Bu üç mezhep, ilgili âyet ve hadisleri, geleneğe göre yorumlamışlardır. Arap toplumunda kız, babasından veya velisinden istenir, mehir verilir ve nikâh kıyılırdı. Erkek nikâhın tarafı olur ama kadın olamazdı. Onun yerine velisi otururdu. Onlar bu konuda şu âyete dayanmışlardır:
“Kadınları boşadığınızda bekleme sürelerinin sonuna varırlar sonra kocalarıyla Mârufa uygun olarak anlaşırlarsa evlenmelerine engel olmayın.”
Diyorlar ki; Âyette geçen (عضل =adl, engel olma), (الإمتناع من تزويجها = el-imtina’ min tezvîcihâ, kadını evlendirmekten kaçınma) anlamınadır. Bu da kadını evlendirmenin veliye bırakıldığını gösterir. Yukarıdaki ön kabul olmasaydı âyeti böyle anlayamazlardı. Çünkü âyet, “... kocalarıyla nikâhlanmalarına engel olmayınız" şeklindedir. Engel olma, bir kişinin yapabileceği bir konuda olur. Nikâh fiilinin faili kadındır. Bu, kadının nikahın tarafı olması demektir. Bir işi engelleme başka, yapmaktan kaçınma, başkadır. Engel olmayı, kaçınma diye tercüme etmek, âyetin anlamını değiştirmek olur.
Bir de şöyle diyorlar: “أن ينكحن أزواجهن = en yenkihne ezvâcehunne, kocalarıyla nikâhlanmaları...” ifadesinde kadının fail olması, nikâha konu olmasından dolayıdır. Kadın nikahın tarafı olamadığına göre, kadının veli veya vekil olarak bir tek kişiyi bile evlendirmesi caiz olmaz.
Kadını nikâh fiilinin faili yapan Allah Teâlâ, konusu yapan da Arap geleneğidir. Gelenek esas alındığı için Allah’ın açık sözü mecaz sayılmış, yanlış üzerine yanlış yapılmıştır.
Kadını nikâhın konusu sayanlar, alınan mehri onun bedeli gibi görmüş, evlenmeden boşanmaya kadar bütün sistemlerini bu anlayış üzerine kurmuşlardır. Bu mezheplerden hiç biri iftidâyı, yani kadının evliliği sona erdirme hakkını kabul etmemiş, onun yerine, muhâlaa adını verdikleri bir sistem geliştirmişlerdir. Muhâlaa, kadının kocasına vereceği bir mal karşılığında kocanın evliliği sona erdirmesidir. Muhâlaa ile ilgili görüşler, konunun daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır. Şâfiîlerden Şirbînî şöyle diyor:
“Erkek, bir bedel karşılığı kadından yararlanma hakkına sahip olunca bu hakkı bir bedel karşılığı elinden çıkarabilir. Muhâlaanın câiz olmasının sebebi budur. Bu tıpkı alım-satım gibi olur. Nikâh, satın almaya, muhâlaa ise satmaya benzer.”
İbn Teymiyye, muhâlaanın talak olmadığını ispat için şöyle demiştir:
“Muhâlaa, kadının kendini kocasından kurtarmasıdır. Tıpkı esirin kendini esaretten kurtarmasına benzer. Bu, üç talaktan sayılmaz... Dört mezhebin imamlarına ve cumhura göre esir için fidye vermekte olduğu gibi bu işlemi kadının dışında bir başkası yapabilir. Yabancı bir kişi, köleyi azat etmesi için köle sahibine onun bedelini verebilir. Bu sebeple kişinin maksadı, esir için fidye öder gibi kadını, kocasının boyunduruğundan kurtarmaksa ödeme yaparken bunu şart koşmalıdır... Çünkü muhâlaa bedeli, kadını kocasına köle olmaktan kurtarmak ve onun kadın üzerindeki hakimiyetini ortadan kaldırmak için verilir. Yoksa bu, kadının, kendi üzerindeki hakimiyeti kendi eline alması için değildir.
Bunlar kadına, köle kadar bile değer vermemişlerdir. Çünkü köle hürriyete kavuşunca kendi üzerinde hakim hale gelir. Ama onlara göre kadın, kocanın hakimiyetinden çıkınca velinin hakimiyeti altına girer. Kadın, satılık mal olamayacağı için onu nikâhın konusu sayıp mehrimal bedeli gibi görmek, kabul edilemez. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“…Mâruf ölçüler içerisinde o kadınların erkekler üzerindeki hakkı, onların bunlara karşı olan hakkına denktir.” (Bakara 2/228)
Ayete göre kadın, kocanın kölesi gibi görülemez. Çünkü köleyle efendi arasında denk haklardan bahsedilemez.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Kadınlara mehirlerini gönül rızası ile verin.” “Mehirler” diye tercüme edilen “Sadukât” “Saduka”nın çoğuludur. Kelimenin kökü sıdk, yani doğru sözlü olmak, sözü özüne uymaktır. Erkekler evlendikleri kadınlara değer verdiklerini söylerler. Bir miktar malı mehir olarak vermek, bu iddianın ispatı olur. Âyette bir de “gönül rızası” diye tercüme edilen “nihle” vardır. “Nihle” karşılıksız ikram anlamınadır. Bütün bunlara göre mehir, herhangi bir şeyin bedeli olamaz.
Âyetlere şartlı yaklaşınca hadisler arasında ayırımcılık kaçınılmaz olmuş, şu hadis görülmemiştir:
Bir bakire kız Aişe’nin yanına geldi ve “Babam beni kardeşinin oğluyla evlendirdi ki, benimle kendi konumunu yükseltsin. Ama ben bundan hoşlanmıyorum.” dedi. Aişe, “Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem gelinceye kadar otur.” dedi. Allah’ın Elçisi geldi. Kız durumu ona anlattı. O, hemen babasına bir adam gönderip çağırttı. O konuda yetkiyi kıza verdi. Kız dedi ki:
“Ey Allah’ın Elçisi! Aslında ben babamın yaptığına izin vermiştim ama istedim ki, bu konuda kadınların bir hakkı var mı, onu öğreneyim.”
Üç mezhebin kendilerine delil aldıkları şu hadiste de nikah fiilinin faili kadındır.
“Hangi kadın, velisinin izni olmadan nikâhlanırsa onun nikâhı batıldır, onun nikâhı batıldır, onun nikâhı batıldır.”
Şu görüşleri kabul etmek de imkansızdır: Mâlikî Mezhebine göre baba, bakire kızını zorla evlendirebilir. Koca ister kör, ister şimdiki veya gelecekteki durumuna bakılınca kızdan kötü olsun, ister çirkin bulunsun, isterse kızın mehri bir kantar altın iken o, bir çeyrek dinarla evlendirmiş olsun fark etmez. Kız, 60 veya daha yukarı yaşta ve evlenmesi velisi tarafından engellenmiş de olabilir. Yeter ki koca, yumurtaları ve erkeklik organı kesilmiş veya organı olmakla birlikte meni gelmeyecek şekilde yumurtaları çıkarılmış olmasın. Sahih görüşe göre bu durumda baba, kızı zorlayamaz. Deli, alaca hastalığına tutulmuş, cüzzamlı, erkeklik organı sertleşmeyen (ınnîn), hadım veya güçsüz olan erkek için de zorlama yapılamaz.
Şafiîlere göre de bakireyi evlendirme hakkı babaya aittir. Onlarla konuşup görüş ve onaylarını almak iyi olur ama şart değildir. Kızın annesinin iznini almak da iyidir.
İbn Kudâme, el-Muğnî, c. VII, s. 338.
İbn Kudâme, el-Muğnî, c. VII, s. 338.
eş-Şirbînî, Muhammed el-Hatib, Muğni’l-muhtac ilâ ma’rifeti maânî elfâzi’l-minhâc, Mısır 1958, c. III, s. 262.
İbn Teymiyye, Mecmûu’l-fetâvâ, Haz: Abdurrahman b. Muhammed b. Kasım el-Âsımî, Suûdî Arabistan, 1398/1978 c. XXXII, s. 306-307.
İsfehâni, Müfredât, صدق mad.
Nesâî Nikâh 36; İbn Mâce Nikâh12; Ebû Dâvûd Nikâh 26; Ahmed b. Hanbel Müsned c. VI, s. 136. (Metin Nesâî’den alınmıştır.)
Ebû Dâvûd Nikâh 20; Tirmîzî Nikâh 14; İbn Mâce Nikâh 15; Ahmed b. Hanbel Müsned c. VI, s. 66.
Seydi Ahmed ed-Derdîr, eş-Şerhu’l-kebîr, Thk: Muhammed Ali, Beyrut, c. II, s. 221 – 223.
Muhammed b. İdris eş-Şafiî, el-Um, Beyrut 1393, c. V, s. 13-15.
Sonraki sayfa»»