İTİKADDA SÜBÛTU KAT’İ VE DELALETİ KAT’İ NASSA DAYANMAK
Vahyin ilk dönemlerinden itibaren Kur’an dışı önceki kültür ve akaidlerden yeterince arınamamış, tertil üzere Kur’an’ı okumak konusunda Rasul ve onunla birlikte olanlar gibi vahyin mesajını ve ölçülerini yeterince kavramamış insanlar hep olagelmiştir. Zafer yaklaştığında fevc fevc İslam’a koşan insanların (â’rab) aceleyle “iman ettik” demelerini Rabbimiz tashih ederek “İslam’â girdik” ifadesiyle değiştirmelerini, Allah ve Rasulü’ne itaat etmelerini (49/14) istemektedir. Ayrıca Rabbimiz, gaybi imana eğilimin yaygın olduğuna işaret eden bir ayetinde, bu insanların, “ekserisi Allah’a şirk koşmadan iman etmezler” (12/106) diye hallerini açıklamaktadır.
Zanni kültürlerden, bid’atlardan, nefsi yaklaşımlardan ve taklitçilikten yeterince arınamamış hafızaların Rasulullah’tan sonra İslam ümmeti içinde açtıkları bir çok siyasi, usuli ve itikadi farklılık ve sapmalar bilinen bir gerçektir. İşte bu fetret döneminde kendini İslam’a nispet eden bir çok kanaat önderi, Allah’ın Kitabı dışında da gayb haberlerinin olduğu sanısı içine girmişler ve çoğu bu tür yakîn ifade etmeyen rivayetleri dinin aslındanmış gibi göstererek kendi siyasi ve sosyal statülerini ve anlayışlarını meşrulaştırmaya yönelmişlerdir.
Kur’an’da gayb alanıyla ilgili ölçü bildiren ve hududullah’a işaret eden ayetlerle yetinmeyen yönelimler, zanni rivayetlerle iman alanına zulüm karıştırınca, ıslah edici önderler (muslihun) tabii ki Kur’an’ın gayb alanında temel ilkelerini daha anlaşılır bir şekilde ifade etme gayreti içine girmişlerdir. Rivayet ekolü denilen ve Kur’an dışı rivayetlerle akaid tartışmaları oluşturup vahyin sınırlarını aşan yaklaşımlar karşısında; ilk sahabe neslinden bu yana tevhidi bir dirayetle, rivayetlerin Kur’an merkezli metin tenkidini önceleyen ve Kur’an’da yer almayan bir konunun kesinlikle iman esası olamayacağını söyleyen Kur’an talebeleri hep olagelmiştir.
Çünkü gaybla ilgili bilgi konusunda Kur’an kesin olanı, rivayetler ise hem vakilik/sübut bakımından hem gaybı bilme-bildirme açısından zanniliği ifade ederler.
Rasulullah’ın örnekliğinin/sünnetinin Kur’an’daki hükümlerin yaşamlaştırılmasıyla alakalı olduğuna inanan ve itaat eden bu salih anlayış, gayb alanında akaid kitabı olarak Rasulullah gibi sadece ve sadece mü’bin olan Kur’an-ı Kerim’e iman ve itaat etmiştir. Kur’an merkezli bu tevhidi ve ıslahatçı tutum, asırlardan beri İslam’ın yaşayan gücünün ve mü’minlerin inkılab iradesinin ifadesi olmuştur. Kur’an merkezli bu salih tutum, Kur’an dışı rivayetler ve zanlarla ihtilaflar oluşturan akaid mezheplerinin kuruluşuna; yakîn ifade eden muhkem vahye rağmen ruhbanlar gibi gayb biliciliğine yönelenler karşısında, Rabbimizin gayb konusunda hududullahı gösteren ayetlerini iki cümlecikle özetlemişlerdir: İtikad “Sübûtu kat’i ve delaleti kat’i” nass ile oluşturulur.
“Sübût” kelimesi, yakîn gibi sabit ve kat’i olanı ifade eder. Sübûtu kat’i nass, dinde sabitliği, vakiiliği ifade eden ve bize intikali konusunda hiçbir şüphe ve ihtilaf taşımayan bilgidir.
Kur’an’ın vakiiliği ve bize intikali sübûtu kat’idir. Yani Kur’an kesin/yakîn bilgiyi ifade eder. İslam’ın yaşanmasında itaat edeceğimiz ve örnek alacağımız Rasulullah’tan gelen bilgiler ise ikiye ayrılmaktadır. Birinciler sübûtu kat’i olanlardır. Bu bilgiler ed-din ile alakalı ise, aslı “namaz/salat” gibi Kur’an’da bulunan hükümleri içerir. Farz olan namazların rekat ve vakit sayısı ve erkanı, kesin/mütevatir bir uygulamayla kesintisiz olarak, namazı ikame etme emriyle irtibatı olan ve günümüze kadar yaşayan bütün İslami ekoller tarafından aynı kabul ve uygulamayla günümüze kadar gelmiştir. Örneğin süreklilikleri Rasulullah’a kadar inen günümüzdeki İbadiye, Zeydiye, İsnâ Aşeriye, İsmailiye mezhepleri, Sünni mezhebin dirayet ve rivayet ekolleri bugün de akşam namazını üç rekat ve kıyam, kıraat, rüku, sücud tertibiyle kılmaktadırlar.
Gaybi konularda ise Rasulullah’tan gelen ve üzerinde İslami ekollerin anlaştığı, yakîn ifade eden sübûtu kat’i herhangi bir nass yoktur. Rasulullah’tan rivayet edilen bilgilerin ikincisi ise, sübûtu zanni rivayetlerdir. Rasulullah’tan gelen sübûtu zanni rivayetlerden amelle/uygulamayla alakalı olanlar sünnetin aydınlatılması açısından hayati öneme sahiptirler; ama gaybi konularla alakalı olanlar Allah katından olduklarına dair yakînilik/kesinlik taşımadıkları için, hakikat olmadıklarıyla alakalandırılacak ayetler (10/36; 53/28) çerçevesinde değerlendirilirler.
“Delalet” kelimesi de kılavuzluğu, delil olmayı, işareti ifade eder. Delaleti kat’i nass, neyi işaret ettiği, ne anlama geldiği açık ve anlaşılır bilgi demektir.
Delaleti kat’i nass, bir kelimenin veya ifadenin kapalı olmayan, açık olan bilgisi demektir. Kelime veya cümle aynı anda birden fazla manaya gelmemeli; fakat farklı yorumlara müsait olmayacak kadar da açık ve anlaşılır olmalıdır.
İman konusunda bizi bağlayan, sübûtu kat’i olan Kur’an ayetleridir. Kur’an dışında yakîn ifade eden başka bir sübûtu kat’i nass söz konusu değildir. Delaleti kat’i nasstan anladığımız ise, müteşabih olmayan, lafzı kapalı veya tefsire gerek olmayan; yani delaleti anlaşılabilen muhkem ayetlerdir. Örneğin Allah’ın eli, işitmesi, arşa istiva etmesi, bilgisi gibi konuları; ancak “Allah yaratılmışlara benzemez.” muhkem ve delaleti açık ayetiyle kavrayıp değerlendirebiliriz. Müteşabih ayetler de anlaşılır. Ama anlamları çeşitlilik taşıyacağı için gaybi alanda kat’ilik ifade etmesi gereken bir konumda olamazlar. Örneğin, insanın yaratılışı ile ilgi ayetlerden yaratılış hakkında “evrimci” veya “biçimsel doğrudan yaratılış” konusunda bir kanaat sahibi olabiliriz. Ancak bu kanaatimiz farklı anlamlara gelebilecek ayet ve lafızlardan bir çıkartım olduğu için, iman esası oluşturmaz. Bu konuda delaleti açık nasslar sadece net olarak yaratma fiilinin Rabbimize ait olduğunu kesin ve açık bir şekilde belirtmektedirler.
İslam ümmetinin 6-7 asırdan bu yana akaid alanından, idari ve siyasi alana kadar Kur’an’dan uzaklaştığını ve çözüldüğünü ifade etmiştik. Ancak Müslümanları yeniden vahiyle buluşturan, “Ey iman edenler iman ediniz.” hitabıyla uyararak yine Kur’an’ın mesajı ve ölçüleriyle diriltmeye çalışan ıslah çabalarına da değinmiştik. Islah çabalarının, hareketlerinin ve öncülerinin son 6-7 asırdır İslam’ın yaşayan gücünü ve sürekliliğini ifade ettiğini vurgulamıştık.
20. yüzyılda tüm İslam dünyasında Müslümanları vahyi köklerine ve tevhidi sorumluluğa davet eden, onları gaybi alanda da tefrikadan, zanlardan ve vehimlerden uzaklaştırmak için çalışan ıslah çizgisinin öncü isimleri Muhammed Abduh, Mahmut Şeltut, Takiyyüddin Nebhani, Seyyid Kutub gibi şahsiyetler; Türkiye’de de Ercüment Özkan, Hikmet Zeyveli, Şeyho Duman gibi isimler veya yayın faaliyetine başladığından beri Haksöz dergisinin yazar ve editörleri iz bırakacak şekilde akaidde sübûtu kat’i delaleti kat’i nass gerçeğini gündeme taşımışlardır.
SONUÇ
“Ey iman edenler, Allah’a, Rasulü’ne, Rasulü’ne indirilen Kitab’a ve bundan önce indirilen kitaplara iman edin.” (4/136) ayeti Fussilet Sûresi’nde de belirtildiği gibi iman alanında hidayet ve şifayı hangi kaynakta bulacağımızı da göstermektedir. Gaybi konularla ilgili Kur’an bütünlüğünü öncelediğimizde, akaid alanında Kur’an’ın bize gösterdiği ölçüleri beş maddede belirtebiliriz:
1- Kur’an’ın muhkem ve delaleti açık nassları dışında, sübûtu kat’i özellik taşıyan, yani yakîni başka bir sahih itikad kaynağı yoktur.
2- Korunmuş ve kesin ilim ifade eden vahyin dışında, itikadımıza sübût bakımından da vürûd (bize ulaşması) bakımından da tamamen zanna dayanan gayb haberleriyle zulüm karıştırmamalıyız.
3- Allah’ın Rasulü Hz. Muhammed, ed-din adına bizi ilgilendiren ve bağlayan Kur’an bilgisi dışında gaybi haber bildirmemiş veya va’z etmemiştir. O, Kur’an bilgisi dışında da gaybı bilmez. Kendisine ed-din olarak Kur’an gibi korunmuş başka bir kitap veya bilgi verilmemiştir.
4- Bize hadis diye sunulan ve Kur’an bilgisine aykırı olan İsa’nın ve Deccal’ın nüzulü, kimlerin cennetlik olduğu veya alın yazısı şeklindeki kader inancı gibi rivayetler Rasulullah (s)’a ait olamaz. Çünkü sünnet ve hadisler Kur’an’a racidir; Kur’an vahyi dışında yeni bir itikad haberi bildirmezler. Bu tür rivayetler vakıa ve vürûd bakımından kesinliği değil zanni haber boyutunu yansıtmaktadırlar. Gaybi alandaki zannın ise hiçbir şey ifade etmediğini Rabbimiz muhkem ayetleriyle belirtmektedir.
5- Kur’an’ın yaşanmasında usvetu’n hasene olan Hz. Muhammed’in sünneti ameli alanla, Kur’an’ın uygulamasıyla ilgili boyutla alakalıdır ve bağlayıcıdır. İman esaslarında da, gayb haberlerinde de Rasulullah’ın bilgilendiği ve inandığı tek kaynak Kur’an vahyi idi. Rasulullah ancak iman esaslarıyla ve gaybi alanla ilgili sadece Kur’an ayetlerini pekiştirici sözler söyleyebilir. Kur’an dışı bir itikadi veya gaybi haberden bahsetmez. Mezheplerin Kur’an dışı gaybi alanla ilgili itikadlarını ve Kur’an dışı gayb haberlerini zenginlik göremeyiz. Çünkü içtihad alanı gayb alanı değil, amel ve fıkıh alanıdır. Kesin bir bilgi sahibi olmadan Mekke dönemi cahilleri gibi bigayr-i ilim ile gayb alanında mezhepler oluşturmak İslam ümmetini parçalayan en önemli saik olmuştur ve bu tür sapmalardan acilen arınmamız gerekmektedir.
Şirkten arınmış saf bir tevhid inancına ve yakîni ölçülerine sahip olmadan “elbisemizi/kimliğimizi temizleyip rucz’dan hicret etmek” (74/3-4), iç hastalıklardan kurtulmak ve modern cahiliyenin saldırılarına karşı yeterli bir cevap vermek mümkün olamayacaktır. İslami duyarlılığımızı Kur’anî ölçülerle eğitip bilinçlendirmeli, İslami aidiyetlerimizi kararlı bir imana dönüştürmeli ve aramızda yabancılaşmayı güçlendiren zanni itikadlardan kopabilmeliyiz.
DEVAMI>>>