İMAM EBU HANİFE’NİN MEZHEBİ KUR’AN VE SÜNNETLE AMEL ETMEKTİR
Hîdaye sahibinden rivayet edilmiştir: “Ebu Hanife (r.a.)’ye:
Söylediğiniz söz Allah’ın kitabına muhalefet ediyorsa ne yapalım, diye sordular. O:
Allah’ın kitabı için benim sözümü terkedin, dedi.
Rasûlullah’ın haberine muhalefet ediyorsa, diye sordular. O:
Rasûlullah’ın haberi için benim sözümü terkedin, dedi.
Sahabenin sözüne muhalefet ediyorsa, diye sordular. O:
Sahabenin sözü için benim görüşümü terkedin, dedi.”
Beyhakî’nin Sünen’inde el-İmta’ adlı kitapta yer alan bir rivayette imam Şafiî şöyle der:
“Bir görüş ortaya attığımda, Rasûlullah’tan benim görüşüme aykırı bir rivayet varsa, Rasûlullah’ın sözünün doğru olması daha evlâdır. O halde beni taklid etmeyiniz.”
İmam el-Harameyn, bu olayı Şafıîden bizzat nakletmiştir. Bunda şüphe yoktur.
Kâfi’de şu görüşler yer alır:
“Kadı, bir konuda içtihat yapıp fetva verse, Rasûlullah’tan da aynı konuda, o fetvaya aykırı bir hadisin var olduğu sabit olsa, hadisle amel etmek gerekir. Çünkü Rasûlullahın sözü, kadının görüşünün altında olamaz. Sahih hadis, kadının görüşünden daha düşük derecede olamaz. Kadının görüşü şer’i bir delile uygun olduğu var kabul edildiğin de, Rasûlullah’ın sözü daha fazla öneme sahip ve tercihe lâyıktır.”
İbnü Kayyım el-Cevziyye, İ’lamu’l-Muvakkiîn adlı kitabında şöyle der:
“İmam Ebû Hanife’nin arkadaşları, zayıf hadisin kıyas ve re’yden önce geldiği konusunda müttefiktirler. Ebu Hanife, mezhebini bu görüş üzerine kurmuştur.”
Hadisle amel etmek vacip değil veya caiz değildir diye kim diyebilir? Bunu ancak, sırf vehim ve hayal ile Allah’ın hüccetini reddetmek isteyen kişi söyleyebilir. Bu, Müslüman birisinin tutumu değildir. Kim anlaşılmazlık özrünü getirirse bu geçersizdir. Allah, kitabını amel edilsin ve manaları anlaşılsın diye indirmiş ve Rasûlü’ne de onları tüm insanlara açıklamasını emretmiştir.
“Sana; insanlara gönderileni açıklayasın diye zikri (sünneti) İndirdik. Belki düşünürler.” (Nahl 44)
Nasıl olur da Rasûlullah’ın insanlara açıklamış olduğu sözleri, sadece bir kişi tarafından anlaşılmıştır denilebilir? Hele hele bu zamanda, bunların iddialarına göre bir kişi dahi anlayamaz. Çünkü dünyada asırlardan beridir müçtehit yoktur. Muhtemeldir ki bu sözler Kur’ân ve Sünnete muhalif görüşünün avam, tarafından anlaşılmamasını isteyen bazıları tarafından ortaya atılmış, bununla hükümlere sebeb olan Kitab ve Sünnetin anlaşılması, İçtihad ehline münhasır kılınmak istenmiştir. Sonra da dünyada İçtihad ehli yok denilmek suretiyle nefyedilmistir. Neticede bu gibi kelimeler aralarında yayılmıştır, işin hakikatini Allah daha iyi bilir.
Ya da bazılarının Kitap ve Sünnet’in zahirine uygun diğer mezhepleri tercih etme eğilimlerini engellemek içindir. Bazıları buna ilaveten, İnsanlar tercihe yol bulmasınlar, tercih konusunu arzu etmesinler diye, bir mezhepten bir mezhebe geçmenin caiz olmadığını söylemişler ve Telfik’i (Bir meselede bir mezhebin, diğer bir meselede diğer mezhebin görüşüne göre amel etmek) yasaklamışlardır.
Basiret ehli kişilerce bilinmektedir ki, bu ve buna benzer sözlerin islâm dininde bir etkisi ve kıymeti yoktur. Bunların çoğu akla ve nakli rivayetlere aykırıdır. Bununla birlikte ilim ehlinden birçoğu farz olmasına rağmen Rasûlullah’a itaatten kaçınırlar, sahih isnadlarla sika ravilerin rivayet ettikleri Rasûlullah kelamına iltifat etmezler. Mezkûr mezhep sahiplerinin isnadsız olarak mezhep kitaplarındaki rivayetlerine rağbet gösterirler. Birisini hadis ve Kur’ân’ı imamın sözüne tercih etmeye yöneldiğini gördüklerinde onu sapık ve bidatçi olarak kabul ederler!!! 
Her müslümanın ayetlerle sabit olan şeylerle amel etmesi farz hadislerde sabit olan şeylerle amel etmesi vaciptir. Ona muhalefet eden kimsenin durumu çok korkunçtur.
“Peygamberin çağrısını, kendi aranızda birbirinizi çağırmanız gibi tutmayın. Allah içinizden sıvışıp gidenleri bilir. Onun buyruğuna aykırı hareket edenler, başlarına bir belanın gelmesinden veya can yakıcı bir azaba uğramaktan sakınsınlar.” (Nur 63)
Bir hadis ittiba için ortaya konulsa, o zaman müslüman taklidde israr etmemelidir. Bununla birlikte taklidde israr ederse âyetteki şu kimselerin durumuna ne kadar benzemiştir:
“Sen, kitab verilenlere her türlü delili getirsen, yine de kıblene uymazlar, sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. Andolsun ki, eğer sana gelen ilimden sonra onların heveslerine uyarsan, şüphesiz o zaman zulmedenlerden olursun.” (Bakara 145)
Müslümana gereken ayeti ve hadisi almasıdır. Falanın veya filanın mezhebinden olması onu bu davranışından alıkoyamaz.
“Ey inananlar! Allah’a itaat edin, Peygambere de itaat edin ve sizden buyruk sahibi olanlara da. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz - Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız - onun hallini Allah’a ve peygambere bırakın, bu sonuç itibariyle en güzeldir.” (Nisa 59)
Müracaat; anlaşmazlık halinde Rasûlullah’a, onun sözüne ve görüşlerine başvurmaktır. Ümmet arasındaki anlaşmazlıklar meydana geldiğinde Rasûlullah’ın sözüne müracaat etmek vacip olur.
MÜÇTEHİD İÇTİHADINDA HATA DA YAPABİLİR, DOĞRUYU DA BULABİLİR TEŞRİDE. HATA YAPMAYAN SADECE PEYGAMBERDİR
Çok ilginçtir ki, insanlar müçtehidin doğruyu bulabildiği gibi hata edebileceğini bilmelerine, Rasûlullah’ın hatadan korunmuş olduğuna inanmalarına rağmen, hepsi görüldüğü gibi müçtehidin sözünde israr ediyor. Rasûlullah’ın sözünü terkediyorlar.
Biz insanlardan itaat ve ibadet ehli gördük. Lakin hadisle amelde biraz ihmalkâr davranıyorlar. Hadisin emrine önem vermiyorlar. Fakat onlar mezheplerine ve kitaplarında yazılı olan şeylere itina gösteriyorlar ve hadisleri sanki reddedilmiş bir iş olarak zannediyorlar. Bu düşüncenin kaynağı gerçekten cehalettir.
Şeyh Muhammed Hayatü’s-Sindî şöyle der: “Her müslümanın Kur’ân ve hadislerin anlamlarını öğrenmeye, mânâlarını anlamayı araştırmaya, onlardan hüküm çıkarmaya gayret göstermesi gerekir. Eğer hüküm çıkarmaya güç yetiremezse âlimleri taklid etmesi gerekir. Fakat belli bir mezhebi taklid etmesi gerekmez. Çünkü böyle bir taklid o mezhebin İmamını nebi yerine koymak gibi olur. O kişi için her mezhepten en ihtiyatlı olan görüşleri alması gerekir. Zaruret halinde ruhsatlarla amel etmesi de caiz olur. Zaruret olmadığı takdirde en güzeli ruhsatı terketmektir. Günümüzde, belirli bir mezhebe intisap etmenin gerekliliğini ortaya atan kişilerin bir mezhepten bir mezhebe geçmeyi caiz görmemeleri cehalet, bid’at ve yoldan sapmadır. Onları, mensuh olmayan sahih hadisleri terkettiklerini ve mezheplerine mesnedsiz ve dayanaksız bağlandıklarını gördük.”
İmam Şafiî şöyle der: “Kim bir şeyin helâl veya haram olması konusunda sahih bir hadisin aksine belirli bir mezhebi taklid eder taklid onu sünnet ile amel etmekten alıkoyarsa, taklid ettiği kimseyi Allah’ın haram kıldığını helâl, helal kıldığını haram yaptığı gerekçesiyle Allah’dan başka rab edinmiş olur.”
Ne ilginçtir ki, onlara sahabenin birinden sahih hadise muhalif bir haber ulaştığında bunların aralarında bir çözüm yolu bulamazlarsa, hadisin kendilerine ulaşmadığını söylemeyi caiz görürler. Bu, onlara ağır gelmezki doğru olan da budur. Fakat taklid ettikleri kimselerin görüşüne muhalif bir hadis kendilerine ulaşırsa, onu her ne şekilde olursa olsun kelimeleri gerçek anlamlarından çıkararak tevil etmeye çalışırlar. Muhalefet ettikleri haberle kendi görüşleri arasında bir ilişki olmadığı söylendiği vakit veya taklid ettikleri kimseye bu hadisin ulaşmadığı söylendiğinde kıyameti koparır ve bunu çok çirkin görürler. Bu, onlara zor gelir.
Şu miskinlerin haline bak, Sahabeye (r.a.) hadisin ulaşmamasını caiz görürken mezheb sahipleri için bunu kabul etmezler. Hâlbuki aralarındaki fark yerle gök gibidir. Bu gibi kimselerin hadis kitaplarını okuduklarını görürsün, fakat onlar bu konuda birşey bilmezler. Hadis kitaplarını teberruken okurlar. Mezheplerinin hilafına bir hadis gördüklerinde, onu te’vil ederler. Te’vil edemediklerinde ise; hadisi bizden daha iyi bileni taklid ettik, derler. Allah’ın bu konudaki delilinin kendi haklarında olduğunu bilmiyorlar mı? Mezheplerine uygun bîr hadîs gördüklerinde sevinirler, muhalif bir hadis gördüklerinde onu görmemezlikten ve duymamazlıktan geliyorlar.
“Hayır, Rabbîne and olsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip. Sonra senin verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamen kabul etmedikçe inanmış olmazlar.” (Nisa 65)
Sind b. Anan, İmam Malik’in Müdevvene isimli kitabına yazdığı şerhde şöyle der: “Sırf taklid ile yetinmeye hiçbir reşid (olgun) kimse razı olmaz. Böyle bir şey tembel ve cahil veya inadçı ve akılsız kişilerin işidir. Biz, taklid her ferde haramdır, demiyoruz. Fakat hükmün delilini, müçtehidlerin görüşlerini bilmesini gerekli görüyoruz. Avamın âlimi taklid etmesini gerekli kabul ediyoruz. Taklid başkasının görüşünü kabul etmektir, hüccet ve delil olmadan bu görüşü taklid etmekle asla bilgi elde edilemez. Belirli bir kişinin mezhebine girmek bid’attir. Çünkü biz kesinlikle biliyoruz ki, sahabe asrında böyle bir mezhep anlayışı yoktu.
Onlar Allah’ın Kitabına ve Sünnete, delilin yokluğunda ise aralarında istişare ettikleri görüşe müracaat ederlerdi. Tabiîn de böyleydi, delil bulamadıklarında içtihad ederlerdi. Üçüncü asırda da İmam Ebu Hanife, İmam Malik, İmam Şafiî, İmam Ahmed b. Hanbel (Allah hepsinden razı olsun) öncekilerin metodu üzere idiler. Onların zamanında belirli bir kişinin mezhebini takip etmek yoktu, imamlara tabi olanlar da (talebeleri) onlara yakındı. İmam Malik ve benzerlerinin nice sözleri vardır ki, o sözlerde arkadaşları kendilerine muhalefet etmişlerdir. Taklid ehline şaşılır ki, nasıl oluyor da bunun (taklidin) eskiden var olduğunu söyleyebiliyorlar? Halbu ki (taklid) Hicretten iki yüz sene ve peygamberin övdüğü asırlardan sonra ortaya çıkmıştır.”
Ben derim ki: Sind b. Anân’ın, belirli bir şahsın taklid edilmesini, onun görüşünün Kitap ve Sünnete muhalif olsa bile din ve mezhep edinilmesini zemetme konusunda zikrettikleri doğrudur. Bid’atın kötü ve adi bir özellik, müslümanları bölmek ve parçalamak, onlar arasında düşmanlık ve buğzu yaymak için şeytanın kurduğu bir hile olduğunda şüphe yoktur. Onların, Rasûlullah’ın ashabından hiçbirine yapmadıkları ta’zimi müçtehid imamlarına yaptıklarını görürsün. Mezhebinin görüşlerine uygun bir hadis bulduğu vakit sevinir, ona boyun eğer ve teslim olur. Mezhebinin dışındaki mezhebin görüşünü teyid eden, mensuh ve zıd olmaktan uzak sahih bir hadis bulsa, onda uzak ihtimaller ve başka mânâlar ileri sürerek: sahabeye, tabiine ve açık nassa muhalefetine rağmen kendi İmamının mezhebini tercih yönünü arar. Hadis kitaplarından birini şerhetse, görüşüne muhalif olan her hadisi tahrif eder. Bunu yapmaktan aciz kalırsa, ya husumetten ya da amel edilmesin diye ortada hiçbir delil yokken hadisin mensuh olduğunu iddia eder.
Körükörüne taklid yapanlar, bu taklidi din ve mezhep edinirler. Öyleki, onlara nasslardan binlerce delil getirsen ona kulak vermez, bilakis arslandan kaçıp ürken eşekler gibi onlardan kaçarlar. Mescid-i Haram’a yakın oturan Hindistan ve Buharalılar’ın çoğu ellerinde tesbihleri, başlarında sarıkları Delail-i Hayrat, Hatm-i Hâce, Kaside-i Bürde ve bunun gibi kitapları okumaya kesintisiz devam ederler ve bunun sevap olduğunu zannederler. Onlar teşehhüdde şehadet parmaklarını kaldırmazlar. Birgün onlara;
Bunun Rasûlullah’tan ashabın ve müçtehidlerin bildirdiği sabit bir sünnet ve bu parmağı kaldırmak şeytana demir sopayla vurmaktan daha şiddetli olduğu halde bunu niye yapmıyorsunuz? Diye sordum.
İleri gelenlerinden biri:
Biz Hanefîyiz, bizim mezhebimizde bu caiz değil, hatta haramdır, cevabını verdi.
İmam Malik’in Muvatta’sı, Tahavî’nin Şerhü Maani’l-Asar ve İbnü Hümâm’ın Fethu’l-Kadîr’inden konuyu açıkladım. Bana:
Bu mütekaddimunun (önceki âlimlerin) görüşüdür. Müteahhirun (sonraki âlimler) bunu yasaklamıştır, el- Mesudî’nin Kitabu’s-Salât ve el-Keydanî’nin el-Hulasa adlı eserlerinde olduğu gibi bu hadis mensuh olduğu için terketmişlerdir, dedi ve bu sünneti terketmede ısrar etti. Cahil insanlar da böyle hakkı kabul etmemekte direnen inatçı kişileri salih ve vuslat ehli kimseler zannettiler. Evet onlar vuslat ehli kimselerdir, ama şeytanlara!!!
Ebu’l-Kasım el-Kuşeyrî şöyle der:
“Hakkı (gerçeği ve doğruyu) arayan kişiler olarak bizim görevimiz hatadan beri olan kimseye uymamız, hata eden kimseyi taklid etmekten uzak durmamızdır. Müçtehidlerden gelen şeyleri Kitap ve Sünnet’e arzederiz. Eğer o ikisine uygunsa kabul ederiz, aksi halde terkederiz. Peygamberimiz (s.a.v.)’e ittiba etme konusunda kesin delil vardır. Fukaha ve sufilerin görüş ve amellerine ittiba konusunda bize bir delil sabit olmamıştır. Ancak, Kur’ân ve Sünnet’e arzedildikten sonra ittiba etmeğe delil vardır.
Delillerden yüzçevirip, mezheplerinde taklidin doğru olmadığı konularda taklidde ısrar edenlere yazıklar olsun. Şer’î deliller, fıkhî ve tasavvufi görüşler bunu reddetmektedir. Araştıran, ihtiyatlı davranan, anlamadığı yerde duran kimse övülür.
Kim, imamın görüşü Kitap, Sünnet, İcma veya sahih kıyasa muhalif olduğu ortadayken, taklidde ısrar ederse, bu kimse davasında ve imamına bu konuda uymasında yalancıdır. Taklidinde de yalancıdır. Bilakis hevasına ve arzusuna tabi olmaktadır. İmamların hepsi de ondan uzaktır. O kişinin imamlarıyla ilişkisi, ehl-i kitabın ruhbanlarının peygamberleriyle olan ilişkisine benzer. Çünkü her imam, etbaını şer’î kaidelere muhalefetten sakındırmışlardır.”
DEVAMI>>>