ANASAYFA

FORUM

HABERLER

ZİYARETCİLER

SORULARINIZ

KİTAP

EFENDİMİZ

NAMAZ

HİKMETLİ KİTAP

FİLİMLER


   
  Tevhid Nesli geliyor....
  38.4. Arap Dilinden Yararlanma
 

38.4. Arap Dilinden Yararlanma

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

 Biz, her elçiyi kendi toplumunun dili ile gönderdik ki, onlara iyice açıklasın. Bundan sonra Allah dileyeni sapıklıkta bırakır, dileyeni de yola getirir. Güçlü olan o, doğru karar veren odur.” (İbrahim 14/4)

“Kur’ân, gerçekten varlıkların sahibinin indirmesiyle inmiştir. Onu güvenilir Ruh, Cebrail indirdi. Senin kalbine… Uyarıcılardan olasın diye. Apaçık Arap diliyle. (Şuarâ 26/192-195)

Kur’ân Arapça olduğu için onu anlamada Arap dilinin önemi açıktır. Ama bugün bir çok tefsir ve mealde dil kurallarına aykırı uygulamalar vardır. Meâlini verdiğimiz İbrahim 4. âyet buna örnek olabilir. Ulaşabildiğimiz tefsir ve mealler âyete şöyle anlam vermişlerdir:

“Biz, her elçiyi kendi toplumunun dili ile gönderdik ki, onlara iyice açıklasın. Bundan sonra Allah dilediğini sapıklıkta bırakır, dilediğini de yola getirir. Güçlü olan o, doğru karar veren odur.

Allah dilediğini yola getirecek ve dilediğini saptıracaksa neden elçi göndersin? Bu durumda elçinin, o toplumun dili ile açıklama yapmasının ne anlamı olur? Böyle anlamsız bir iş “doğru karar veren” Allah’a yakıştırılabilir mi? İçinde ciddi çelişkiler olan ifadeler, Allah’ın sözü olabilir mi?

Çelişkiler يَشَاء = ister” fiilinin faili olan “o” zamirinin, Arap dili kurallarına aykırı olarak, Allah lafzını gösterir sayılmasından kaynaklanmıştır. Halbuki zamir, yanı başında bulunan مَن = men, kim’i gösterir. Uzağı göstermesi için karine yani geçerli bir sebep gerekir. Burada böyle bir karine yoktur. Âyetin doğru anlamı şöyledir: ... Bundan sonra Allah dileyeni sapıklıkta bırakır, dileyeni de yola getirir...Bu anlam ile her şey yerine oturmaktadır. Yoksa yanlış, yanlışı doğurmakta ve bir yanlışlar zinciri oluşmaktadır. Bunlar tefsir ve meallerde çoktur.

  

38.5. Kur’ân - Fıtrat İlişkisi

Fıtrat, varlıkların temel yapısını ve bu yapıyı oluşturan yaratılış, değişim ve gelişimin ilke ve kanunlarını ifade eder. Göklerin, yerin, insanların, hayvanların, bitkilerin yani her şeyin yapısı ve işleyişi buna göredir. Bilimin, teknolojinin ve insan ilişkilerinin temel kanunları bunlardır. Fıtrata aykırı davranışlar dengeleri bozar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

ظَهَرَ الْفَسَادُ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ بِمَا كَسَبَتْ أَيْدِي النَّاسِ لِيُذِيقَهُم بَعْضَ الَّذِي عَمِلُوا لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ {41}

“İnsanların kendi elleriyle yaptıkları yüzünden  karada ve denizde bozulma görüldü. Bunun böyle olması, Allah onlara, yaptıklarının bir kısmını tattırsın diyedir. Belki vazgeçerler.” (Rum 30/41)

İnsanı fıtrata aykırı davranışa iten; menfaatleri, beklentileri veya özentileridir. O, önce bundan rahatsızlık duyar, sonra alışır ve zevk almaya başlar. Ama içinde gizlenen rahatsızlık, zaman zaman ortaya çıkar. Bunlar hatalarının farkında olduklarından iç muhasebesi yapmaktan kaçınırlar.

Fıtrat, Allah'ın âyetlerinden öğrenilir. Çünkü âyetler Allah'ın kitabı ile sınırlı değildir; onlar her yerde vardır[1]. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Biz onlara âyetlerimizi, hem çevrelerinde hem de kendi içlerinde göstereceğiz, sonunda onun gerçek olduğu onlar açısından iyice anlaşılacaktır.” (Fussilet 41/53)

İç ve dış dünyadaki âyetlerden edinilen bilgileri zihne yerleştirmek ve kullanıma hazır halde tutmak gerekir. Bu tür bilgiye zikir denir. Onu kalbe ve dile getirme ve hatırlama da zikirdir[2]. Bu bilgilerle Allah’ın kitabı arasında tam bir uyum olur. Bu sebeple Kur'ân'ı okuyan her insanın içinde ona karşı bir güven ve tatmin duygusu oluşur.

Peygamberler tezekküre çağırmışlardır. Tezekkür, zihinde olan bilgiyi harekete geçirmektir. İbrahim aleyhisselam puta tapanlara “tezekkür etmez misiniz[3]?” derken “Fıtrattan edindiğiniz bilgilerle benim sözlerimi karşılaştırıp yaptığınız yanlışı görmez misiniz?” demiş olmaktadır. Bu onları, iç muhasebesi yapmaya çağırmadır.

İlâhî kitapların ortak adı da zikirdir[4]. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Bilin ki kalplerin yatışıp rahatlaması Allah’ın zikri ile olur.” (Ra’d 13/28)

Allah Teâlâ Kur’ân ile ilgili olarak şöyle buyurur: “O Zikri biz indirdik. Ne olursa olsun onu koruyacak olan da bizleriz.” (Hicr 15/9)

Sonuç olarak Kur’ân, fıtratın Allah tarafından bildirilmiş şeklidir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Sen yüzünü dosdoğru bu dine, Allah’ın fıtratına çevir. O, insanları ona göre yaratmış­tır. Allah’ın yarattığının yerini tutacak bir şey yoktur. İşte sağlam din bu dindir. Ama in­sanların çoğu bunu bilmez­ler.” (Rum 30/30)

İç ve dış dünyadaki âyetlerin bir kısmını yalnız uzmanları bilebilir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Sağlam bilgisi olanlar için yeryüzünde âyetler vardır. Kendinizde de vardır; onları görmez misiniz?” (Zâriyat 51/20-21)

Fen ve teknik bilimciler, bu âyetleri en iyi okuyanlardır. Onlar kanun koymaz, âyetlerde var olan kanunları keşfe çalışırlar. Bu onların fıtrata uymasıdır. Sosyal bilimcilerden de o âyetleri okuyarak kanunlar keşfedenler vardır. Ama onların bir çoğu kanun koymayı tercih eder ve topluma şekil vermeye kalkışırlar. Bu tavır, sosyal alanda fıtrata aykırı kanun ve uygulamalara yol açar. Bunun kötü etkisi zamanla ortaya çıkar ve dengeler bozulur. Zarar, oldukça büyük ve uzun süreli olur.

Fen ve teknik bilimlerle ulaşılan sonuçları, fıtrata aykırı kullanıp insanı ve çevreyi bozmak da mümkündür. Nitekim asrımızda dünya böyle bir felaket yaşamaktadır. Fıtrata uymak için Kur’ân’ın koyduğu sınırları aşmamak gerekir.

Kur’ân’ın hiçbir hükmü fıtratla çelişmez; çünkü fıtrat İslâm’dır. Fıtratı anlamak için Kur’ân’dan, Kur’ân’ı anlamak için de fıtrattan yararlanmak gerekir. Eğer bir çelişki görülürse, Kur’ân’a gereği gibi uyulmamasındandır. Örnek olarak talak konusu ile ilgili açıklamaya bakılabilir[5].



[1] İlgi duyanlar şu ayetleri inceleyebilirler: Bakara, 2/164; Ali İmrân 3/190; En’am 6/97, 99; A’raf 7/26, 58; Yunus 10/5, 6, 67, 92, 101; Yusuf 12/7, 35; Ra’d 13/2, 3, 4; Nahl 16/13, 65, 66, 67, 68, 69, 79; İsrâ 17/12;  Kehf 18/9; Meryem 19/10; Tâhâ 20/128; Ankebût 29/ 24, 33, 34, 35; Rum 30/21, 22, 23, 24, 28; Lokman 31/31, 32; Secde 32/26; Sebe’ 34/15; Zümer 39/42, 52; Mümin 40/13; Câsiye 45/3, 4, 5, 6; Zariyât 51/22, 23, 35, 36, 37; Kamer 54/12, 13, 14, 15.

[2] Ragıb el-İsfahânî, Müfredât,ذكر  mad.

[3] En’am 6/80.

[4] Bkz. Al-i İmran 3/58, A’raf 7/63, Hicr 15/6,9; Nahl 16/44, Enbiya 21/2,50,105; Furkân 25/18, Yasin 36/11, Sad 38/8, Kamer 54/25. 

[5] Bkz. Talak başlıklı yazı.

        

 
 
  Bugün 103 ziyaretçi bizimle...  
 
Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden