„İnsan“ Peygamber mi ? „Melek“ Peygamber mi ?
Eğer Hz. Peygamber Kur`an`da “insanlara” “örnek” olarak gösterilmişse bu demektir ki “ O melek değildir. “
Çünkü mahiyetleri ayrı olduğundan insan meleği örnek alamaz. Bu nedenledir ki tüm Peygamberlerin toplumlarına ilk mesajı kendilerinden biri olduğunu söylemek olmuştur :
“ Ben de sizin gibi bir insanım.” (41 Fussilet 6) Ama küfürde inad edenler de hep insanüstü bir peygamber beklemişler, başka bir deyişle imandan yan çizmenin bahanesini böyle bulmuşlardır. Bu tavır Nuh, Lut, Ad kavimlerinin ve cahiliyye müşriklerinin ortak tavrıdır.
Evet, peygamber melek olmadığı gibi “efsane” de değildir. Çünkü efsaneler de örnek alınamazlar. O mitolojik ve doğaüstü bir varlık da değildir. Çünkü mit`ler ve metafizik varlıklar, fiziki bir varlık olan insan tarafından örnek alınamazlar.
Klasik ulemanın çizdiği peygamber portesi “insan” olan bir peygamber değil “melek”, “insanüstü”, “efsane” bir peygamber portresidir. Hele kimi siyer, megazi ve şemail kitaplarında öyle bir peygamber tipi çizilmektedir ki onu değil “örnek” alıp taklid etmek, kendisine benzemek; adını ağıza almak bile çok özel bir takım şartlara bağlanmıştır.
Böylesine bir mantıkla yazılan bu eserlerdeki peygambere inanan birinin, onu örnek almaya çalışması, onu taklid etmesi, onu hayata taşıması aklının köşesinden dahi geçiremeyeceği bir şeydir.
O ulaşılması mümkün olmayan olağanüstü bir varlıktır. Onun gibi olmayı istemek bir parça “sapıtmak” “aklından zoru olmaktır. O yaşanamaz, üretilemez, örnek alınamaz, taklid edilemez, kendisine benzenilemez. Ya ne olur? O kutsanır, o aşkınlaştırılır, o lahutileştirilir, en babayiğidi ona `vurulmak` hakkına sahip olabilir.
Rabbimiz Hz. Peygamberi örnek gösterdiği halde nedense klasik ulema ille de onu efsaneleştirmek için ellerinden geleni arkalarına koymamışlardır. Hz. Resul aleyhisselam bir insan olarak değil de insanüstü bir varlık olarak tanıtılmıştır tarih boyunca onu örnek alması gereken insanlara. Peygamberin kanının, bevlinin ve büyük abdestinin tahir (temiz) olduğu, onun avret yerini hayatta kimsenin görmemiş olduğu eğer görseydi gözlerinin ebediyyen kör olacağı, göz, ağız, burun ve dişlerinin olağanüstü güzellikte olduğu, seslerinin herkesin sesinden daha gür çıktığı ve daha fazla uzaklara gittiği, tenlerinin misk ve amber gibi koktuğu, boylarının herkesten uzun olduğu/göründüğü, saç ve sakallarının harikulade olduğu, vücutlarına ve elbiselerine kat`iyyen sineğin konmadığı, cinsel gücünün otuz ( bir başka rivayette kırk) erkeğin gücüne denk olduğu, ve bevlinin içen kimse için şifa olduğu, gibi bir yığın haber ve rivayette verilmek istenen peygamber tipi de “insan” olan ve diğer insanların örnek alabilecekleri, taklid edebilecekleri, benzemeye çalışacakları bir nebi değil de kendisine sadece hayranlık duyulmak için oldukça aşkınlaştırılmış insanüstü bir peygamber tipi çizmektedir.
Elbette ki efsaneler örnek alınsın diye değil sadece insanlara “onlar kim, biz kim !” dedirtmek ve hayret ıslıkları çaldırtmak için oluşturulur.
Geçmişte bu tavır niçin takınıldı, bilemem. Lakin çağın mantığı da buna çok benziyor :Kutsa ve müzeye kaldır..
Kur`anın sayfaları kutsallaştırılır hükümleri çiğnenir, Peygamberin şahsı kutsallaştırılır sünneti çiğnenir. İnsanlar bir şeyi devre dışı bırakmak istiyorlarsa şu iki yöntemden birini seçiyorlar : Ya değerini düşürmek ya da kutsamak. Birincisi alçaltmak biçiminde tezahür ederken ikincisi yüceltmek biçiminde tezahür ediyor. Ancak ikisi de aynı kapıya çıkıyor : Hayatın dışına itmek.
Hiç kuşkusuz Hz. Peygamberin “güzel örnek” olması onun bevlinin şifa, sesinin gür, cinsel gücünün erişilmez, büyük abdestinin tahir ve terinin misk olmasından dolayı değildir. Onun güzel örnek olması, ender bir tarihi/ilahi tecrübeyi yaşamış olmasından dolyıdır.
Hedef Nebinin şahsı değil, Allah`ın gözetiminde yaşadığı o evrensel tecrübedir. Onun çağa taşınmasından maksat da onun şahsının gözü, ağzi, burnu, onun şahsının gözü, ağzi, burnu, yüzü ona benzer birinin çağa taşınması değil, bıraktığı ebedi risalet mirasının çağa taşinmasıdır.
Hz. Nebi aleyhisselam gaye değil vasıtadır. Onun fazileti vahiyden, etkileyiciliği risaletten, büyüklüğü ahlaktan, örnekliği iki ayaklı Kur`an oluşundan gelir. Elbette bu sözler o sevgili Nebi`nin diğer boyutlarını görmezden gelmek anlamını taşımaz. Yukarda saydığımız rivayetlerden kimileri sahih ve gerçek olabilir. Ne ki kimi zaman onun şahsını yüceltmek, imanının, ahlakının, takvasının yani kısaca “sünnetinin” büyüklüğünü gözlerden saklamıştır.
Yani alemlere rahmet olan Allah`ın kulu ve elçisi Rasul aleyhisselam Abdullah`ın oğlu ve Kasım`ın babası Muhammed`in arkasına saklanmıştır.
Nesai`nin naklettiği bir habere göre Hz.Aişe`ye Allah Rasülün`ün ahlakı sorulduğunda şu cevabı vermiştir: “Onun ahlakı Kur`andı.”
Müminlerin annesi Aişe (r.a) burada muazzam bir tesbit yapmışti. Çünkü o hem Kur`an`ı hem de Rasül`ü iyi tanıyordu. Elbet iyi tanıdığı bu iki hakikat arasında yaptığı kıyas da isabetli bir kıyastı. Bu gerçeği Rabbimiz`de tasdik etmiş olacak ki ona itaati kendisine itaat olarak adlandırıyor ve bir başka ayette buyuruyordu ki:
“Rasul size neyi getirdiyse onu alın ve sizi neden sakındırdıysa ondan kaçının.” (59 /7)
Onun hükmüne tam bir teslimiyetle boyun eğmeyenlerin iman etmiş olamayacaklarını ilan ediyordu Kur`an :
فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّىَ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُواْ فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجاً مِّمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُواْ تَسْلِيماً {65}
“Yo, Rabbin hakkı için onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp sonra da senin verdiğin hükme karşı ıclerinde bir burukluk duymadan tam anlamıyla teslim olmadıkça iman etmiş olamazlar.” (4 Nisa 65)
Aslında yukarda çizdiğimiz ifrat ve tefrit tavrın her ikisini de Allah Rasülü şu emriyle reddetmişti :
“Bana Meryem oğlu İsa`ya dedikleri gibi demeyiniz. Bana Allah`ın kulu ve Rasulü deyiniz.”
Bu emirden sonradır ki müminler artık “ve eşhedü enne” diye başladıkları şehadetlerinin ardına “ abduhu ve Rasuluhu” yu eklemişlerdi.
Hz. Peygamber Rasüllüğünden önce kulluğunu vurguluyordu. Bu vurgu kendisini sevenlerin sevgi adına cinayet işleyip şahsını ilahlaştırmalarını önlemek içindi. Çünkü daha önce böyle bir tecrübe yaşanmış, Hz. İsa tabileri tarafından ilahlaştırılmıştı. İşte bundan dolayı Allah Rasülü önce “abduhu” (O`nun kulu) idi. Ne ki bu gerçek onun elçiliğini inkar boyutuna varırsa bir başka cinayete dönüşürdü. İşte bu dengesizliği de bertraf etmek için kulluğunun hemen ardından peygamberliği (ve rasuluhu) vurgulanıyordu.
Bazıları da vardı ki onunla Allah arasını ayırmaya çalışıyordu. Allah`a onsuz inandıklarını ya da Kur`an`ı onun sünneti olmadan anladıklarını iddia ediyorlardı. Özetle bu tavır imanda ya da amelde Allah`la Rasulünün arasını ayırmaktı ve Kur`an bunu şiddetle reddediyordu. Öte yandan Peygambere itaat Allah`a itaatle eş tutuluyordu:
قُلْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَالرَّسُولَ فإِن تَوَلَّوْاْ فَإِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ الْكَافِرِينَ {32}
“De ki Allah`a ve Peygambere itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse muhakkak ki Allah kafirleri sevmez.” (3 Ali imran 32)
Evet, eğer bir kimse Allah`a itaat ettiğini söyler de Rasulullaha itaatı terk ederse bunun küfür anlamına geldiğini ayet açıkca ifade ediyor. Daha başka ayetlerde de Allah itaat hususunda zatını Peygamberle birlikte anıyordu.
KAYNAK: İman Risalesi- Denge yayınları –Mustafa İslamoğlu
Sonraki sayfa»»