ANASAYFA

FORUM

HABERLER

ZİYARETCİLER

SORULARINIZ

KİTAP

EFENDİMİZ

NAMAZ

HİKMETLİ KİTAP

FİLİMLER


   
  Tevhid Nesli geliyor....
  25.18. Hanefi Mezhebine Göre Cuma Namazı
 

25.18. Hanefi Mezhebine Göre Cuma Namazı

Hanefi mezhebinde Cumayı kılmanın farz olması için bazı şartlar aranır. Bunlardan biri, Cumayı kıldıran imamın sultan veya onun görevlendireceği bir kişi olmasıdır. Bu görüşün sebebini bilmeyenler, Sultanı devlet başkanı olarak anlamışlar ve Hanefî mezhebine göre Cumayı, müslüman devlet başkanının veya onun görevlendireceği bir kişinin kıldırması gerektiğini zannetmişlerdir. Buna, bazı hayali gerekçeler ekleyenler, Hanefî mezhebinin Cuma namazı için belirlediği şartların Türkiye 'de oluşmadığını öne sürmüşlerdir. Bu iddia şöyle özetlenebilir:

 "Türkiye laiktir. Burada devlet başkanının Cuma kıldırması söz konusu olamaz. Cuma İslâmî egemenliğin simgesidir. Laik  yönetim İslam'ın egemen olmasını kabul etmez. Bu sebeple böyle bir yönetimin görevlendireceği imamların arkasında Cuma namazı kılınmaz." 

Çoğunluğu genç olan bir çok müslüman bu görüşün etkisine girmiş, Cuma namazı kılmamaya başlamış ve bunu İslam'ın egemen olması uğruna yapılan bir cihad olarak değerlendirmiştir. 

Hanefî mezhebi  böyle bir tavrı asla kabul etmez. Bu gerekçelerle ortaya çıkanlar, Cuma namazına engel oldukları için ağır bir vebal altındadırlar.

Cuma ile ilgili Hanefîlerin delil aldıkları hadis şudur:

Câbir b. Abdullah  Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin bir gün şöyle bir konuşma yaptığını naklediyor: "Ey insanlar! Ölmeden önce tevbe edip Allah'a yönelin. Meşguliyetler bastırmadan iyi işler yapmak için elinizi çabuk tutun. Sık sık hatırlayarak, gizli ve açık, bol bol sadaka vererek Rabbınızla bağ kurun ki rızkınız bol olsun, yardım göresiniz ve açıklarınız kapatılsın.

Şunu iyi bilin ki, Allah Teâlâ şu bulunduğum yerde, bu günümde, bu ayımda, bu yılımdan Kıyâmet gününe kadar devam edecek bir farz olarak size Cuma namazını farz kılmıştır. Ben hayatta iken ya da benden sonra kim, âdil veya zâlim bir başkanı varken, önemsemeyerek veya farzlığını kabul etmeyerek Cumayı kılmazsa, Allah onun iki yakasını bir araya getirmesin. Allah onun işini bereketlendirmesin.  Bakın! Böyle birinin ne kıldığı namaz, ne verdiği zekat, ne gittiği hac, ne tuttuğu oruç ne de yaptığı iyilik kabul edilir. Tevbe  ederse o başka. Tevbe edenin tevbesini Allah kabul eder[1]."

Aşağıda görüleceği gibi bu hadis, Hanefîlerden Şemseddin es-Serahsî (ö.483 h.) Alaüddin el-Kasânî (ö.587 h.) ve Kemalettin b. Hümam (ö. 593 h.) tarafından Cuma namazının Sultan veya onun görevlendireceği biri tarafından kıldırılmasının delili sayılmıştır.

Ancak hadisi rivayet edenlerden Abdullah b. Muhammed el-Adevî ile Ali b. Zeyd b. Ced'ân zayıf kişiler olduğundan hadis, senet yönünden zayıf görülmüş[2] ve bazı Hanefî fıkıh kitapları tarafından sultan konusu için delili sayılmamıştır.  el-Hidâye, bu kitaplardandır.

Alaüddin el-Kâsânî’ye göre "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin, dört görevin valilere (yöneticilere) ait olduğunu söylediği ve cumayı bunlar arasında saydığı, rivayet edilmiştir."

Ancak Kemâlüddin b. Hümâm, bu sözün tabiînden Hasan-ı Basrî 'ye ait olduğunu belirtmiştir.[3] İmam Serahsî  bu sözü hadis değil, eser olarak zikretmiştir. Sahabinin veya selefin sözlerine eser dendiği için[4] Mebsut'un ifadesi İbn-i Hümâm 'ı destekler. Biz de hadis kitaplarında böyle bir hadise rastlayamadık.

Hanefîlerin dayandıkları esas delil maslahattır. Maslahat, bir işin iyi ve hayırlı olmasına sebep olan şeydir. Karşıtı mefsedettir. İslam, koyduğu hükümlerinde maslahatları hep dikkate almıştır. Bu sebeple İslamın her hükmü hikmete uygun, yani daha iyisi olamayacak şekilde yerli yerindedir.

Maslahata kamu yararı denebilir. Cuma namazını Sultanın veya Sultan  tarafından görevlendirilecek bir kişinin kıldırmasında kamunun yani müslümanların yararı vardır. Şöyle ki, Cuma namazı, bir yerleşim bölgesinde, erginlik çağına girmiş bütün müslüman erkeklerin bir araya gelerek kıldıkları namazdır. Bu  namazı kıldıracak kişi önceden belli olmazsa aşağıda daha açık olarak belirtileceği gibi insanlar bu hususta anlaşmazlıklara ve ölümle sonuçlanabilecek çatışmalara girebilirler. Okunacak hutbe, insanları fitne ve fesada düşürebilir. Ayrıca yetkili makamlar tarafından önlem alınmaması halinde iç ve dış düşmanların namaz sırasında baskın yapıp müslüman erkekleri katletmeleri mümkün olabilir. Ama Cuma namazı yetkili makamların denetimi altında kılındığı taktirde bu problemler olmaz. Bu sebeple Cuma namazında sultanın bulunmasını şart koşmak maslahata  yani kamu yararına uygundur.

Böyle bir maslahata uyulmasının zararı da yoktur. Çünkü Cuma imamı, imamlık için gerekli asgari şartları taşıyorsa onun işgal ettiği veya tayin edildiği makamın kusurları namaza mani olmaz. Sultan  veya onun yerine geçecek bir kişi yoksa müslümanların kendi aralarında belirleyecekleri bir imamın arkasında namaz kılmaları mümkündür. Bu sebeple sultan şartı Cumanın terk edilmesine yol açmaz.

Cuma namazını hayatı boyunca Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kıldırmıştır. O, hem peygamber hem de devlet başkanı idi. Ondan sonra da merkezde halifeler, taşrada oranın en yetkili yöneticileri kıldırmıştır. Dolayısıyla sultan şartı, öteden beri var olan uygulamanın tespiti mahiyetindedir.

Bu şartları ihtiva eden bir maslahat, Hanefî mezhebine göre şer'î delillerden sayılır ve ona dayanılarak hükümler konabilir.[5]  Cuma namazı ile ilgili sultan şartı bu şekilde konmuştur. 

Aşağıdaki açıklamalardan anlaşılacağı gibi  sultan, cuma namazı kılınan yerin en yetkili amiri demektir. İlçenin sultanı kaymakam, ilin sultanı vali, ülkenin sultanı devlet başkanıdır. Eğer yetkili kişinin olmaması yahut anarşi ve terör sebebiyle yetkili amirin yetkisini kullanamaması söz konusu ise o zaman müslümanlar  kendi aralarından birini imam seçerek  cuma namazını kılarlar. Şimdi Hanefîlerin temel kaynaklarında konunun nasıl ele alındığına bakalım:



[1] İbn Mâce, İkametü’s-salah 78.

[2] İbn Mâce, İkâmetu’s-salah, 78.

[3] Kemalüddin b. Hümâm, Fethü’l-kadîr, Mısır l3l5/1897,  c. I, s. 412.

[4] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiyye Kamusu, c. I, s. 26.

[5] Ömer Nasuhi Bilmen, a.g.e. c. I, s. 199-200.

Sonraki sayfa»»

 
 
  Bugün 193 ziyaretçi bizimle...  
 
Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden