ÖRNEK 2 Ey Harun`un Kızkardeşi
فَأَتَتْ بِهِ قَوْمَهَا تَحْمِلُهُ قَالُوا يَا مَرْيَمُ لَقَدْ جِئْتِ شَيْئاً فَرِيّاً {27} يَا أُخْتَ هَارُونَ مَا كَانَ أَبُوكِ امْرَأَ سَوْءٍ وَمَا كَانَتْ أُمُّكِ بَغِيّاً {28} فَأَشَارَتْ إِلَيْهِ قَالُوا كَيْفَ نُكَلِّمُ مَن كَانَ فِي الْمَهْدِ صَبِيّاً {29} قَالَ إِنِّي عَبْدُ اللَّهِ آتَانِيَ الْكِتَابَ وَجَعَلَنِي نَبِيّاً {30}
27-Nihayet onu (kucağında) taşıyarak kavmine getirdi. Dediler ki: Ey Meryem! Hakikaten sen iğrenç bir şey yaptın!
28-Ey Harun'un kız kardeşi! Senin baban kötü bir insan değildi; annen de iffetsiz değildi.
29-Bunun üzerine Meryem çocuğu gösterdi. "Biz, dediler, beşikteki bir sabi ile nasıl konuşuruz?"
30-Çocuk şöyle dedi: "Ben, Allah'ın kuluyum. O, bana Kitab'ı verdi ve beni peygamber yaptı." (19 Meryem 27-30)
Ayrıca Meryem suresinde Hz. Meryeme „Ey Harun`un kız kardeşi“ diye hitab ediliyor. Buradaki Harun`un Hz. Musa a.s kardeşi olan Hz. Harun olmadığını yine Peygamberimizden ögreniyoruz. Şöyle ki:
Sahabeden Muğire b. Şu`be anlatır: „Peygamberimiz tarafından Necran`a görevli olarak gönderildiğimde, oradaki Hıristiyan halk bana sormuşlardı:“Sizin kitabınızda, Hz. Meryem`e , ey Harun`un kızkardeşi diye hitap ediliyor. Bu nasıl olur; Musa ve Harun, İsa`dan asırlarca önce yaşamışlardır !
-Ben Medine`ye Allah Rasülü`nün yanına döndüğümde, durumu kendisine ilettim. Şöyle buyurdular: „Onlar çok öncelerden beri, çocuklarına, peygamberlerin ve salih kimselerin adlarını verirlerdi.(Yani buradaki Harun, Hz. Musa`nın kızkardeşi olan Harun (as) değildir.)
ÖRNEK 3 Şufa Kararı
Allah’ın Elçisi’nin, hangi sünnetiyle hangi âyeti açıkladığı hemen anlaşılmayabilir. Birbirini açıklayan âyetler arasında olduğu gibi sünnetle âyetler arasında da benzerlik vardır. Bu benzerlikten hareketle ilgili âyeti bulmak gerekir. Kur’an’a ters ya da kendi içinde çelişkili görülerek kenara itilmiş çok sayıda hadis vardır. Ama hadisin hangi ayeti açıkladığı tespit edilince bu çelişkilerin, büyük ölçüde, ortadan kalktığı görülür. Bu konuda şufa yani önalım hakkı ile ilgili hadisi örnek verebiliriz.
Câbir b. Abdullah’ın bildirdiğine göre Allah’ın Elçisi, paylaşılmamış her şeyde şufa kararı vermiştir. Sınırlar çizilip yollar ayrıldıktan sonra artık şufa olmaz .
Şufa Mecelle’de şöyle tarif edilir: Satın alınan bir taşınmazı, müşteriye kaça mal olduysa o miktar ile kendine mal etmektir . İki kişinin ortak bir arsası olsa, ortaklardan biri, diğerine sormadan kendi payını satsa, ortağı bu satışa razı olmayıp arsadaki payı kendi almak istese, şufa hakkını kullanarak alabilir. Müşteri ondan, sadece mal oluş fiyatını isteyebilir.
Müşteri, arsadaki payın yeni sahibi olacağından, onu ondan zorla almayı şu âyet yasaklamıştır:
“Müminler, mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin; karşılıklı rızaya dayalı bir ticaretle olabilir” (Nisa 4/29)
Allah’ın Elçisi, Kur’an’a aykırı bir açıklama yapamaz. Öyle ise bu, istisnai bir durum olabilir. Konuya böyle yaklaşınca karşımıza hemen şu âyet çıkar:
وَقَدْ فَصَّلَ لَكُم مَّا حَرَّمَ عَلَيْكُمْ إِلاَّ مَا اضْطُرِرْتُمْ إِلَيْهِ
“Allah size neyi yasaklamışsa açık açık bildirmiştir; zor durumda kaldıysanız o başka.” (En’am 6/119)
Demek ki Allah, zor durumda kalanın neleri yapacağını açıkça bildirmemiştir. Öyleyse kimin zor durumda sayılacağı ve ne gibi şeyler yapacağı hususunda Elçi’nin açıklamaları önem kazanır.
Taşınmazdaki bir payın başkasına satılması, ortağı zor duruma sokar. Şufa hakkı bu zorluğu giderme yolunu açar. Bu hakkın varlığını bilerek o taşınmazı satın alan da sonuca katlanır.
Sünnet, Kur’an’dan ayrı bir kaynak değildir; Kur’an’ı açıkladığı için, ona tabidir. Tabi olana ayrı hüküm verilemez. Her konu, Kur’an ve Sünnet bütünlüğü içinde ele alınmalıdır. O zaman, Peygamberimizin, genel kurala aykırı görüldüğü için terk edilen veya çelişkili gözüken söz ve uygulamalarının farklı alanları açıkladığı ortaya çıkacaktır. Bu sebeple Sünnet konusunda aceleci davranmamalı, onun ilgili olabileceği bir âyet, mutlaka aranmalıdır. Bu metot, uydurma hadisler için de kalkan görevi yapacaktır.
Hadisler belirlenen ilkelerin noktalama işaretleri niteliğindedir. Genel ilkelerin düşünce ve pratik olarak nasıl gerçekleşeceğini gösteren bir açıklamadır. Haccın kaç defa yapılacağı, namazların rekatları, hırsızın kaç elinin kesileceği vb, konularda muhakkak sünnete ihtiyaç vardır.
Bununla beraber Kuran, senet yönünden hadisten farklı bir niteliğe sahiptir. Kuran'ın senedi bilimsel bir ispata ihtiyaç duymaz. Bilginler Kuran-ı Kerim'de yer alan bir hükmün doğruluğuna kanaat getirmek için o hükmü aktaran ravilerin akide ve ahlak olarak sağlama kişilikli insanlar olmasını araştırmak zorunda değildir. Çünkü Kuran-ı Kerim'in senedi kesindir. Bunun yanında Peygamberimizin şöyle söylediğini veya böyle yaptığını ispat eden hadisin senedi bu ölçüde sağlam ve kesin değildir. Bunun sağlam ve kesin olduğunun ispatlanması gerekir.
Kuran'ı doğru anlamak için Resul'ü (sav) de doğru anlamak gerekir. Peygamberleri sürekli mucizelerle iş gören insanlar olarak algılarsak Kuran'ın canlı örneği Hz. Muhammed'i (sav) hayatımızdan uzaklaştırmış oluruz.
Bu konuya , Islami uyanışın ünlü simalarından Ibn Badis`in bir tesbitiyle son verelim:
„Hz. Aişe, „Peygamber A.S´ yaşayışı Kur`andı. „ demiştir.
Bundan şu iki şey anlaşılır:
a. Sünnetle Kuran asla celişmezler
b. Kuranı anlamak Efendimizin hayatını ve onun sünnetini anlamaga baglıdır. Aynı şekilde , Rasülullahın hayatını anlamak da Kuranı anlamaga baglıdır.
Dolayısıyla Islamı anlamak Kuran ve Sünneti anlamaga baglıdır.
Sonraki sayfa»»