene bir araya gelen akil adamların istişareleri en kötü ihtimalle bile mezhepler arasında bu kadar kesif uçurumlar olmasına mani olurdu. Böyle bir organizasyon dini meselelerde bir çekim merkezi doğuracağından, ulemanın topluca iştirak etmeleri kaçınılmazdı. Bu toplantıların, ilk fırsatta kılıca sarılıp basit antlaşmazlıkları bile körükleyen mevcut yapı yerine, diyalog ve olayları toplu halde çözümlemeyi doğuracağı kuşkusuzdur.
İlginç olan, tek bir defa bile böyle bir organizasyona gitmeyen, gidemeyen hatta akıllarının ucundan bile geçirmeyenlerin hayali bir kongre icap edip, bizlerin ona kayıtsız şartsız itaat etmesini beklemeleridir. Gene aynı güruh, icmanın ne olduğunda bile icma etmemişlerken, nasıl bir cüretle icma zırhıyla ördükleri melanetleri şaşmaz Tanrı yasaları olarak dayatabilmekteler?
İcmanın nasıl ortaya çıktığı konusunda da icma bulunmamaktadır. Ehlisünnet içerisinde her mezhebin hatta her müçtehidin kendisine has bir icma tanımlaması vardır. Kimisi gelmiş geçmiş tüm âlimlerin ittifak ettiği hususlar olarak adlandırırken, diğer bir grup yalnızca belirli bir dönemdeki âlimlerin ittifakıyla icmanın oluştuğunu iddia eder. İlk ortaya atılan ve kendi içerisinde tutarlı olan görüşün uygulanabilirliğinin ve tekbir örneğinin bile bulunmayışı tanımı yumuşatmayı doğurmuştur. Çoğunluğun görüşünün icma kabul edilmesi, sınırlı bir dönem ve belli bir mekânda ortaya çıkan icma hafifletmeye örnek olarak sayılabilir. Maliki mezhebinin kurucusu Malik b. Enes’in ortaya attığı “Medinelilerin icması” konusu Maliki mezhebinin temel direği olmakla beraber diğer mezhepler tarafından muteber görülmemiştir.
İcmanın tanımındaki icmasızlıktan sonra, kimlerin fikirlerinin icmaya değer olup olmaması mevzusunda da büyük tartışmalar yaşanmıştır. Tüm Müslümanların bu halkaya dâhil olması gerektiği fikri işlerliğinin olmamasından dolayı çeşitli şekillerde törpülenmiştir. Kimileri tüm ulema, bazıları sadece müçtehitler, gene bazıları da belirli mezheplerin müçtehitlerinin görüşlerinin ancak icma içerisinde değerlendirileceğini, bu “kutsal halkanın” dışında kalanların fikirlerinin muteber olmadıklarını ifade etmişlerdir. Ancak uygulamada tüm bu usuller geçersiz kalmış, tombaladan çıkarcasına on binlerce âlim içerisinden dileyen dilediği dozda kullanarak belirli icmalar oluşturmaya çabalamışlardır. Öyle ki, bu kutsal hedefe (icmaya) ulaşmak için kendilerinin bile tazim ettikleri (putlaştırdıkları) bazı âlimlerin kimi görüşlerini icmayı bozuyor gerekçesiyle hiç kaale bile almamışlardır.
İcma konusunda üzerinde icma bulunmayan diğer bir konu ise hangi mevzularda icmanın olup hangilerinde bulunmayışıdır. Aynen hangi hadisin sahih olduğunu seçerken gösterilen keyfiyetin bir benzeri icma için de gösterilmiştir. Yani üzerinde icma olan konular bile ihtilaflıdır. Değil tüm ehlisünnet çatısı içerisinde, aynı mezhebin anlı şanlı müçtehitlerinin dahi icma olduğunu belirttikleri konular farklıdır. Bu durumda da bir uzlaşma oluştuğunu düşünmek büyük bir hayalciliktir.
İcma üzerinde icma bulunmayışı gerçeğini Sünni olan ve mezhepler tarihi ilminde otorite kabul edilen Ebu Zehra’nın kaleminden okuyalım:
Îcma' üzerinde ihtilâfa düşenleri bir yana bırakalım; bu hususta ittifak edenler de icma hâsıl olan meselelerde ihtilâfa düşmüşlerdir. Meselâ; Hanefîler, bazı konular hakkında icma' bulunduğunu ileri sürerken, Şafiîler, bu konular üzerinde icma olmadığını iddia etmişlerdir. İmam el-Evzaî, ganimet hisseleriyle ilgili bazı meseleler üzerinde icma' olduğunu ileri sürmüş, Ebu Hanife'nin talebesi Ebu Yusuf da, O'nun iddiasını reddetmiş ve bu meseleler hakkında icma' bulunmadığını söylemiştir. İşte icma' meselesi, mezhepler arasında çok geniş ihtilâflara sebep olmuştur.
İcmanın dinde delil olup olmaması da bir icmadan mahrumdur. Şia, Harici ve Mutezile gibi ehlisünnet dışı fırkalar icmanın delil oluşunu kesinlikle reddederler. Bunun haricinde, ehlisünnet içerisinde değerlendirilen Zahiri ve Selefi mezhepleri de katiyetle icmayı reddetmektedirler. Bu örneklerden de görüleceği üzere icmanın dinde delil olduğu noktasında ne Sünniler ne de ümmet bir icma içerisinde değildir.
Gönül, ümmetin en azından bazı temel konularda Kuran’la paralellik arz eder bir şekilde konsensüs sağlamış olmasını isterdi. Mutabakat sağlanmış bu konular vahdet için bir giriş olabilirdi. Ancak ne yazık ki ümmetin tüm dinlerde ortak olan temel değerler haricindeki hiçbir hususta bir uzlaşma sağlayamamış olması oldukça vahim ve üzücüdür. En azından hac layıkıyla yerine getirilmiş olsaydı bir nebze olsun uzlaşı görebilecektik…
Şimdi icmanın dinde herhangi bir burhan teşkil edip etmediğine Kuran’dan bakalım. İcma temel olarak çoğunluğun yanılmayacağı ilkense yaslanıyor olmasından, öncelikle Kuran’ın çoğunlukla ilgili neler buyurduğunu incelemek yerindedir.
1. İnsanların çoğu fasıktırlar. ( 5:49 )
2. İnsanların çoğu şükretmezler. ( 2:243; 10:60; 12:38; 27:73; 40:61 )
3. İnsanların çoğu ALLAH’ın yolundan saptırır. (6:116 )
4. İnsanların çoğu gerçeği bilmezler. ( 7:187; 34:28 )
5. İnsanların çoğu ALLAH’ın ayetlerinden gafildirler. (10:92 )
6. İnsanların çoğu iman etmezler. (12:103; 13:1)
7. İnsanların çoğu doğru gerçek dini bilmezler. (12 :40; 30:30 )
8. İnsanların çoğu kâfirdir. ( 17:89 )
9. İnsanların çoğu nankördür. ( 25:50 )
10. İnsanların çoğu ahireti inkâr ederler. ( 30:8 )
11. İnsanların çoğu saate (kıyamet) inanmazlar. ( 40:59 )
12. İnsanların çoğu hüsrandadır. ( 103:2 )
Ayetlerden de görüleceği üzere Kuran, çoğunluğu hüccet kabul etmek şöyle dursun kınamaktadır. Bunda şaşırılacak bir şey yoktur. Çünkü tarih boyunca hakikatin karşısına hep çoğunluk çıkartılmıştır. Örneğin bizde olmayacak bir özen ve ciddiyetle gerçekleştirilen İznik konsülünde ortaya çıkan sonuç, konseydekiler en baba papazlar da olsalar, oy çokluğunun gerçek karşısında bir anlam ifade etmediğini göstermektedir.
Roma İmparatoru Konstantin, 325 yılında imparatorluğun her köşesine dağılmış olan kiliselerin piskoposlarını İznik’te tertiplemiş olduğu büyük konsil için davet etti. Konsilin asıl gündemi Arius’la sembolleşen tevhit mi, yoksa teslis mi tartışması idi. İskenderiye piskoposu olan Arius: İsa ALLAH’ın oğlu değil kulu ve elçisidir diyordu. Ve pek çok taraftarı vardı. Konsile tam 1800 Bishop çağırıldı. Ve bu konsilde Arius ve fikirleri ezici bir çoğunlukla reddedilerek, üçleme tüm Hıristiyanların amentüsü haline getirildi.
Misalden de göreceğimiz üzere, imparatorluğun her köşesinden davet edilen saygın din adamları bile, tamamen demokratik bir ortamda yanlış üzerinde icma edebilmektedirler. Hz. İsa’nın ALLAH’ın kulu ve elçisi olduğu hak, O’nun oğlu olma iddiası ise batıldı. Ancak batıl ne yazık ki hakka galebe çalmış ve koskoca Hıristiyan ümmeti sapmıştır. Günümüzde de iki milyar Hıristiyan’ın %99’u teslisi kabul etmektedir. Ancak bu dominant kitle bu görüşün hak olduğunu kanıtlamaya yeterli değildir.
Bu yazdıklarımızdan çoğunluğun görüşlerini tamamen tu kaka ilan ettiğimiz zannedilmesin. Amacımız kalabalıkların din hususunda hüccet olmadıklarını belirtmektir. Yoksa çoğunluk tarafından benimsenmiş görüşlerin karine olması yadsınamaz bir gerçektir. En nihayetinde büyük bir kitle tarafından dile getirilen görüşler körü körüne bağlanılması gerekmese de araştırılmaya ve incelenmeye değerdir. Kim ne derse desin büyük kitlelere mal olmuş görüşler ihtimal olarak daha az kişiler tarafından benimsenenlerden daha kuvvetlidirler. Tabi ki biz burada yalnızca mantıksal bir istatiksel çıkarım yaptık. Lakin düz mantığın önümüze koyduğu bu gerçek, peygamber kıssalarında alabora edilmiştir. Hakikatin ta kendisi olan elçiler ve mesajları Kuran’da anlatıldığı üzere genellikle azınlık kalmışlardır. Nuh, Lut, Salih, Hud, Şuayb, İsa (as) dönemleri buna en çarpıcı kanıttır. Hülasa çoğunluğun görüşleri dikkate değer ancak asla hakikatin pusulası değildir.
6:116 Eğer yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni ALLAH’ın yolundan saptırırlar. Çünkü onlar zanna uyar ve saçmalarlar.
İslam’da Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/75-76.
İslam’da Fıkhi Mezhepler Tarihi, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 2/70-74.
Catholic Encyclopedia “Arianism”.
Şu gün Hıristiyanların kahir ekserisinin kabul ettiği teslis inancının tüm Hıristiyanların icması haline gelmesi 4. asrın sonlarına doğrudur. Bu garip durumu, bu konuda en radikal olan Katolikler bile itiraf etmektedirler. Bkz. The New Catholic Encyclopedia, c.14, s. 295
Davete icabet eden kardinal sayısı ihtilaflıdır. 380 ila 600 arasında değişik rakamlar verilmektedir.
“"The First Council of Nicaea", The Catholic Encyclopedia”
|