Hamd, sena ve övgülerin en güzeli, ezelde ve ebedde var olan, lutfuyla kainatı ve bizleri yaratıp var eden, sayısız nimetlerle yaşatan ve rahmetiyle doğru yolu gösteren Allah (c.c.)'a mahsustur, Salat ve selam da, alemlerin Rabbi tarafından sevilen, insanların ise tanıyıp, idrak edebilme nisbetince sevebildikleri, efendimiz, önderimiz, rehberimiz Hz. Muhammed Mustafa'ya, aline, ashabına ve onun yolunu izlemeye çalışan ümmeti üzerine olsun.
Halkında müslüman olan ülkelerdeki basın-yayın organları vasıtasıyla piyasaya sürülen kitapları ve bu kitapların müslümanlar üzerindeki etkilerini incelediğimiz zaman, müsbet veya menfi birçok sonuçlarla karşılaşmaktayız. Menfi olarak nitelendirdiğimiz durum, bu ülkelerdeki müslümanların okumayı, yazmayı ve konuşmayı bir alışkanlık haline getirmeleri ve sadece bununla yetinmeleridir.
Yazmak, okumak ve konuşmak!.
"Lafla peynir gemisi yürümez" ifadesini esas alarak yazmakla, okumakla veya konuşmakla hiçbir noktaya varılamaz iddiasını elbette ki savunamayız. Yazmanın, okumanın veya konuşmanın İslami çalışmalarda mutlaka önemli bir yeri vardır. Resulullah (s.a.v.)'in İslam'ı beyan etmek için yaptığı konuşmaları ve Alak Suresinde zikredilen;
"Oku, senin Rabbin en büyük kerem sahibidir ki O kalemle öğretendir"buyruğu, bizlere okumanın, yazmanın ve konuşmanın önemini bildirmektedir.
Ancak teşvik edildiğimiz bu okuma, bu yazma ve bu konuşma nedir?
İslami bir gereklilik olarak neler okunacak, neler yazılacak ve neler konuşulacaktır?
"İslami sınırlar içersindeki bütün meseleler, bütün görüşler, bütün hakikatler yazılacak, okunacak ve konuşulacaktır." şeklindeki bir cevap, bizlerin kabul edebileceği bir cevap değildir.
Çünkü bu cevap esas alınarak yapılan ve yapılacak olan bütün kültür çalışmaları, müslümanları isteyerek veya istemeyerek entelektüalizm bataklığına sürükleyecektir. Rabbani bir bilinçle ve maksatlı olarak yürütülmeyen bu çalışmalar, müslümanları yazma, okuma ve konuşma duvarları arasına hapsedecektir. Teori ve pratik arasında aşılması mümkün olmayan boşluklar belirecek, müslümanlar pratiğe geçiremedikleri ve geçiremeyecekleri teorik bilgiler arasında boğulacaklardır.
Mesela elimizde bir yemek kitabı olsa ve çevremizdeki insanlara elimizdeki kitaptan bazı yemek tarifleri vermek istesek, bu tarifi gelişi güzel vermeyiz, veremeyiz. Biliriz ki o ülkede et yoksa etli yemek tarifini vermemizin de bir anlamı yoktur. Şayet bu hususa dikkat etmeden yemek kitabında zikredilen yemek tariflerini gelişi güzel verirsek, insanlar bunu bilgi olarak alacaklar fakat pratiğe geçiremedikleri bu bilgilerden faydalanamayacaklardır.
Basit bir örnek vererek açıklamaya çalıştığımız bu yanlış yaklaşım, Kur'an'ı Kerime yönelen bazı kimselerde de bulunmaktadır. Bu kimseler Kur'an'ı Kerime yönelmekteler ve karşılaştıkları Rabbani hükümlerin kimleri, ne zaman ve ne şekilde mükellef tuttuğunu dikkate almadan, bu hükümleri gelişi güzel gündeme getirmektedirler.
Kendilerine 'Ulema' denilen kimselerin büyük bir kısmı ise "İçtihat etmiş oluruz!." korkusuyla, bulunduğumuz duruma kesin ve açık olarak hitap eden muhkem ayetleri bile zikretmekten çekinmektedirler.
Nakilciliği esas alan bu kimseler Rabbimizin koruması altında bulunan muhkem ayetleri nakletmek yerine, geçmiş fakihlere nisbet edilen ve tahrif edilip-edilmediğini bilmediğimiz bazı görüşleri nakletmeyi daha güvenilir kabul etmektedirler!. Oysaki herhangi bir müctehide nisbet edilen görüşü savunacakları zaman, bu görüşe ilişkin mesnetleri bilmeleri ve söz konusu görüşü bu delillerle birlikte savunmaları gerekmektedir. Fıkhi bir kural olan bu esasa dikkat etmedikleri sürece İlahi kitapları tahrif eden ve tahrif etmek isteyen şeytan ve dostlarının bu şeytani maksatlarına maşalık etmeye devam edeceklerdir.
Belli tefsirler ve fıkıh kitapları arasında boğulan ve içinde bulunduğumuz çağa uzak kalan bu kimseler, yaşadığımız çağa hitap eden Kur'an'ı Kerim'i sadece geçmiş müfessirlerin tefsirleri çerçevesinde anlamaya çalışmaktadırlar. Elbetteki bu tefsirlere müracaat edilecek ve elbetteki bu tefsirlerden faydalanılacaktır.Ancak bilinmesi gerekir ki hiçbir tefsir evrensel değildir. Evrensel olan sadece Kuranı Kerim’dir. Birçok değerli müfessir evrensel olan İlahi mesajı, Resulullah (s.a.v.)'den ve ashab-ı kiramdan ulaşan sahih rivayetleri dikkate alarak yaşadıkları çağın anlayışına, ihtiyacına ve durumuna göre tefsir etmişlerdir.
Bulunduğumuz çağa hitap eden Kur'an'ı Kerim ayetlerini okuduktan sonra okudukları evrensel mesajı tefekkür etmeden müfessirlere yönelen bu kimseler; Kur'an'i Kerim'i değil, bu Kur'an'i Kerim'den geçmiş müfessirlerin ne anladıklarını anlamaya çalışmaktadırlar. Tabi ki bu anlayış günümüze ve yaşadığımız olaylara uzanabilecek ve bu olaylara karşı tavır belirleyebilecek bir anlayış değildir.
Bu anlayışa sahip kimseler nedenlerini bilmedikleri olayların sadece sonuçlarına bakmaktalar ve gözlemledikleri hu sonuçları geleneksel bir hükümle yargılayarak, sorunları hallettikleri zehabına kapılmaktadırlar.Oysaki bu çağdaş sorgunların çağdaş nedenleri yaşadıkça, bu nedenlerden kaynaklanan sorunlar da yaşayacaktır.
Değişik ülkelerde ve farklı konumlarda bulunan müelliflerin eserlerini tercüme eden bazı kimselerde de aynı dikkatsizlik görülmektedir. Bu kimseler de söz konusu görüşleri ve eserleri, muhatap aldıkları müslümanların içinde bulunduğu farklı konumu dikkate almadan şabloncu bir zihniyetle adapte etmeye çalışmaktadırlar. Hâlbuki değişik ülkelerdeki müelliflerin eserleri, bulundukları konumdan haraketle ümmete açılan ve ümmete uzanan bir mahiyetgöstermektedir. Benzer konumları içeren veya ümmetin ortak sorunlarına değinen eserler elbette ki ilgi sahamızdadır. Ancak bilinmelidir ki bazı bölge müslümanları için çok önemli ve uygulanabilir olan görüşler, başka bölgelerdeki müslümanlar için aynı öneme haiz değildir.
İçinde bulunulan şartlar ve müslümanların yapısı dikkate alınarak beyan edilen görüşler, belirlenen tavırlar ve tespit edilen çalışma programları, sadece ve sadece bu bölgedeki veya aynı konumda yaşayan diğer bölge müslümanlarını bağlayıcı bir nitelik arz eder.
Durum böyle iken bazı çalışmalarımızın kitap halinde yayınlanmasını neden istedik?
Ve bu kitap çalışmasında, yukarıda belirttiğimiz yanılgılardan ne derece içtinap edebildik?
Bu soruya uzun ve cazip ifadelerle cevap vermemize gerek yoktur. Şu bir gerçektir ki bu çalışmalar kütüphane raflarını doldurması için değil, ortak meselelerimizi anlamamız, bu meselelerdeki Rabbani hükümleri idrak ederek bir nebze uyanmamız ve çevremizdeki insanları da uyarmamız için kitap haline getirilmiştir. Ayrıca şu hususu da önemle belirtmek isteriz ki, bu kitap çerçevesinde verilen birçok mesele sadece Türkiye'de bulunan müslümanları değil, dünyadaki bütün müslümanları yakından ilgilendiren meselelerdir.
Umud ve dua ediyoruz ki, bu meseleler Allah'ın lutfu ile dünya müslümanlarının gündemine girebilecek ve bu meselelerdeki İlahi hükümler tüm dünyada yankılanabilecektir.
Ve yine Allah'ın lutfu ile İlahi kanun olan Sünnetullah gerçeği dünya müslümanlarınca idrak edilebilecek, yapılan ve yapılacak olan islami çalışmalara bu Sünnetullah'ın ışığında yön verilerek nihai helak olan kıyamet, toplumların helakiyle ilgili olan bu Sünnetullah'ın bir tecellisi olarak kopacaktır.
Elbetteki bu bir kehanet değil, Sünnetullah ile ilgili bölümlerde açıklayacağımız gibi Kuranı Kerim'in apaçık bir buyruğudur..
Nasıl bir yolda, ne zaman, nasıl bir kişilikle, ne yapılacaktır? Sorularının Sünnetullah gerçeğine göre incelendiği bu kitap çalışmasında, gündeme getirilen meseleler ve bu meselelerde beyan edilen görüşler birbirleriyle bağlantılı olduğu için, bu meselelerin ve görüşlerin kitabın bütünlüğü dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Umit ediyoruz ki bu kitap, bu konuda yazılabilecek daha geniş kapsamlı kitaplar için bir başlangıç niteliğinde olacaktır. Şüphesiz ki doğrular Allah'a, yanlışlar ise yanılması mümkün olan biz insanlara aittir.
Dua etmeye muhtaç insanlar olarak, önsözümüzü dua ile bitiriyoruz.,
Allah'ım,
Sensin bizim Rabbimiz, bizleri Sen yarattın, biz Senin kulunuz. Gücümüz yettiğince ahde sadık kalacağımıza söz veriyoruz. Yaptıklarımızın ve yapmamız gerekirken yapamadıklarımızın şerrinden Sana sığınıyoruz. Günahlarımızı Sana itiraf ediyoruz, verdiğin nimetleri de itiraf ediyoruz. Bizleri affet, affedici ve bağışlayıcı ancak Sensin.
Allah'ım,
Hayatın ve ölümün fitnesinden, cehennemden ve bizleri Senin hoşnutluğundan uzaklaştıracak her şeyden Sana sığınırız.
Ya Rabbi,
Sapmaktan, sapıklığa sebep olmaktan, ihtilafa düşmekten, nifaktan, batılı savunmaktan, batıldan korkmaktan, acizlikten, zillete düşmekten, insanların, cinlerin ve bütün yarattıklarının şerrinden Sana sığınırız.
Allah'ım,
Faydasız ilimden, korkmayan kalpten, doymayan nefisten ve kabul olmayan duadan yine Sana, her zaman Sana sığınırız.
Bizleri koru,
bizlere hidayet et,
bizlere yardım et,
bizleri yalnız bırakma Allah'ım...
ÇARPIK YOLLAR
İslam'a gönül veren ve teslim olan müslümanlar, bu dinin kendilerine yüklediği bazı sorumlulukları idrak etmektedirler. İslam'a teslim olan bir müslümanın nefsine karşı, ailesine karşı, çevresindeki insanlara karşı ve içinde bulunduğu topluma karşı sorumlulukları vardır. Nefsine ve ailesine karşı olan sorumluluklarını güçleri nispetince yerine getirmeye çalışan müslümanlar, içinde bulundukları topluma karşı sorumlulukları yerine getirebilmek için bir cemaate veya bir gruba gerek duymaktadırlar.
Çünkü söz konusu sorumluluk, müslümanların ortak çalışmaları ile yerine getirilmesi gereken bir sorumluluktur. Nitekim bu sorumluluğun idrakinde olan müslümanlar, sahip oldukları ölçülere göre islam dairesinde gördükleri çeşitli guruplardan herhangi birisine dahil olmaktalar ve bu gruptaki çalışmaları ile İslami sorumluluklarını yerine getirdiklerine inanmaktadırlar.