38.2. Kur’ân’ı Allah’ın Elçisinin Açıklaması
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِ وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ{44}
Onları(önceki elcileri) açıklanmış belgeler ve kitaplarla (gönderdik.) “Sana bu Zikri (Kur’ân’ı) indirdik ki, ne indirildiyse onu insanlara açıklayasın.” (Nahl 16/44)
Bir âyet de şöyledir:
لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِّمَن كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيراً {21}
“Ey inananlar! Sizin için; Allah'a ve ahiret gününe umut bağlayan ve Allah'ı çok anan (Allah’ın kitabını çok okuyan) herkes için Allah’ın Elçisi’nde güzel bir örnek vardır.” (Ahzab 33/21)
Allah’ın Elçisi’nin açıklamasını âyetler arası ilişkileri iyi bilenler de bulabilirler. Allah, alimlerin hatalarını söylemediği için onlara her zaman güvenilmez. Elçi’nin açıklaması ise Allah tarafından onaylanmış açıklamadır. Çünkü o, yanlış açıklama yapamaz. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
وَلَوْتَقَوَّلَ عَلَيْنَا بَعْضَ الْأَقَاوِيلِ {44} لَأَخَذْنَا مِنْهُ بِالْيَمِينِ {45} ثُمَّ لَقَطَعْنَامِنْهُ الْوَتِينَ {46} فَمَا مِنكُم مِّنْ أَحَدٍ عَنْهُ حَاجِزِينَ {47}
“Eğer o Elçi bize karşı bir takım sözler uydursaydı, onu en güçlü yerinden yakalardık, sonra da şah damarını koparırdık, artık sizden hiçbiri bunun önüne geçemezdi.” (Hâkka 69/44-47)
يَا أَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ وَإِن لَّمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُ وَاللّهُ يَعْصِمُكَ
مِنَ النَّاسِ إِنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ {67}
“Ey Elçi! Rabbinden sana her indirileni tebliğ et, etmezsen onun elçiliğini yerine getirmiş olmazsın. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Allah kâfirleri yola getirmez.” (Mâide 5/67)
Teblîğ, görevi tam ve eksiksiz yerine getirmektir. İnen âyetleri insanlara bildirmek tebliğ olduğu gibi açıklamak da tebliğdir. Çünkü açıklama, görevin bir parçasıdır. Nitekim Peygamberimiz Veda Hutbesinin her bölümünü, "dikkat edin, tebliğ ettim mi?" sözüyle bitirmiş, bunu üç kere tekrarlamıştı. Dinleyenler de “evet tebliğ ettin”, diye cevap vermişlerdi.
Allah’ın Elçisi’nin, hangi sünnetiyle hangi âyeti açıkladığı hemen anlaşılmayabilir. Benzerlikten hareketle ilgili âyeti bulmak gerekir. Kur’ân’a ters ya da kendi içinde çelişkili görülerek kenara itilmiş çok sayıda hadis vardır. Ama hadisin hangi âyeti açıkladığı tespit edilirse çelişki büyük ölçüde ortadan kalkar. Bu konuda şufa yani önalım hakkı ile ilgili hadisi örnek verebiliriz:
Câbir b. Abdullah’ın bildirdiğine göre Allah’ın Elçisi, paylaşılmamış her şeyde şufa kararı vermiştir. Sınırlar çizilip yollar ayrıldıktan sonra şufa olmaz.
Şufa Mecelle’de şöyle tarif edilir: Satın alınan bir taşınmazı, müşteriye kaça mal olduysa o miktar ile kendine mal etmektir. Bir arsada ortak iki kişiden biri, diğerine sormadan kendi payını satsa da diğeri bu satışa razı olmayıp arsadaki payı kendi almak istese, şufa hakkını kullanarak alabilir. Müşteri ondan, sadece mal oluş fiyatını isteyebilir. Müşteri, arsadaki payın yeni sahibi olacağından, onu ondan zorla almayı şu âyet yasaklamıştır:
“Müminler, mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin; karşılıklı rızaya dayalı bir ticaretle olursa yiyebilirsiniz.” (Nisa 4/29)
Allah’ın Elçisi’nin, Kur’ân’a aykırı açıklaması olamaz. Öyle ise bu, istisnai bir durum olmalıdır. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurur:
وَقَدْ فَصَّلَ لَكُم مَّا حَرَّمَ عَلَيْكُمْ إِلاَّ مَا اضْطُرِرْتُمْ إِلَيْهِ
“Allah size neyi yasaklamışsa açık açık bildirmiştir; zor durumda kaldıysanız başka.” (En’am 6/119)
Demek ki Allah, zor durumda kalanın neleri yapacağını açıkça bildirmemiştir. Öyleyse kimin zor durumda sayılacağı ve ne gibi şeyler yapacağı hususunda Elçi’nin açıklamaları önem kazanır.
Taşınmazdaki bir payın başkasına satılması, ortağı zora sokar. Şufa hakkı bu zorluğu giderme yoludur. Bu hakkın varlığını bilerek o taşınmazı satın alan da sonucuna katlanır.
Sünnet, Kur’ân’dan ayrı bağımsız bir kaynak değildir; Kur’ân’a tabidir. Allah Teâlâ Elçisi’ne şöyle buyurur:
وَإِذَا تُتْلَى عَلَيْهِمْ آيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالَ الَّذِينَ لاَ يَرْجُونَلِقَاءنَا ائْتِ بِقُرْآنٍ غَيْرِ هَـذَا أَوْ بَدِّلْهُ قُلْ مَا يَكُونُ لِي أَنْ أُبَدِّلَهُ مِن تِلْقَاء نَفْسِي إِنْ أَتَّبِعُ إِلاَّ مَا يُوحَى إِلَيَّ إِنِّي أَخَافُ إِنْ عَصَيْتُ رَبِّي عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ {15}
Ayetlerimiz açık açık onlara okununca, bizimle karşılaşmayı ummayanlar: -Bundan başka bir Kur’an getir ya da bunu değiştir, dediler. De ki:-O’nu kendi arzuma göre değiştirmem mümkün değildir. “De ki: Ben sadece bana vahyolunana uyarım. Ben Rabbime karşı gelirsem, büyük günün azabından korkarım.” (Yunus 10/15)
اتَّبِعْ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ لا إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ وَأَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِكِينَ {106}
“(Ey Elçi!) Rabbin'den sana ne vahyedildi ise ona uy. O'ndan başka ilah yoktur, müşriklerden de yüz çevir.” (En’am 6/106)
Ayetlerin gösterdiği gibi Sünnet Kur’ân’a tabidir. Tabi olanı metbuundan (tabi olduğu şeyden) ayırmak ve ona ayrı hüküm vermek olmaz. Bu sebeple Kur’ân önde, Sünnet arkada olmak üzere her konu, Kur’ân ve Sünnet bütünlüğü içinde ele alınmalıdır. O zaman, Peygamberimizin genel kurala aykırı veya çelişkili (gibi) gözüken söz ve uygulamalarının farklı alanları açıkladığı ortaya çıkar. Sünnet konusunda aceleci davranmamalı, onun ilgili olacağı âyeti mutlaka bulmalıdır. Bu metot, uydurma hadisler için de kalkan görevi yapar. Örnek olsun diye evlenmede velâyet ve faiz ile ilgili açıklamalara bakılabilir.
Mecelle m, 950. Madde sadeleştirilmiştir, aslı şöyledir: Şüf’a, bir mülk-i müşterayı, müşteriye her kaça mal oldu ise ol mikdar ile temellük etmektir.
Bkz. Nikahın Denetlenmesi ve Faiz başlıklı yazılar.
Sonraki sayfa»»