Gulatlardan galatlara tüm Şii fırkaları, iki doktrini istisnasız kabul etmektedir. Birincisi imamet, ikincisi ehlibeyt’in masumiyetidir. Caferilere göre; peygamber efendimiz vefat edince onun dünyevi ve uhrevi tüm vasıfları Ali ve soyuna geçmiştir. ALLAH bu soydan 12 imam tayin etmiştir ve insanlara düşense her türlü konuda onlara itaat etmektir. Çünkü imamlar seçilmiş, vahiy alan ve masum kişiliklerdir. Onların bu velayet hakkını gasp eden tüm halifeler ve müslümanlar kâfirdirler. Şimdi biz imamet diye ortaya atılan görüşün ne olduğuna Şiilerin her şeye kâfidir dedikleri kitaptan bakalım.
1. İmamların 10 özelliği
“... Zurare, Ebu Cafer’den (Muhammed Bâkır) şöyle rivâyet etmiştir: “İmamın on alameti vardır: 1) Temiz ve sünnetli olarak doğar. 2) Doğduğu sırada iki elini yere koyar ve yüksek sesle şahadet cümlelerini söyler. 3) Cenabet olmaz. 4) Gözleri uyur; ama kalbi uyumaz. 5) Esnemez, gerinmez. 6) Önünü gördüğü gibi arkasını da görür. 7) Gaitası (dışkısı) misk gibi kokar. Yer, o’nu örtmek ve yutmakla görevlendirilmiştir. 9) Resulullah’ın zırhını giydiği zaman, zırh bedenine tamamen uyar. Uzun veya kısa bir insan bu zırhı giyecek olursa, bir karış uzun gelir. 10) İmamlık görevi tamamlanıncaya kadar Muhaddestir”.”
2. İmamı bilmeden ölen cahiliye üzerine ölmüştür.
“... Haris b. Muğire şöyle rivayet etmiştir: “Ebu Abdullah (Cafer Sadık)’a dedim ki: “Resulullah, İmamını bilmeden ölen kimse, bir tür cahiliye üzerine ölmüştür, buyurmuş mudur?” “Evet.” dedi. “Burada kastedilen cahiliye, cahillerinki mi, yoksa imamını bilmeyen kimselerinki mi?” dedim. “Küfür, nifak ve sapıklık cahiliyesi.” dedi.
3. Müminler sadece üç şeyden sorumludurlar.
“... Sedir şöyle rivayet etmiştir: Ebu Cafer’e (Muhammed Bâkır) dedim ki: “Senin dostlarını, aralarında ihtilaf eder halde bırakıp geldim. O denli ihtilaf ediyorlardı ki, birbirlerinden uzaklaşıyorlar.” Buyurdu ki: “Bunun sana bir zararı yok. İnsanlar üç şeyden sorumlu tutulmuşlar: 1) İmamları tanımak. 2) İmamların kendilerine yönelttikleri emirlere teslim olmak. 3) İhtilafların çözümünde imamlara müracaat etmek.”
4. İmamın velayetine giren kimse şaki de olsa azap görmez. İmamları reddedenlerse muttaki olsalar da cezaya çarptırılacaklardır.
“... Abdullah b. Sinan. Ebu Abdullah’dan (Cafer Sadık) şöyle rivâyet etmiştir: “Allah, amelleri iyi ve kendileri muttaki olsalar da, Allah tarafından yetki verilmeyen imamın velâyeti altında ibadet eden bir ümmete, azap etmekten utanmaz. Ve Allah, kişisel amelleri itibariyle zalim ve kötü olsalar da Allah tarafından yetki verilen bir imamın velâyeti altında ibadet eden bir ümmete de azap (bela göndermek)’ten haya eder.”
5. İmamlar her şeyi bilirler. Çünkü kutsal ruh onlara geçmiştir.
“... Mufaddal b. Ömer şöyle rivayet etmiştir: Ebu Abdullah’a (Cafer Sadık) evinde oturmuş üzerinde örtüsü olduğu halde, imamın nasıl yeryüzünde olup biten her şeyi bildiğini sordum. Buyurdu ki: “Ey Mufaddal! Allah, Tebareke ve Tealâ, Nebi’ye beş ruh vermişti. Bunlardan biri, hayat ruhuydu, onunla hareket ediyor, gidip geliyordu. Biri kuvvet ruhuydu, onunla kıyam ediyor, cihada çıkıyordu. Biri şehvet ruhuydu onunla yiyor, içiyor ve helâl yollardan kadınlarla birleşiyordu. Biri iman ruhuydu, onunla inanıyor ve adaleti gerçekleştiriyordu. Biri, kutsal ruhtu onunla peygamberlik görevini taşıyordu. Peygamber vefat edince Rûh’ul Kudüs imama geçti. Kutsal ruh uyumaz, gafil olmaz, oynamaz ve büyüklük taslamaz. Diğer dört ruh ise uyurlar, gafil olurlar, büyüklenebilirler, oynarlar. İmam Rûh’ul Kudüs ile görür.
Üzerinde müthiş spekülasyonlar yaptıkları, hatta tevhitten bile öncelikli tuttukları imamet inanışının Kurani açıdan hiçbir dayanağı yoktur. Zaten bu yüzden ayet dahi uydurma yoluna gitmişlerdir. Kuran’ı bir kenara bıraksak bile, bu tez kendi içerisinde tutarsızlıklarla doludur. Tüm Şiiler, peygamberimizle beraber nübüvvetin biterek imametin başladığını ve bizzat ALLAH’ın Ali ve çocuklarını imam tayin ettiğini söylerler. Lakin Şiiler, kendileri bile kendi uydurdukları bu kaideye uymamışlardır. Onlar ilk imam olarak Ali’yi daha sonra onun yerine Hasan, Hasan’ın yerine de Hüseyin’in, Hüseyin’den sonra da onun oğlu Zeynel Abidin’e ve onun soyuna geçtiğini belirtirler. Bu keyfi durumun mahiyetini kendileri de anlayamamışlar yahut anlatamamışlardır. Şöyle ki:
1. Hasan’dan sonra İmamet neden Hasan’ın çocuklarına değil de küçük kardeşi Hüseyin’e geçmiştir?
2. Eğer İmamet babadan oğla değil de abiden kardeşe de geçebiliyorsa neden Hüseyin’den sonra Muhammet Hanif’e yahut Ali’nin diğer oğullarına geçmemiştir?
3. Ali’nin diğer çocukları Fatma’dan değiller, dolayısıyla peygamberin torunları olmadıklarından diye bir cevap verilirse, ilk İmam Ali, Peygamberin soyu mudur?
4. Ali, Peygamberin torunlarının babası olduğu için bu hakkı kazanmıştır diyorsanız, en nefret ettiğiniz kişilerin başında olan halife Osman da Peygamberin torunun babası olma şerefine haiz değil midir?
5. “Osman’ın oğlu Abdullah’ın soyu üremedi.” diyerek kıvırttığınızı varsayalım. O zaman neden Hüseyin’den sonra İmamet Hasan’ın çocuklarına değil de Zeynel Abidin’e geçmiştir. Oysaki Hasan’ın birçok oğlu hayattaydı. Ve hepsi de Zeynel Abidin’den yaşça büyüktü. Hepsi de peygamberin torunu olma şerefine sahipti. Evlad-ı Hasan yerine Zeynel Abidin’i seçişinizdeki gaye nedir?
6. Sizin itikadınıza göre Hüseyin mi üstündür, Hasan mı? Eğer ikisi de imamdır, aralarında fark yoktur diyorsanız neden yaşça daha büyük olan Hasan’ın çocuklarından imam seçilmemiştir? Çünkü öncelik sırası onların değil midir?
7. Hüseyin Kerbela’dan sonra daha popülerdi. Onun için Hüseyin’in çocukları seçildi diyorsanız; Neden Zeynel Abidin seçilmiştir? Oysaki Kerbela’dan Hüseyin’in iki oğlu kurtulmuştu: Ömer ve Zeynel Abidin. Ömer’in Zeynel Abidin’den ne farkı vardır. İkisi de Hüseyin’in oğlu değil midir? O zaman neden hokus pokusla Ömer’i tarih sahnesinde unutulmaya yüz bıraktınız?
8. İmamlık sadece babadan oğla mı geçer? Kardeşler arasında geçme ihtimali yok mudur? Yahut amca çocukları arasında? İlk örnekte kardeşler arasında da geçmişti. Bu uygulama tek sefere mi mahsustur? Örneğin İmamlık Muhammet Bakır’dan sonra neden kardeşi Zeyd yerine oğlu Cafer’e geçmiştir?
9. İmamete en büyük delil olarak bunların Peygamber soyu olduklarını öne sürüyorsunuz. O zaman bu hak, yalnızca Zeynel’in oğullarının değil tüm Evlad-ı Resulündür. Peygamber soyu yalnızca Zeynel Abidin’den yürümemiştir. Hasan’ın çocukları da en az Hüseyin’in çocukları kadar yekûn tutar. 1400 yıllık Şia tarihinde tek bir tane bile Hasan soyu (şerif) imamınız, imamı geçtik mollanız olmuş mudur?
10. Bu soruya ben sizin adınıza cevap vereyim. Tek bir tane bile yoktur. O zaman Hasan soyuna karşı bu ayrımcılığınızın nedeni nedir?
Ey okuyucu! Tüm bu sorulardan sonra aklında bir ampul yanmadıysa ben ne edeyim? Seni fazla zahmete sokmadan cevabı biz verelim: Bu Şiiler, peygamber soyu masallarıyla bizi uyutmaya çalışmaktadırlar. İnsanlara yaptıkları yalnızca cambaza bak demekten ibarettir. Biz cambaza bakarken onlar yalnızca itikadımızın içini boşaltıp, kendi İrani dinlerini dolduruyorlar. Zeynel, tüm alternatiflerine oranla daha mülayim ve daha pasiftir. Gözü kapalı bile seçilmeyecek bir adamdır. Kerbela’dan sonra ölünceye dek Medine’den ve de Emevilerin sözünden hiç çıkmamıştır. Emeviler, Mervan döneminde en zayıf anlarını yaşarken bile bu durum değişmemiştir. Hatta bu dönemde Küfe merkezli Şii bir devlet bile bulunmaktaydı. Zeynel bu devlete gitmeye, hatta bu devletten gönderilen paraları yemeye bile cesareti olmayan bir insandır. Buna rağmen Zeynel’in rakipleri arasından seçilmesinin tek bir sebebi vardır: Hz Muhammet’in değil, son İran şahı Yezdücerd’in torunu olmasıdır.
Hz. Ömer zamanında tüm İran fethedildi. Bu fetih sonucunda İran hanedanı yok edildi. Kralın kızı Şehr-i Banu, cariye olarak Medine’ye getirildi. Halife, böyle soylu bir kızın ancak kendisi ayarında birisiyle evlendirilmesini münasip buldu. Koskoca şahın kızıyla asalet bakımından denk birisi, ancak peygamberin torunudur diyerek Hz. Hüseyin’le evlendirdi. İmamın bu kızla evlenmesinden tek bir çocuğu oldu. Adını Ali koydular. Kısa bir müddet sonra İranlı prenses hayatını yitirdi. Bu çocuk, şah hanedanından hayatta kalabilen tek çocuk olmuştur. Daha sonraları Zeynel Abidin (ibadetkarların süsü) lakabını alacak bu çocuk, İranilerin gözünde Tanrıdan gelmiş bir kut olacaktır. Zerdüştlük dinine göre şahin şah ailesi Tanrının seçtiği ve kendilerine kut verdiği bir aile idi. Yönetim erki yalnızca bu aileye mahsustu. Bu hanedanın soyunu taşımayanların şah olabilme hakları yoktu. Şah, Zerdüştlük dinine göre masum ve günahsızdır. Her yaptığı ilahidir. İtaat edilmesi farzdır. Bu makam yalnızca babadan oğla geçebilir.
İşte şimdi zurnanın zırt dediği yere gelmiş bulunmaktayız. Tüm bu imamet, masumiyet, gaybet, vesayet gibi Şia literatürünü çözmüş olduk. İranilerin şahın torunu olan Zeynel Abidin ve evladına böylesine yapışmalarının ve şahın sahip olduğu makamın aynısını vermelerinin kriptoları bu gerçekte gizlidir.
Ayrıca İslam tarihi de Şiilerin imamet doktrinini yalanlamaktadır. Şöyle ki:
1- Birinci imam olan Ali’nin ilk günden itibaren hilafete aday olduğu, Ebubekir’e Fatma anamız vefat edene kadar biat etmediği, Sünnisinden Şiisine pek çok tarih kitabında nakledilmiştir. Ancak Hz. Ali’nin hiçbir şekilde Hz. Ömer’in uzun hilafet döneminde tek bir itaatsizliği-hilafeti ele geçirme çabası olmamıştır. Gene aynı Hz. Ali, Ömer’in şurasına dâhil olarak emirliğin ilahi bir şekilde kendisinin olduğu tezinin tam zıddında davranmıştır. Sizce Hz. Ali ALLAH’tan değil de Ömer’den mi korkuyordu? Çünkü siz mezhebinizin temeline imamet doktrinini yerleştirmişsiniz. Bu kadar önemli bir konuda böylesine büyük bir sapma olup da Ali’nin buna karşı çıkmayışı İslam’ın neresine sığar. Bu bakış açısına göre ilk kâfir Ali olmuyor mu? Diyelim ki Ali, Ömer’den ALLAH’tan daha çok korkuyordu. Ömer ölünce onun kurduğu 6 kişilik şuraya dâhil olması, onun diğer hilafet adaylarından kategorik olarak herhangi bir farkının olmadığının tescillenmesi değil midir? İş eğer sizin iddia ettiğiniz gibi olsaydı neden şurayı protesto edip: “Bu görevi bana ALLAH verdi. Bu şura da neyin nesidir.” dememiştir? Gene Osman’ın 12 yıllık hilafet döneminde, Ali’nin bir kez olsun bu gerekçeyi sunarak ona baş kaldırdığına dair bir deliliniz var mıdır? Hatta kendi kaynaklarınızda bile Ali’nin hisar sırasında halifeyi korumak için çocuklarını seferber ettiğini naklediyorsunuz. Bu durumda, Ali haktan yana değil de batılın savunucusu olmuş olmuyor mu?
Ali’nin bizzat kendi hilafeti döneminde tahkimi kabul etmesi, onun emirliğinin ilahi değil de seçim sonucu olduğunu göstermeye yetmez mi? Eğer Ali’nin halife olması ALLAH’ın emriyse bu olayı hakem vakıasıyla tartışmaya açması ALLAH’ın emrinin hilafında bir hareket değil midir? Oysaki bu dönemi takiye olarak dahi adlandıramazsınız. Çünkü Ali, meşru halifeydi. Ve rakibinden kat kat güçlüydü.
2- İkinci imamınız Hasan, herhangi bir savaş dahi yapmadan hilafeti Muaviye’ye satmıştır. Muaviye’nin nazarınızdaki aşağılık konumunu da hesaba katarsak, imamınızın bizzat sizin tezinizin tam tersi istikamette davrandığı ortaya çıkmaz mı? Hâlbuki size göre değil Muaviye, Ebuzer’in bile imam olma ihtimali yoktur. Ayrıca Hasan, o dönemde Muaviye’den daha güçlü bir konumdaydı. Suriye ve Mısır’ın haricindeki tüm bölgeler kendisine biat etmişti. Zafer, bu denli yakın olmasına rağmen Hasan, hiçbir risk almadan emirliği satmıştır. Bu durumda bir paradoks ortaya çıkmaktadır. Eğer siz haklıysanız Hasan, ALLAH’ın emrinin aksi davrandığı için yoldan çıkmıştır. Eğer Hasan haklıysa ALLAH’a iftira attığınız için siz kâfir olmaktasınız.
3- Üçüncü imamınız Hüseyin de Kerbela’da şartlar ağırlaşınca konuyu Yezit’le halletmek istemiştir. Lakin muvaffak olamamıştır. Eğer imamlık Hüseyin’e ALLAH tarafından verildiyse nasıl ALLAH’ın emrini pazarlık konusu yapabilir?
4- Dördüncü imamınız Zeynel Abidin, kıyam için birçok fırsat ele geçirmişti. Harra vakasında oturduğu Medine halkı Yezit’e isyan ederek bağımsızlıklarını ilan etmişlerdi, gene İbni Zübeyir, Mekke’de yeni bir devlet kurmuştu. En ilginci, aynı dönemde Irak’ta Muhtar Es-Sekafi tarafından güçlü bir Şii devlet teşekkül etmişti. Bu karışık dönemde Zeynel, mücadeleye girişmeyi aklından bile geçirmemiştir. Eğer imamlık Zeynel’e bizzat ALLAH tarafından verildiyse, bu fırsatları kullanmadığı, hatta en ufak bir girişimde bile bulunmadığı için büyük bir cürüm yüklenmiştir.
5- Beşinci imamınız Muhammet Bakır hilafeti ele geçirmek için herhangi bir girişimde bulunmamıştır. Altıncı imamınız Cafer de değil mücadeleye girişmek, cihad eden amcası İmam Zeyd’e köstek olmuştur. Emeviler ve Abbasiler arasındaki iktidar boşluğunun olduğu dönemde dahi hiçbir şekilde iktidara talip olmamıştır.
Velhasıl Şia’nın imamet tarihi kendi kendilerini yalanlamaktadır. Burada iki ihtimal ortaya çıkar. Ya bu imamlar ALLAH’ın kendilerine bahşettiği görevi yapmak için herhangi bir girişimde bulunmayarak kâfir olmuşlardır. Ya da günümüz şia teorisyenleri ALLAH’a iftira ettikleri için küfre saplanmışlardır. Bu durumun üçüncü bir ihtimali yoktur.
Kuleyni, El Kâfi, hadis no:1006
Muhaddes: vahiy alan ancak peygamber olmayan demektir. Buna göre imamları düzenli vahiy almaktalar. Şiiler, imamların muhaddes olduklarını söylerler de Sünniler dururlar mı? Onlar da Şiilerin en nefret ettikleri kişinin muhaddes olduğunu uydurarak cevap vermişlerdir. “Sizden önceki ümmetler arasında, muhaddesler vardı. Eğer benim ümmetim içinde de böyle biri varsa, o da Ömer’dir” bkz. Buharî, Fezâilu’s-Sahâbe, 6/37; Müslim, Fezâilu’s-Sahâbe, 2/23.
Kuleyni, El Kâfi, hadis no:973
Kuleyni, El Kâfi, hadis no:1011
Kuleyni, El Kâfi, hadis no:970
Kuleyni, El Kâfi, hadis no:711
Taberi, Tarih c. 7, s. 100-110; Dineveri, Kitabülahbar s. 290-295; İbni Esir, El-kâmil c. 4, s. 112-116
İbn-i Sa'd-Tabakat c. 5, s. 213
Şehri Banu, her ne kadar şahın kızı da olsa cariye statüsündedir. İslam’a girip girmediği şüphelidir. Girmiş olsa bile peygamberin torunlarından birisinin herhangi bir eşinden biridir. Yani öyle İslam için önemli bir tarafı yoktur. Ancak Şiiler, şehri Banu’dan kitaplarında öyle bir bahsederler ki zannedersiniz ki bu Meryem ya da Hatice, olmadı Asiye. ALLAH’ınızı severseniz yapmayın böyle. Rahmetlinin, Hasan’ın karılarından ne farkı vardır İslami açıdan. Onlar da peygamberin torununun eşi bu da. Babasının büyük bir kâfir olması onun için artı bir özellik midir? İkinci imamınız Hasan’ın 80 den fazla karısı vardı. Bu kadınlardan hangisine böylesine methiyeler düzdünüz? Ve bu kadınların çoğu doğma büyüme Müslüman idiler. Cariyelikten zoraki İslam’a giriş yapmış değillerdi. Bu kadarına pes doğrusu. İyi ki Şah Yezdücerd’i böyle övmüyorsunuz. Aslında onu da böyle açıktan olmasa da tuttuğunuz belli. Çünkü son yüzyılda yetiştirdiğiniz en büyük aydınlarınızdan olan Ali Şeriati bir kitabında” Ömer ve Ebubekir’in yönetimlerinde birçok İslam dışılıklar olsa da şah’ın yönetiminden çok daha adildi.” demesi yüzünden adama yapmadığınızı bırakmadınız. Fikirsel linçe tutunuz. En sonunda da katlettiniz. Ancak İranlıların bu tepkisi karşısında galeyana gelinmesin. Bu tutum yalnızca şovenizm’in dışa vurumudur. ALLAH’a şükür ki Türkler, Araplara uzak bir coğrafyada yaşıyordu. Eğer İranlıların yerinde biz olsaydık acaba ne hissederdik. Aynı dönemlerde bizim de Göktürk devletimiz vardı. Eğer halife Ömer’in İslam ordusu, bu devleti yıksaydı, Kutuluk Kağanı da öldürseydi, Vezir Tonyukuk’un gözlerini oyup tüm Orhun anıtlarını yıktırsaydı neler hissederdik. Kültigin, Kürşat ve Alper Tunga elleri bağlı bir şekilde Medine sokaklarında cellâdın eline teslim edilseydi. Bu sırada Tarkan adındaki bir suikastçı halifeyi katletseydi… Asena Hatun da Hüseyin’e cariye olarak verilseydi. Sonuçları düşünmek bile istemiyorum. Bizim safımız belli elhamdülillah. Ancak halkımın çoğunun bu fitneyi atlatabilecek bir bilince sahip olmadığını biliyorum. Sanırım İranlıların neden Ömer düşmanı olduklarını içselleştirebilmişsinizdir. Yahut Halife’yi şehit eden Ebu Lu’lu’yu milli bir kahraman olarak görmelerini.
Buhari, fedail’ul ashab 12; feraiz 4; Müslim, cihad, 52, 53; Ebu Davut, Harac, 18; Nesai, kasm’ul fey, 1; Taberi, tarih, c.3, s.207-209
İbni Kuteybe, el imame, c.1, s.28; Taberi, Tarih, c.4, s.228; İbni Sad, et Tabakat, c.3, s.339-344
Tahkim hadisesi sırasında İspanya’dan Sind’e kadar olan tüm İslam toprakları Ali’ye biat etmişti. Muaviye ise yalnızca isyancı konumdaki Şam valisi idi.
Taberi, Tarih, c.5, s.147-149; İbni Esir, el kamil, c.3, s.202
Tarihi, Taberî, c. 7, s. 3 -13; İbn-i Esir, el kâmil, c. 4, s. 40 -41 ve İbn-i Kesir, el bidaye, c. 8, s. 216; İbni, Abdirabbih, Ikdu'l-Ferid, c. 4, s. 388
İbni esir, el-Kamil, c. 9, s.330
|