4.3.1 Kendine Kul Olanlar
Kendine kul olanlar, gönüllerince yaşamak isteyenlerdir. Karşılarına Allah’ın bir elçisinin tebliği ile çıkılınca çok rahatsız olurlar. Çünkü Allah’ın her şey vermesini ama emir vermemesini isterler. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Allah’ı ve elçilerini görmezlik ederek kâfir olan, Allah’la elçilerinin arasını ayırmak isteyen, birine inanır diğerini tanımayız diyen ve ikisi arasında bir yol tutmak isteyenler… Onlar hak ederek kâfir olanlardır. O kâfirlere aşağılayıcı bir azap hazırlamışızdır.” (Nisa 4/150- 151)
Allah’ın Elçisini kabul etmeyen biriyle yaptığımız bir görüşme şöyledir:
- Benim Allah’ıma inancım sonsuzdur.
- Allah’a herkes inanır, bu her insan için kaçınılmazdır.
- Zaman zaman Allah’ıma sığınır, onun yardımını isterim. Böyle yapınca rahatlar, mutlu olurum.
- Bunu herkes yapar. Zor olan Allah’ın emirlerine yani Elçisinin tebliğine uymaktır. Siz Elçiye uymak yerine gönlünüzce yaşamak istiyorsunuz değil mi?
- Elbette. Hayat benim hayatım; buna kim karışabilir?
- O hayatı veren Allah karışamaz mı?
- … ?!
Bunların bir kısmı Allah’ın emirlerini sınıflara ayırır, kimini uygun görür, kimini görmezler. Bazıları kendilerini Tanrıtanımaz saydıkları için onları ikiye ayırarak inceleyeceğiz.
Kendine kul olanların bir kısmına tanrıtanımaz yani ateist denir. Bunların bir kısmı önder kişiler, bir kısmı da onların takipçileridir. Önderler, fıtrata uyma yerine fıtratı kendilerine uydurmaya çalışır, görüş ve teoriler üretirler. Kimileri de itibarını kaybetme korkusuyla ateizme sarılırlar. Bunların ortak yönü, kendi arzu ve heveslerine uygun bir dünya kurmak veya böyle bir dünyada yaşamaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
اَفَرَاَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوَاهُ وَاَضَلَّهُ اللَّهُ عَلَى عِلْمٍ وَخَتَمَ عَلَى سَمْعِهِ وَقَلْبِهِ وَجَعَلَ عَلَى بَصَرِهِ غِشَاوَةً فَمَنْ يَهْدِيهِ مِنْ بَعْدِ اللَّهِ اَفَلاَ تَذَكَّرُونَ (23)
23- “Kendi arzusunu kendine tanrı edineni görmedin mi? Bilgili olduğu halde Allah onu sapık saymış, kulağında ve kalbinde izler, gözünün önünde perde oluşturmuştur. Allah sapık saydıktan sonra onu kim yola gelmiş kabul edebilir? Hiç düşünmez misiniz?” (Câsiye 45/23)
Bunlar kendine aşık, kendini kainatın merkezi gören ve kendi doğrularını evrensel doğru sayan, dünyası dar, çözemediği problemler sebebiyle huzursuz ve hırçın kimselerdir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
أَرَأَيْتَ مَنْ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ أَفَأَنْتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَكِيلًا (43)
أَمْ تَحْسَبُ أَنَّ أَكْثَرَهُمْ يَسْمَعُونَ أَوْ يَعْقِلُونَ إِنْ هُمْ إِلَّا كَالْأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ سَبِيلًا (44)
43-“Kendi arzusunu kendine tanrı edineni görmedin mi? Ona sen mi vekil olacaksın?
44-Yoksa sen zannediyor musun ki, onların çoğu söz dinler veya aklını çalıştırır? Onlar; en’âm[1] gibidirler; hayır, daha düşük seviyededirler.” (Furkan 25/43-44)
Koltuğunu kaybetme korkusuyla ateizme sarılanların işi daha da zorlaşır. Bunların karşısına hangi delille çıkılırsa çıkılsın aldırmazlar ve hırçınlıkları artar. Nitekim bunlardan biri olan Firavun, Musa’nın Allah’ın elçisi olduğundan şüphe duymadığı halde onu kabul etmemişti. Konuyla ilgili âyet şöyledir:
“Belgelerimiz bütün açıklığı ile onlara gelince: “Bunlar apaçık büyüdür” dediler.
Belgeleri içten kesin olarak anladıkları halde zalimlikten ve büyüklük taslamadan dolayı, onlara karşı inkarcılık yaptılar.” (Neml 27/13-14)
Firavun’un tanrıtanımazlardan olduğunu şu âyetlerden anlıyoruz:
“Musa dedi ki, "Bak, Firavun! Ben âlemlerin Rabbinin bir elçisiyim.
Bana düşen, Allah'a karşı gerçek dışı bir şey söylememektir. Size Rabbinizden bir mucize getirdim, İsrail oğullarını benimle beraber gönder.” (A’raf 7/104-105)
“Firavun dedi ki: "Alemlerin Rabbi de neyin nesi oluyor?"
Dedi ki, kesin olarak inanacaksanız, o göklerin, yerin ve ikisinin arasındaki her şeyin Rabbidir."
Çevresinde bulunanlara dedi ki, "İşitmiyor musunuz?"
Musa devam etti: "O sizin de Rabbiniz, önceki atalarınızın da Rabbidir."
Firavun dedi ki, "Size gönderilen elçiniz gerçekten delidir."
Musa dedi ki: "Eğer aklınızı kullanabilirseniz o, doğunun, batının ve bu ikisinin arasında olanların Rabbidir.
Firavun dedi ki: "Hele benden başkasını tanrı edin, ant olsun seni zindanlıklardan biri yaparım. ” (Şuarâ 26/23-29)
Firavun önce akıllı, sabırlı, bilgili ve güçlü görünüp Musa aleyhisselama cevap vermeye çalıştı. Başarılı olamayınca hırçınlaştı ve aşırı tepkiler gösterdi. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Firavun'a belgelerimizin hepsini gösterdik. Ama o, yalana saptı ve direndi.
Dedi ki, “Sen büyünle bizi toprağımızdan çıkarmaya mı geldin, Musa?
Ne olursa olsun, sana onun dengi bir büyü getireceğiz. Bizimle senin aranda bir buluşma yeri belirle. Düz bir yer olsun ki, ne biz cayalım, ne de sen.”
Musa dedi ki, “buluşmamız bayram gününüzde, insanların toplandığı kuşluk vaktinde olsun.” (Taha 20/56-59)
Firavun: “Bana bütün bilgin büyücüleri getirin” dedi. (Yunus 10/79)
(Büyücüler ve halk toplandı, gösteri başladı.)
“Musa büyücülere: “Ne atacaksanız atın” dedi.
İplerini ve değneklerini attılar ve “Firavun’un gücü adına üstün gelen biz olacağız” dediler.” (Şuarâ 26/43-44)
“..değnekleri ve ipleri, büyüleri yüzünden, Musa'ya sanki yürüyorlarmış gibi geldi.” (Taha 20/66)
“Musa da değneğini attı; birden, onların uydurduklarını yutmağa başladı.” (Şuarâ 26/45)
“Hak yerini buldu, onların yaptıkları da boşa gitti.
Orada yenildiler ve küçük düştüler.” (A’raf 7/ 118-119)
“Büyücüler hemen secdeye kapandılar.
“Biz âlemlerin Rabbine inandık.
Musa'nın ve Harun'un Rabbine” dediler.
Firavun dedi ki: “Ona inandınız ha? Ben size izin vermeden!.. Muhakkak o sizin büyüğünüzdür; size büyüyü öğreten odur. Yakında iyice öğreneceksiniz. Ellerinizi ayaklarınızı, çaprazlama keseceğim ve hepinizi asacağım.” (Şuarâ 26/46-49)
“Büyücüler dediler ki: “Biz seni, ne bize gelen apaçık mucizelere üstün tutarız ne de bizi yaratana. Haydi ne karar vereceksen ver. Sen, ancak bu dünya hayatına hükmedebilirsin.
Biz Rabbimize inandık ki, hem hatalarımızı hem de bize zorla yaptırdığın büyüyü bağışlasın. Allah'ın vereceği daha iyi ve daha kalıcıdır.” (Taha 20/72-73)
“Firavun dedi: “Bırakın beni Musa'yı öldüreyim; o da Rabbini çağırsın bakalım. Çünkü korkarım o, sizin dininizi değiştirir veya bu toprakta karışıklık çıkarır.”
Musa şöyle dedi: “İşte ben, benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah'a sığınırım. Hesap gününe inanmayan her kibirlinin şerrinden.” (Mümin 40/26-27)
Bunlar Allah’ın varlığını bilirler ama açığa vurmak istemezler. Ümitlerinin kaybolduğu, gizlemenin bir anlam taşımadığı zaman bunu açığa vururlar.
“… Firavun boğulmayla yüz yüze gelince dedi ki, “İsrail oğullarının inandığından başka tanrı olmadığına inandım, artık ben ona teslim olanlardanım.” (Yunus 10/90)
Bunların arkasından gidenler de bunlar gibi değerlendirilirler. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Firavun kavmini küçümsedi ama, onlar ona boyun eğdiler. Çünkü onlar yoldan çıkmış bir kavim idiler.” (Zuhruf 43/54)
Kendine kul olanların tamamı Allah’ı bilirler. Yukarıda anlatılan tanrıtanımazlar yani ateistlerin görüntüde bir farkı vardır ama aslında onlar da bu gurupla aynıdır. Kendine kul olanların başında İblis gelir. Allah, Adem’e secde emri verince İblis, kendi şartlarına uygun görmediği için secde etmemişti. Konu ile ilgili âyetler şöyledir:
“Bir gün Rabbin meleklere dedi ki: “Ben, kurumuş çamurdan, değişken kara balçıktan bir insan yaratacağım. Onu düzenleyip içine ruhumdan üflediğimde ona secde edin.” Bütün melekler hemen topluca secde ettiler; İblis öyle yapmadı, secde edenlere katılmamakta direndi. Allah dedi ki: “İblis! Senin neyin var ki, onlarla birlikte secde etmedin?” Dedi ki, “Kurumuş çamurdan, değişken kara balçıktan yarattığın insana secde edemem.” Allah dedi ki, “Öyleyse çık oradan, çünkü sen kovuldun.” (Hicr 15/28-34)
“O, direnmiş, büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu.” (Bakara 2/34)
İblis, Adem’e değil, Allah’a karşı büyüklenmişti. Çünkü uygun bulmadığı Allah’ın emriydi. Bu yüzden Allah ona, “..İn oradan, orada büyüklenmek sana düşmez; çık, sen alçağın tekisin” demişti. (A’raf 7/13)
İblis, Allah’ın ne varlığını, ne de birliğini inkar etmiştir. Sapık sayıldıktan sonra bile şöyle demiştir:
“..Doğrusu ben Allah’tan korkarım, Allah’ın cezası pek ağırdır.” (Enfâl 8/48)
İblis ahirete de inanır. Çünkü kovulunca şöyle demişti: “Rabbim! Hiç olmazsa, tekrar dirilecekleri güne kadar bana süre tanı.” (Hicr 15/36)
İblis’in kâfirliği, Allah’a şart ileri sürmesi ile başladı ve artarak devam etti. Çünkü Allah’a şart ileri sürmek, kendini o konuda onunla eşit görmektir. Bu da kendini tanrılaştırmaktan başka bir şey değildir. Büyüklenmenin en kötüsü işte budur.
En’am Arapça’da koyun, keçi, sığır ve deveye verilen ortak addır.
DEVAMI»»