İSLAM`DA MEZHEP
Muhammed Sultan el-Mâsumî
Tahkik :Selim el-Hilâli
Terceme : Ali Ebu Muhammed
MÜELLİFİN ÖNSÖZÜ []
Bizi islâm ve imanla hidayete erdiren, Kur’ân-ı Kerîm’in manasını öğrenmeye ve Rasûlulları’ın hadislerini anlamaya muvaffak kılan Allah’a hamdü senalar olsun.
Salât ve selam, insanlık devam ettiği sürece ashabın ve tabiînin takip ettiği yolu bize ihsanla tam ve kâmil olarak gösteren tüm insanlığın ve cinlerin peygamberi Hz. Muhamed’e (s.a.v.) olsun.
Kudret sahibi Mevlâsının iyilik ve lütuflarına muhtaç olan kulu Ebû Abdurrahman Muhammed b. Sultan b. Ebî Abdullah Muhammed el-Masumî el-Mekkî. Allah kendisini, Kur’ân ile amel etmeye, Rasûlullah’ın sünnetine sarılmaya ve güzel bir sonuca (son nefesinde imanlı olarak ölmeye) muvaffak kılsın der ki: “Bana, Uzakdoğu ülkelerinden olan Japonya’nın Tokyo ve Oseka şehirlerinde oturan müslümanlar tarafından bir mektup gönderildi. Mektup özetle şu konudan bahsediyor: “islâm nedir? Mezhep ne dernektir? islâm diniyle şereflenen birisinin dört mezhepten birisine veya başka bir mezhebe girmesi, yani Malikî, Hanefî, Şafiî veya Hanbelî olması gerekir mi, gerekmez mi? Çünkü burada büyük bir ihtilaf ve vahim bir münakaşa başladı. Japon fikir adamlarından birkaç aydın islâm dinine girmek ve imanla müşerref olmak isteklerini Tokyo’da bulunan müslüman cemiyetine açtılar. Hindistanlı müslüman bir grup; “Kendilerinin, ümmetin kandili olan Ebu Hanife’nin (*) mezhebini seçmelerini”, endonezyalı bir grup ise; “Şafiî mezhebinden olmaları gerektiğini” söylediler. Japonlar bu sözleri işitince çok şaşırdılar. Onların bu tutumlarına çok hayret ettiler. Mezhep sorunu onların müslüman olma yolunu tıkadı.
(*) Mezhep taassubu hadis uydurma ve yayılmasında büyük bir rol oynamıştır. Mezhep ve Mezhep imamları hakkında uydurulan bazı hadisler şunlardır;
–”Benden sonra bir adam gelecek, ona Numan bin Sabit denir, künyesi de Ebu Hanefe’dir. Allah’ın dini ve benim sünnetim onun eliyle ihya olunacaktır.”
–”Ümmetimden Muhammed bin İdris [Şafii] adında bir adam çıkacaktır, o ümmetime iblisten daha zararlıdır.
–“Yine ümmetimde bir adam bulunacaktır ona Ebu Hanife denilir, ümmetimin kandili odur.”
Bu uydurma hadis, Kur’ân’ın açıklığına muhaliftir. Çünkü Allah’ın, kitabında nitelendirdiği gibi; ümmetin kandili Muhammed(s.a.v.)’dir;
“Ey Peygamber! Biz seni gerçekten şahit, mujdeleyici ve uyarıcı. Allah’ın izniyle O’nun yoluna çağırıcı ve aydınlatıcı bir kandil olarak gönderdik” (Ahzab, 45-48).
Mukallidlerin kendi imamlarına masum Peygamberin sıfatını nasıl giydirdiklerini iyice düşün. Bunun içindir ki muayyen bir mezhebe bağlanmamak asıl olmuştur. Böylelikle masuma (peygambere) ittiba ile masum olmayana ittiba ayrılabilinir.
Çünkü muayyen bir mezhebi taklit eden kimse, aslında peygambere tabi olma ile hata ve isabet eden Müctehide tabi olmayı müsavi kılmıştır.
–Sahih hadisler içinde bir mezhebi veya bir mezhep imamı hakkında olumlu veya olumsuzda olsa hiçbir hadis bulunmamaktadır. Bu konuda söylenen bütün sözler uydurma hadislerdir Allah bu sözleri Peygambere nisbet edip uyduranlara lanet etsin.
Muhterem Hocam, değerli bilgilerinizden öğreneceklerimiz inşallah bu müşkilatın çözümüne sebep olacaktır. Kalplerimizin mutmain olması ve düşünce ufkumuzun genişlemesi için bu konuyu açıklamanızı sizden arzu ediyoruz. “
EsselamüAleyküm.
Muhammed Abdülhay Kurbanoglu
Muhsin Çabanoğlu
Tokyo. H. 1357
İSLÂM VE İMAN’IN HAKİKATİ
Ben de Allah’ın bana öğrettiği şeyleri gereği üzere cevaben yazdım. Kudret ve kuvvet yüce ve azim olan Allah’ındır. Muvaffakiyetim onunladır. Doğruya ileten de odur.
Şunu biliniz ki, müslümanların birçoğu, özellikle cahillerinden çok âlimleri, bir müslümanın Ebu Hanife, Malik. Şafiî ve Ahmed b. Hanbel gibi İmamlara nisbet edilen mezheblerden birine bağlanması gerektiğini iddia ederler. Hâlbuki bu hatadır hatta söyleyenin cehaleti ve islâm’ı bilmemesinden kaynaklanmaktadır.
Sahihayn’da yer alan sahih meşhur Cibril hadisinde islâm’ın tarifi şöyle yapılmıştır:
“Cebrail Rasûlullah’a (gelerek);
-islâm nedir? diye sordu.
Rasûlullah:
-Allah’tan başka ilah olmadığına ve Hz. Muhammed’in (s.a.v.) O’nun kulu ve elçisi olduğuna şehadet getirmen, namaz kılman, zekât vermen, Ramazan orucunu tutman ve gücün yettiğinde hac yapmandır, buyurdu.
Cebrail:
-İman nedir? Diye sordu.
Rasûlullah:
-Allah’a, meleklerine, kitaplarına, resullerine, ahiret gününe ve kaderin hayrına ve şerrine inanmandır, buyurdu.
Cebrail:
-İhsan nedir? Diye sordu.
Rasûiullah:
-İhsan; Allah’ı görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Sen onu görmesen dahi o seni görür, buyurdu.”
Abdullah b. Ömer’in rivayet ettiği hadiste ise şu tarif yer alır:
“islâm beş esas üzerine kurulmuştur: Allah’tan başka ilah olmadığına, Rasûlullah’ın O’nun elçisi olduğuna şehadet getirmek, namaz kılmak, zekât vermek, oruç tutmak, gücü yetenler için hac yapmak.”
Müslim’de; Ebû Hureyre’nin rivayet ettiği bir hadistede: “Bir adam Rasûlullah’a gelerek, Ya Rasûlallah (yaptığımda cennete girebileceğim bir ameli bana öğretir misin? diye sordu.
Rasûlullah:
Allah ve Rasûlüne inanman, namaz kılman, zekât vermen. Ramazan orucunu tutmandır, buyurdu.
Adam:
Allah’a yemin ederim ki, ne bunlardan fazla birşey yaparım ne de eksiltirim, deyince Rasûlullah; Bu arabi (bedevî) doğru söylüyorsa kurtuldu, buyurdu.
Müslim’de; hadis şarihleri derler ki: Hadiste haccın zikredilmemesinin sebebi o zamanlar daha farz olmadığındandır.
Buharî’de; Enes (r.a.) bu konuda şöyle bir hadis nakleder;
“Rasûlullah ile birlikte mescidde bulunduğumuz esnada deve üstünde birisi gelip devesini mescidin önüne çökerttikten sonra bağladı. Ondan sonra:
- Hanginiz Muhammed’dir? diye sordu.
Rasûlullah eshabın arasında dayanmış oturuyordu. Biz:
- İşte dayanmış olan şu beyaz tenli adamdır, dedik.
Adam:
- Ey Abdulmuttalib’in oğlu, diye hitap etti.
Rasûlullah:
- Seni dinliyorum, diye buyurdular.
- Ben sana bazı şeyler soracağım. Ama soracaklarım pek ağırdır. Gönlün sakın benden incinmesin, dedi.
Rasûlullah:
- Aklına geleni sor, buyurdu.
Adam:
Senin ve senden öncekilerin Rabbi için söyle, bütün insanlara seni Allah mı gönderdi? dedi.
Rasûlullah:
- Evet dedi.
Adam:
- Allah için, günde beş vakit namaz kılmayı Allah mı sana emretti?
Rasûlullah:
- Evet, dedi.
Adam:
- Allah için, söyle, senenin Ramazan ayında oruç tutmayı sana Allah mı emretti? dedi.
Rasûlullah:
- Evet, dedi.
Adam:
- Allah için zekâtı zenginlerden alıp fakirlere dağıtmayı sana Allah mı emretti? dedi. Rasûlullah:
- “Evet” deyince,
Adam:
- Sen ne getirdin ise ben ona iman ettim. Arkamdaki kavmime elçi benim. Ben Sa’d b. Bekr kabilesinden Dımam b. Sa’lebe’yim dedi.”
İşte Allah’ın kullarına emrettiği ve Rasûlullah’a açıklamak için gönderilen “İSLÂM” budur.
Bu hadislerden maksad islâm’a girmek isteyen için onun kolaylığını göstermek kelime-i şehadetı telaffuz edip diğer rükünleri yapmanın yeterli olduğudur. Birçok furuata ve mezhebe girme veya girmeme konusuna gelince, islâm’a girmede şart değildir İslâm ümmeti için onlardan bir grubun arz olunan şeylere fetva vermeleri için dinî işlerde fıkhı öğrenmeleri yeterlidir.
” İmam-ı Şafii (r.a.) şöyle der: “Bir kimsenin bir şey için helal veya haramdır demesi ancak ilim cihetiyle olur. İlmin ciheti ise kitap ve sünnette, gelen haber, icma veya kıyasladır.” (er-Risale, s. 39)
Allame Fullânî de şöyle demiştir: “Derim ki: Bu hadis ve eserler, ilim teriminin ancak Allah’ın kitabında, Allah resulünün sünnetinde icma ve bu asıllara (esaslara) göre nassın yokluğunda kıyası görenlerin indinde kıyas yapılan şeylere ıtlak olunacağını tasrih etmektedir. Nebevi hadislere muhalif olmasıyla birlikte mezhebi re’y kitaplarına, taklid ve asabiyyet ehlinin ilmi hasretmelerine göre değildir.”
Öyleyse ilmini faziletini içeren âyet ve hadislerin kasdettigi gerçek alim; delillerden hüküm istinbat etmek için gayret sarfeden müctehiddir. Mukallid ise, alim değildir. Asırlar boyunca ilim ehlinin ittifak ettiği de budur.
DÖRT MEZHEBTEN BELLİ BİR MEZHEBİ TAKLİD ETMEK NE VACİPTİR, NE DE MENDUP
Mezhepler, müçtehidlerin görüşleri, bazı meselelerdeki anlayış ve içtihatlarından ibarettir. Ne Allah ve ne de Rasûlü bu görüş, anlayış ve içtihatlardan birine uymayı kişiye farz kılmaz. Çünkü bu görüş, anlayış ve içtihatlarda doğrular olduğu gibi hatalar da vardır. Sadece doğru olan, hiç hata bulunmayan görüş Rasûlullah’dan sabit olanlardır. Müçtehidlerin çoğu, bir meselede görüş beyan ettikten sonra gerçek ortaya çıktığında gerçeği benimseyerek eski görüş ve içtihatlarından vazgeçmişlerdir. ()
Bu sebeple kim İslâm dînine girmek, iman etmek isterse, sadece Allah’a ve Rasûlune inanması (şehadet getirmesi), beş vakit namazını kılması, zekâtını vermesi, Ramazan orucunu tutması ve imkân bulursa hacca gitmesi gerekir.
Dört mezhebten veya diğerlerinden birine intisab etmek ise vacip olmadığı gibi mendup da değildir. Bir müslümanın bir mezhebe bağlanmasının gereği ve zorunluluğu da yoktur.
Her meselede sadece bir mezhebe bağlanmanın gereği ve zorunluluğunu savunan kimse mutaassıp ve hatalı görüşlü olup herşeyi körükörüne taklid eden birisidir. Bu kişi dinini parçalayan, insanları guruplara ayıran kişilerden birisidir. Allah ise dinde tefrika ve parçalanmayı yasaklamaktadır:
“Ey Muhammed! Fırka fırka olup dinlerini parçalayanlar ile senin hiçbir ilişiğin olamaz. Onların işi Allah’a kalmıştır, yaptıklarını onlara sonra bildirecektir.” (En’am 159)
“Sakın müşriklerden olmayın. Onlar dinlerini dağıtmışlar, bölük bölük olmuşlar… Ve her bölük kendi elindeki şey ile sevinmektedir.”(Rûm 31-32)
İslâm dini tek bir dindir. Onda Rasûlullah’ın gösterdiği yol ve siretten başka uyulması gereken mezheb ve yollar yoktur. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Ey Muhammed! De ki; Benim yolum budur; ben ve bana uyanlar bilerek insanları Allah’a çağırırız. Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih ederim. Ben asla Allah’a eş koşanlardan değilim.” (Yusuf Sûresi, âyet 108)
Bu mezhepleri de, mukallidler (taklitçiler) tarafından kendi mezhebi lehine ortaya atılan bilgisizce münakaşa ve mücadeleler çoğaltmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Allah’a ve peygamberine itaat edin; çekişmeyin, yoksa korkar, başarısızlığa düşersiniz ve kuvvetiniz elden gider. Sabredin, doğrusu Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal 46)
Hâlbuki Allah, birlik ve beraberliği ve Kur’ân’a uymayı emrediyor:
“Toptan Allah’ın ipine sarılın, ayrılmayın. Allah’ın size olan nimetini anın: Düşmandınız, kalplerinizin arasını uzlaştırdı da onun nimeti sayesinde kardeş oldunuz…” (Ali İmran 103)