ANASAYFA

FORUM

HABERLER

ZİYARETCİLER

SORULARINIZ

KİTAP

EFENDİMİZ

NAMAZ

HİKMETLİ KİTAP

FİLİMLER


   
  Tevhid Nesli geliyor....
  İRİN KÜPÜ PATLADI
 

İRİN KÜPÜ PATLADI  İktibas Dergisi, Cemal Çağlak

Allah’tan gelen emirleri safsatalarla bulandırmak ya da o hükümleri zamanın gerisinde kalmış gibi lanse etmek küfürdür. Bahsettiğimiz sapma yollarıyla oluşturulmuş akide, düşünce ve eyleme yöneliş yönüyle felce uğramış bir hayat tarzı meydana getirir. Bu anlayışlarla yoğrulmuş insanlık, ziyana uğramış bir yeryüzü oluşturduğu gibi, heba edilmiş bir ahiret hayatıyla da karşılaşacaktır. Bu yüzden tasavvufun bizi ne hale getirdiği ile ilgili ele alacağım konu sadece Türk toplumuna mahsus kalmayıp ünü dünya ile kucaklaşan Mevlana ekolünün Kuran’a muhalif anlayışlarını işleme amaçlı olacaktır.

Pek az insanın daha önceden bildiği ancak büyük bir kesimin "Ceviz Kabuğu" adlı programla haberdar olduğu Mevlana gerçeği toplumu büyük bir şaşkınlığa uğrattı. Bu tepki, halkın, eserini okumadan sahiplendiği Mevlana’yı ne derece kutsallaştırdığını göstermektedir. Türk toplumunun genel anlayışında araştırmadan sevme ve düşman olma gibi nahoş bir yaklaşım vardır. Bu toplum dinini sever ama mahiyetini bilmez, Mevlana’yı sever ama onunda eserlerini okumaz. Hatta bunların çoğu Mesnevi adlı bir eserin var olduğunu belki de Hulki Cevizoğlu’nun programı sayesinde öğrenmiştir. Hulki Cevizoğlu, Mevlana ile ilgili iki program yaptı. Tartışılması büyük sıkıntılar ortaya çıkaracak olan bu konunu ilkinde Mikail Bayram’ın Mevlana ile ilgili sözleri büyük şaşkınlık meydana getirdi. Bu şaşkınlığa uğrayanlardan birisi de Hulki Cevizoğlu idi. Ancak ikinci programda Mesnevi gerçeği ile Hulki Cevizoğlu da tanışmış olacak ki tiksinti oluşturan pornoğrafik ifadeleri müşahade ettikten sonra Mevlana’yı koyacağı yere koydu. Programın en can alıcı ifadesi ise Mevlana’yı savunmak için yayına bağlananlara, Cevizoğlu’nun "Allah’ın peygamberi Muhammed’i bu kadar savunamadınız ama..." anlamındaki sözleriydi.

Program iki boyut oluşturdu. Birincisi; Mevlana’nın eserlerindeki ahlak dışı örnekler, ikincisi; onun bir Moğol ajanı olarak gösterdiği faaliyetlerdi. Programı takip eden günlerde devlet ve millet işbirliği ile Mikail Bayram hocaya olmadık haksız saldırılar yapıldı. Gerçekten Cevizoğlu, çıkışında haklıydı. Ne devlet ne de millet Mevlana’yı koruduğu kadar peygamberini ve yolunu korumadı. Konya’da mahalli gazete ve televizyonlar Mikail Bayram’a ateş püskürürken belediye başkanı, vali ve rektör aynı kınama ve tehdit dolu ifadelerle bu kervana katıldılar. Hiç kimse aklı selim bir tavır alarak hocanın çalışmalarındaki bulgularını bilimsellik açısından incelemeye yeltenmedi. Halkın bu tavrı bir garabettir. Peki toplumun okuyan ve yönetici olmuş diğer üçlüsünün tavırlarına ne demelidir? İnsan hiç değilse bunların gerçek olup olmadığını merak eder de Mesnevi’den iki sayfa karıştırır ve tavrını ona göre belirler. Maalesef her defasında karşımızda bulduğumuz tavır budur.

Programdaki iddialar toplum için çok sarsıcı gelebilir. Ancak Kur’an’daki nezih ifadelerle asla bağdaşmayacak cümleleri içeren Mesnevi Allah’ın kitabına bir isyan ve bu kitabı yazan Mevlana da ilahlığını ilan etmiş sahte bir peygamberdir. Bu bir bilinçsizliğin eseri olamaz. Hele hele Selçuklu sultanlarını ve vezirlerini parmağında oynatacak kadar stratejiyi biliyorsa… Yazımın ilerleyen kısmında bu konu üzerinde duracağım. Kendisini ortaya koyuş şekliyle ilahlaşmış ve Allah’ın ayetlerine karşı nazire oluşturmuş bu insanın eserlerini halkımız okumadığından dolayı onu şifaen tanımaktadırlar. Mevcut kaynaklar ve sistem Mevlana’yı hoşgörü, diyalog ve bir gönül insanı olarak tanıtmakta, dünya malına ve makamına önem vermeyen bir derviş portresi çizmektedirler. Sonradan gelenler ise onu İslam’ı Türk usulü yorumlayan bir reformist ya da liberal kafalı aydın tiplemesiyle tanımlamaktadırlar. Bakınız M. Kemal bu konuda ne demektedir:

"Gazi de memnundu. Mevlevihanedan ayrıldıktan sonra beni imtihan etmek tarafını saklayarak sanki kendisi öğrenmek istermiş gibi bir eda ile sordu:

-Bu Mevlana nasıl adamdır?

-pek iyi bilmiyorum ama, dedim; her halde çok büyük bir adam olacak ki musiki, şiir, raks gibi dincilerin hoş görmedikleri şeyi tarikatine ayin ve esas yapmış. Bana, yeşil kubbesinin sivriliği bile göklerden bir şey tırmalıyor gibi gelir.

Neşeli neşeli gülüyor.

-Ben onun ne liberal kafalı bir şair olduğunu bildiğim için "huzuruna kupkuru girilmez" dedim, birkaç kadeh çekip de girdim.1

Bu öğütçü babanın zihinlerde uyandırabileceği tasavvurlar sınırlandırılamaz. Okuyucularımdan özür dileyerek söylüyorum; eşek ve kadının sapık ilişkisi² , hamamda düzülen adamın hikayesi³, kadınlar vaazına çarşaf giyerek giden adamın sarkıntılıkları 4 gibi bir çok pisliği ayrıntılı olarak Mesnevi’de görebiliriz. Bütün bu iğrençliklerin nasihat amaçlı olduğunu savunanlara ise kötünün, ahlaksızlığın emsal olamayacağını söylemekle yetinebiliriz. Ceviz Kabuğu adlı programda bunlar ayrıntılı olarak okundu. Eski Diyanet İşleri Başkanı Lütfü Doğan utancından dolayı bu cümleleri okumaktan kaçındı. Ancak DSP milletvekili Gaffar Yakın kötünün emsal olacağını ispat edercesine eşekle kadının bir araya gelerek yaptığı kabak yemeklerini (!) kendince tefsir etti.

Bahsettiklerimizden daha kötüsü de içinden bin bir çeşit pis koku yükselen bu kitabı, Mevlana’nın Allah katından inmiş gibi tanımlamasıdır. Mesnevisi’nin birinci cildinde yer alan önsözde "Bu Allah katındandır. Ona temiz olanlardan başkası dokunamaz" sözleri aslında Kur’an’ı tanımlayan ayetler olmakla beraber Mevlana bu ayetleri kendi kitabını kutsamakta kullanmaktadır. Şüphesiz işlediği bu zulmün hesabını Allah’a verecektir. O kadar pornografik hikayeyi din hesabına takdim edip üstelik bunların Allah katından olduğunu söylemek şirk değil midir? Kendi zamanında Mesnevi’nin mahiyeti ile ilgili tartışmaya ne cevap verdiğine Menakıb’ul Arifi’nde yer alan ifadeleri ile bakalım:

Bir gün Sultan Veled buyurdu ki: dostlardan biri babama şikayette bulundu ve alimler Mesnevi’ye neden Kur’an diyorlar diye benimle bahse girişti. Ben de Kur’an’ın tefsiridir dedim, deyince; babam bir lahza susup sonra a sersem dedi, niçin olmasın? A eşek niçin olmasın? A orospu kardeşi niçin olmasın? Peygamberlerle velilerin harfi zarflarında tanrı sırlarının nurlarından başka bir şey yoktur.5

Bu ağzı küfürle dolu sahte peygamber asırlardır insanlığa sembol olarak tanıtılmıştır. Hem de bir takım güçlerce evrensel insan statüsü kazandırılmış, Unesco’ya reklamı yaptırılmıştır. Peygamberimiz hiçbir zaman emperyalizmin kullanma klavuzu olan bu insan kadar gündeme getirilmemiştir. Biz yine Mesnevi’nin Allah katından olduğu iddiasına Kur’an’ın verdiği cevabı bildirelim:

"Allah’a karşı yalan uydurandan ya da kendisine bir şey vahye dilmemişken "bana vahyolundu" diyenden ve "ben de Allah’ın indirdiği gibi indireceğim!" diyenden daha zalim kim olabilir. O zalimler ölüm dalgaları içinde, melekler ellerini uzatmış: "haydi canlarınızı çıkarın, Allah’a gerçek olmayanı söylemenizden ve O’nun ayetlerine karşı büyüklük taslamanızdan ötürü bugün alçaklık azabıyla cezalandırılacaksınız.!" Onların halini bir görsen! 6

Mevlana ile alakalı bir başka olayı da açıkladıktan sonra onun ajanlığı ile ilgili konuya geçeceğim. Selçuklu devrindeki bir işret ve eğlence aleminde bulunan Mevlana ile ilgili bir hadiseyi okuyucuların yorumuna bırakıyorum:

Vezir Ziyaeddin’in hanında tavus adında harp çalan bir hanım vardı. Sesi de çok tatlı ve gönül okşayıcıydı. Gönül kapıcı ve benzeri az bulunur bir kadındı. Saz çalmasındaki maharetinden ötürü bütün aşıklar onun esiri olmuşlardı. Tesadüfen bir gün Mevlana hazretleri o hana girip tavus hanımın odasının karşısına oturdu. O sırada tavus-ı çengi cilve yaparak Mevlana’nın huzuruna gelip baş koydu, sazını Mevlana’nın eteğine vurup onu kendi hücresine davet etti. Mevlana Hazretleri icabet buyurup sabahın erken saatlerinden ta akşam namazına kadar onun odasında namaz ve niyazla meşgul oldu. Mübarek sarığından bir gez miktarı kesip tavus hanıma verdi. Cariyelerine de kırmızı dinarlar bağışlayarak oradan hareket etti.

Görülüyor ki Mevlana ne yaparsa yapsın hikmet olarak kabul edilmekte, insanları eğlendirmekle meşhur olan bir kadının odasında geçirdiği saatler te’vil edilerek fuhuştan keramet çıkarılmaktadır. Ne yazık ki yanlışları zorlamayla te’vil ederek oluşturulan din anlayışı uyanma yerine uyuşmayı körüklemiştir. Bu şekilde düşünce sarhoşluğuna uğramış insanların yaşadığı toplumda, emperyalizm ve zalim iktidarlar hiçbir zaman zarar görmemişlerdir. Dini sadece vicdan meselesi haline getiren bu tür yaklaşımlar emperyalizm yada müstekbirler tarafından koruma altına alınmıştır. Bu uydurma dinin müntesipleri de kendilerini koruyanlara karşı her zaman itaatkar davranmışlardır.

 Mekke dönemine bir göz atarsak hayata karışmayan dinin nasıl zarar görmediğini görürüz. Varaka b. Nevfel’in putperestliğe karşı olduğunun bilinmesine rağmen Mekke rejimi ona karşı katı bir düşmanlık beslememişti. Çünkü Varaka’nın tahrifata uğramış dini hayata müdahale etmekten uzaktı. Vicdana hapsedilmiş bir din oluşu ona dokunulmazlık sağlıyordu. Ancak Rasulullah’ın yaptığı çağrı aynı merhameti göremedi. Vicdanda şekillenen inanışın hayata müdahalesi emrediliyordu. Bu müdahale de emperyalist ve zorba anlayışı çileden çıkarıyor, bitmez tükenmez saldırıların başlamasına sebep oluyordu. Demek ki elçinin çağrısı zorbaların işine gelmiyordu. Allah’ın indirdiği din ikiyüzlü değildir. Eğer ikiyüzlü kullanılıyorsa O da Allah’ın dini değildir. Yani din iki tarafı razı etmediği gibi toplumu da hak ve batıl olarak ikiye ayırır. Bu Kur’an’ın Furkan olma özelliğidir. Ne var ki Mevlana tarafından yorumlanan yahut uydurulan dinde vahiy karşıtı ifadeler sürekli öne çıkar. İslam’da herkese sevgi besleme ve her batılı kabullenmek gibi bir hadise yoktur. Fakat Mevlana’da hepsi onaylanır. Bu yüzden de emperyalizmin teşviki ile her zaman gündemde tutulur. Çünkü emperyalizmin geri kalmış toplumlara sızma kanalı, hoşgörü yada hümanizm aldatmacalarıdır. Moğolların bu durumdan ne kadar istifade ettiğini göreceğiz. Birilerinin dirisinden yararlandığı Mevlana’nın daha sonraları ruhaniyetinden de faydalanıldı. Nihayet M. Kemal’in bile medeni bir toplumda insanların ölülerden yardım beklemesini affedilmez bir hata olarak beyan ettiğini biliyoruz. Müslüman olarak bu söze katılıyoruz. Ancak M. Kemal’in bile tekke ve zaviyelerin kapatılması kanununa muhalefet ederek Mevlana dergahını müze haline getirmiş, devrimlerine zarar verecek ayaklanmaların önünü kesmek için Mevlana’nın ölüsünden yardım beklemiştir.
Konya’ya her gelişinde Mevlana’nın türbesini ziyaret eden Atatürk, beşinci gelişleri olan 21 Mart 1923’te türbede saatlerce meşgul olarak sema törenini seyretmiş, bu kültür ve sanat ocağının ileride çok güzel bir müze olabileceğini daha o günlerde düşünmüştü. Bir yıl sonra tekke hakkındaki kanun B.M.M.’den çıkmıştı. Atatürk Mevlana dergahını müze haline getirilmesi fikrini ortaya atmış, Konya milletvekillerinin fikrini almış, eşyayı tesbit ettirmek üzere M.E.B.’den üç kişilik bir heyeti de Konya’ya göndermiştir. O günlerde müze olarak açıldığı zaman halkın buraya akın edeceği endişesini ortaya atan M.E bakanı Vasıf Çınar’a Atatürk kesin olarak şu emri vermişti: "İyi ya! Ben de onu istiyorum Mevlana’yı her ziyaret edeni irticanın kucağından kurtarır, inkılaba ve vicdan hürriyetinin safına kazanırız."
7

M. Kemal tekke ve zaviyeleri kapamasına rağmen Mevlana’dan vazgeçmemiş inkılaplarını uygulamak için onun felsefesinden faydalanmıştır. Daha önce içkili bir vaziyette Mevlana türbesini ziyaret ettiğinde Mevlana’yı hangi noktada takdir ettiğini biliyoruz. Mevlana’nın ruhaniyeti rahatsız oldu mu bilemem ama M. Kemal’in oraya içkili olarak gelmesini umarım ki Mevleviler ve diğer Müslümanlar pek yadırgamazlar. Burada kabahat varsa o da Mevlana’ya aittir. İnsan "Ne olursan ol yine gel" demeden önce bir parça düşünür de öyle konuşur.

Şimdi cumhuriyet hatıralarından daha geriye giderek Selçuklu- Moğol kavgasında ajanlık yaptığı söylenen Mevlana’nın durumunu inceleyelim. Mikail Bayram’ın ortaya attığı bu görüş Ceviz Kabuğu programıyla güncelleşti. Şimdi bu konuya ışık tutmak için tarihi kaynaklara yönelmek gerekmektedir. Mevlana ve ailesinin yaşantısı bu konuda oldukça ilginç bilgiler vermektedir.

Mevlana’nın babası Bahaeddin Veled ve Fahreddin Razi düşünce yönüyle birbirlerine zıttı. Fahreddin Razi’nin Bahaeddin Veled’i Harizmşah’a şikayet ettiği ve onun da bundan incinerek oraları terk ettiği söylenir. Bazı kaynaklarda ise bu göçün sebebinin Moğol istilası olduğu anlatılmaktadır.
Esasen tasavvuf ehline iyi bakmayan ve bunların Harizmşah katında saygı görmelerini çekemeyen Fahreddin Razi, Bahaeddin Veled’in açıkça kendi aleyhine tavır almasına da çok içerlediğinden onu Harizmşah’a gammazladı. Bahaeddin Veled’in de gönlü Harizmşah’tan incindi ve Belh’i terk etti. Ancak araştırıcılar Bahaeddin Veled’in Belh’den göç etmesine sebep olarak Moğol istilasını gösterirler
.8

Bahaeddin Veled’in Moğolların istila haberini ne şekilde aldığı bilinmemekle beraber iki düşüncenin kapıştığı bir ortamda karşıt düşünceyle iktidarın koalisyonu neticesinde oradan ayrılışı mantıklı görünmektedir. Ancak daha sonraları Harizm’e duyulan bu kin kendisinde ve Mevlana’da ortaya çıkacak ve Moğolları Allah’ın askerleri olarak tanımlayacaktır. Şüphesiz Bahaeddin Veled ve Harizmşah sürtüşmesi Mevlana’yı Moğol sempatizanı haline getirmiştir.

Bahaeddin Veled Belhlilerden incindi; o zevalsiz saltanat sahibinin gönlü kırıldı
Hemencecik tanrıdan, ey kutupların padişahlar padişahı tek er diye hitap geldi
Dendi ki: bu topluluk seni incitti; senin tertemiz gönlünü kırdı ya. Sen de çık bu düşmanların içinden de onlara azab göndereyim, belalarını vereyim... O daha yoldayken haber geldi; o sırrın eseri belirdi.
Tatar, o bölgelere hücum etmiş İslam askeri bozguna uğramıştı
Belh’i almışlar, o topluluktan hadsiz hesapsız bir çok kişiyi ağlata inlete öldürmüşlerdi.
Büyük şehirleri yakıp yıkmışlardı. Tanrının bin türlü azabı vardır
.9

Sülale boyu Allah’tan kendilerine haberlerin geldiğini iddia eden Bahaeddin Veled Belh’i terk eder terk etmez Allah onun intikamını Harizmşah’tan almıştır. Ancak daha sonra hac yaparak Anadolu’ya gelen ve önce Karaman’da sonra Konya’da yerleşen bu zata bütün halkın ve idarenin iyi davranmasına rağmen Allah’ın askeri olan Moğollar bu halka niçin saldırmıştı bilinmez. Haydi, diyelim ki Harizmşah Mevlana’nın babasını üzmüştü ve belayı bulmuştu. Kendisini ve babasını üzmeyen Selçuklu Devleti’nin günahı neydi?

Bahaeddin Veled öldükten sonra Seyyid Burhaneddin halife oldu. Mevlana bir müddet bu zatın terbiyesinde yetişti. Seyyid Burhaneddin, Bahaeddin Veled’ten ne aldıysa Mevlana’ya aktardı. Moğolların Anadolu’ya girerek cinayetler işlediği zamanda Seyyid Burhaneddin Kayseri’deydi. Ortalığı kan gölüne çeviren Moğollar ne hikmetledir ki onun dergahına girince baş eğip teslim olmuşlar, Seyyid’in ayaklarına altın saçmışlardır.

Seyyid Hazretleri Kayseri’nin hendeği yanında ilahi şarapla mest olmuş oturuyordu. Moğol askeri de şehri yağma ediyordu. Birden bire heybetli bir Moğol kılıcını çekerek Seyyid’in hücresine geldi. Ona: "Ey! deme, çünkü sen her ne kadar Moğol kıyafetine bürünmüşsen de bizce malumsun. Çünkü ben senin kim olduğunu biliyorum." buyurdu. Moğol derhal atından indi, baş koydu, biraz oturup gitti. Seyyid’in yanında bulunan arkadaşlar o adam hakkında sorguda bulundular. Seyyid "Hırka içinde saklı olan bu adam, tanrı kubbeleriyle örtülü olanlardandır." dedi. Bir an sonra bu adam döndü Seyyid’in ayağına birkaç dinar saçıp başını açtı, mürid olup gitti.10

                                                               DEVAMI>>>>>

------------------------------------------------------------------------------

Dipnotlar
1- PERİNÇEK, Doğu, Din ve Laiklik Üzerine, s. 261-262
2. Mesnevi, MEB Yay. 5.c., s.111-118
3- Age. s. 272-273
4- Age. s. 205-206
5- Mesnevi, MEB Yay. 4.c., s.326
6 - En’am: 93
7 - Mevlana Ailesinde Türk Milleti ve Devleti Fikri, Kültür Bakanlığı, s.20
8- 723. Vuslat Yıldönümü, TC Konya Valiliği, s.8
9- Mevlana Ailesinde Türk Milleti ve Devleti Fikri, Kültür Bakanlığı, s.120-121
10-
Age. s.121

 
 
  Bugün 63 ziyaretçi bizimle...  
 
Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden