ANASAYFA

FORUM

HABERLER

ZİYARETCİLER

SORULARINIZ

KİTAP

EFENDİMİZ

NAMAZ

HİKMETLİ KİTAP

FİLİMLER


   
  Tevhid Nesli geliyor....
  4-B - EN BÜYÜK ŞİRK : VAHDET-İ VUCUD İNANCI
 

B - en büyük ŞİRK : VAHDET-İ VUCUD İNANCI

 

Anlamı ve mahiyeti ile ilgili tartışmaların hiç kesilmediği bir ko­nu olan Vahdet-i Vücûd, harici tesirlerin etkin olduğu bir inanç­tır.

 

Müslümanların savaşlar veya ticarî ilişkiler sonucunda özel­likle Hint'le irtibat kurmaları, Hint din ve felsefelerinin müslümanlar arasında tanınmasına imkân sağlar.

 

Bu irtibat süresince Veda inancı bazı sûfîlerce düşünce ve inançlarını izahta yardım­cı unsur olarak benimsenir. Veda inancına göre, tabiat diye baş­lı başına bir mevcûd yoktur. Varolan sadece yaratıcı kudrettir. Tabiat ise onun bir görüntüsüdür. Aynen dalga ve köpüğün, denizin bir görüntüsü olması gibi. Deniz kayboldumu dalgada köpükte kalmaz. Deniz dalga ve köpükten ibaret değildir ancak onlarsız da kendisini gösteremez.

 

Fena inancının doğru biçiminden, bozulmuş, çarpıtılmış bi­çimine geçişte Allah'ın varlığının karşısında ayrı bir "Ben"in olamayacağı inancının oluşması, Vahdet-i Vücûd inancının doğu­şunda önemli bir safhayı teşkil eder.

 

Eğer "Ben" yoksa, o zaman diğer şeylerin de olmaması gerektiği kanaati oluşur. Diğer şeyle­ri, Allah'a rağmen var kabul etmek Yunus Emre'nin önceki say­fada geçen mısrasında olduğu gibi, şirk olarak nitelenir.

 

Ancak bu inancın baştaki dağınıklıktan ve yorum farklılıklarından kurtarılıp, sistemli şekilde ifade edilmesi hemen gerçekleşmemiştir. Bunun için İbn Arabi'yi (638/1240) beklemek gerekmiştir. Veda inancı ve diğer toplumların felsefî birikimleri son safhada sahip olunan söz konusu inancı izahta önemli kolaylıklar sağlar ve böylelikle felsefî bir sistem doğar; bu Vahdet-i Vücûd inancıdır.

 

İbn Arabi'de ontolojik ve metafizik anlamda başlıbaşına bir inanç sistemi haline gelen Vahdet-i Vücûd inancı, bazı sufilerin elastikiyetli ifadeleri içerisinde tasavvufun bünyesinde yerini alır. Elâstiki ifadelerle anlatılan ve bu nedenle istenilen anlama çekilebilen bu inanç, böylelikle müslüman halkın kabulünü elde et­me imkânı kazanır.

 

Söz konusu inancın anlamını araştıracak olursak; Vahdet-i Vücûd inancı "Vücud'"un tek olduğu ve bunun da Vücud-u Mutlak olan Vücud-u İlâhi'den ibaret olduğu anlamına gelir.[1]

 

Buna göre âlem (kâinat) Allah'ın (Vucud-u İlâhî'nin) dış görünüşünden ibarettir. Allah ise âlemin iç görünüşüdür, ikisi arasında cevher, araz farklılığı varsa da bu görünüşten ibaret olup, gerçekte her ikisinin de sıfatlarında fark mevcut değildir.

 

Başta İbn Arabî olmak üzere en açık biçimiyle Sadreddin Konevî (673/1274) Celâleddin Rumî (672/1273), Abdulkadîr el-lci (756/1355), İbn Seb'în (669/1270), lbnu'l Farız (632/1235), Tîlimsanî ( ) gibi ünlü sufîlerin söz ve yazılarında kolaylıkla bu­lunabilecek Vahdet-i Vücûd inancı, günümüz araştırıcılarının çoğunun zihnin de Batı kökenli Panteizm kavramını çağrıştırır bir şekilde yer etmiştir. Çünkü Panteizm'e göre de "Allah'ın âlem­den ayrı ve müstakil bir şahsiyeti yoktur." [2]

 

Elbetteki yanlışlığın coğrafyası ve zamanı olmaz. Yanlış, her yerde ve zamanda yanlıştır. Üstelik yanlışlar arasındaki farklılık­lar (zıtlıklar) birine oranla diğerini doğru kılmaz. Yani basit bir örnekle; 2 kere 2'nin  değişik kişiler tarafından 5 veya 7 olarak kabul edilmesi durumunda, 5 sonucunu yanlış kabul eden birisi­nin 5 ile 7 sonuçları birbirinden farklı olması nedeniyle, 7 'yi 5'e kıyaslayarak " 2 kere 2 nin 5 ettiği görüşü  yanlıştır, 7'de 5'ten farklıdır o halde 2 kere 2, 7 dir" yargısında bulunamaz ve böyle bir yargı doğru kabul edilemez. Çünkü 2 kere 2'nin 5 ettiği dü­şüncesi nasıl yanlışsa 7 ettiği düşüncesi de aynı şekilde yanlıştır. Zira bir yanlışın durumu diğer bir yanlışa göre değil, doğruya gö­re bir anlam ifade eder.

 

Birşey, doğru olandan farklı ise yanlışlık değerini kazanır. Doğruyla aynı ise doğruluk değerini kazanır. Bunları belirtmemizin nedeni; Vahdet-i Vücûd inancını ısrarla Batı'nın panteizminden farklı olduğunu vurgulayarak doğru (hakikat) kılma gayretlerinin hiç eksik olmamasıdır. [3]

 

Bu du­rumda olanlar Fena ve Hulûl’la ilgili inançlara sahip olup, bunu tereddütsüz bir şekilde  ifade eden kişilere rağmen, "Onlar bu­nunla hululü kasdetmiyorlar(dı)" diyerek konuyu zoraki olumlu mecralara çekmeye çalışan kişilerle benzer tavır içerisindedirler.

 

Kraldan çok kralcı kesilme eğilimi taşıyan bu şahsiyetlerinden birisi de çağdaş araştırıcılardan Seyyid Hüseyin Nasr'dır ve konumuzun anlaşılması için onu bir örnek olarak alabiliriz.

 

O, kitap­larında ısrarlı bir şekilde Vahdet-i Vücûd'un Panteizm olmadığı­nı açıklar. Ona göre, bu ikisi arasında hiç bir benzerlik yoktur. Şu açıklaması ise bu ilgisizliği(!) göstermeye yöneliktir; "(Öncelikle) Panteizm felsefi bir sistem(dir)...ikinci olarak, panteizm Allah'la kâinat arasında tözsel bir devamlılık öngörür...(Vahdet-i Vücûd inancına gelince) şudur bu doktrinin esasları, Allah kâinat karşı­sında mutlak aşkın (müteal) olmakla birlikte, kâinat O'ndan bü­tünüyle ayrı değildir. Yani kâinat esrarlı biçimde Allah'a katılmış durumdadır." [4]

 

Görüldüğü gibi Panteizm ile Vahdet-i Vücûd arasındaki çok ince anlam farklılıkları dikkate alınarak, Vahdet-i Vücûd'un, Pateizm olmadığı ve Panteizm yanlış olduğuna göre, Vahdet-i Vucûd'un doğru/hakikat olduğu gibi bir saçmalığa düşülmektedir.

 

Halbuki la ilahe illâllah'ta simgeleşen Tevhid hakikati çerçevesinde düşünüldüğünde dikkate alınması gereken husus, Vahdet-i Vücûd'un Tevhid'in gereği mi yoksa onun çarpıtılmış biçiminin ulaştığı bir inanç mı olduğu konusudur.

 

Vahdet-i Vücûd inancını, karşıtları bir yana, bizzat taraftarlarının ifadelerinden hareketle anlamaya çalışacak olursak, ilk sıralarda karşımıza çıkan şahıs Hallac-ı Mansur (309/921) olur. Onun daha çok hulul inancını çağrıştırır ifade ve fikirleri önceki sayfalarda da geçtiği gibi bir çok taraftar bulur. O'nun çok sayıdaki taraftarlarlarından bir örnek olarak yakın dönem sufilerinde Nazmi Efendi'yi(1113/1701) anabiliriz.

 

O, Vahdet-i Vücûd inancı gereği, hulul inancına karşı çıkar. Hulul olabilmesi için iki ayrı varlığın bulunması gerektiğini ifade eder ve O'na göre iki ay­rı varlık yoktur. Bu nedenle hulul inancı yanlıştır, hakikate muhaliftir. Çünkü bir tek varlık vardır. O da "Vücûd-u Mutlak" olan Allah'tır.

 

Nazmî Efendi'ye göre, "Allah bütün âlemi, kâinatı kaplamış" demek de büyük yanlıştır, Allah'tan ayrı bir âlemin olduğu söz konusu edilmektedir. Halbuki âlem, eşya diye birşey yoktur. Varolan sadece Allah'tır. An­cak bunu ise cahiller değil sadece "ev ednâ" makamına erişenler anlayabilirler." [5]


[1]  "(La mevcûde illâ Hu!) demek, Allah'tan başka mevcud yok demektir. Asıl mev­cutta ancak odur. Ariflerin (Ya Maksud!), (ya Mevcud!) sözleri de buna delildir. Çünkü, eşyanın bazısı bazısına zıt olmakla beraber, Allah bütün eşyayı kapla­mıştır ve çünkü eşya manevi vucûd altında mevcuttur. Başka bir deyişle varlık­lardan her biri o tek aslın kuvvetlerinin bir suretidir ve zıtlık ve netyde, ancak bu suretler, bu mertebeler bakımındandır. Şu halde, Allah, bu mertebelerden mü­nezzeh olmakla beraber, onlardan hali de değildir."( Sunar, Cavit, İmam Rabbani-İbn Arabi Vahdet-i Vücut-Vahdet-i Şuhut meselesi,  237, Ankara 1960 )

 

[2] Prof. Dr. S. Hayri BOLAY, Felsefî Doktrinler Sözlüğü, Ankara 1987, s. 201.

[3] Bu durumun çok sayıdaki örneklerinden ve en tipiklerinden birisi, Doç. Dr. Hü­samettin Erdem'in "Panteizm ve Vahdet-i Vücûd Mukayesesi" isimli çalışmasıdır. Konuyla özellikle ilgilenenler bu kitaptaki ilginç tavrı dikkate alarak, yanlışın bir başka yanlışla kıyaslanarak nasıl doğru kılınmaya çalışıldığını görebilirler.

[4] Üç Bilge, 117,119 Üç Müslüman, 137, Seyyid Hüseyin Nasr, [ Üç Müslüman Bilge,Çev: Ali Ünal, İnsan Yy. 1985]

[5] Nazmî, 60,61  [Prof. Dr. Osman Türer, Türk Mutasavvıfı ve şairi Muhammed Nazmi, Kültür ve Turizm Bk. Yy. Ankara 1988]

 
 
  Bugün 29 ziyaretçi bizimle...  
 
Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden