8-AYETLER ARASI İLİŞKİLERİ DİKKATE ALMAK
Kuran-ı Kerim bir kanun kitabı olmaktan önce bir eğitim kitabı olduğu için, insanı eğitmek amacıyla aynı konuyu farklı bilgi boyutlarında ve ayrı şartlarda ele almıştır. Bu nedenle , herhangi bir konu, farklı amaçlar ve muhtelif tarzlarda ele alınan tüm ayetler bir araya getirilerek incelenirse, sağlıklı sonuca ulaşılır.
Ayetler arası ilişkiler hususunda dikkat edilmesi gereken en önemli husus, genel ve mübhem ayetleri, aynı konudaki sınır getirici ve ayrıntılara inen hususi ayetler ışıgında anlamaktır.
Yani bir konuda, son ve belirgin sözü, ayrıntılar getiren ve sınır cizen ayetlere söyletmelidir.
Bunun için, tek veya aynı türden birkaç ayetle yetinmeyerek, Kur`anı kerime bütüncül bakmak gerekir.
Geçmişte düşülen ve günümüzdede devam eden birçok hatalı anlayışın sebebi, bu prensibin gözardı edilmesidir. Mutezile, Haricilik, Şia ve Sufiyye gibi fırkaların hem ortaya çıkmaları, hemde Islamın inanç ve hayat tarzında insicamsızlıklar meydana getiren görüşler üretmeleri bundandır.
ÖRNEK
لَا تُدْرِكُهُ الْأَبْصَارُ وَهُوَ يُدْرِكُ الْأَبْصَارَ وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ
1-Gözler O'nu göremez; halbuki O, gözleri görür. O, eşyayı pek iyi bilen, her şeyden haberdar olandır. (6-Enam 103)
Bu ayeti delil gösteren Mutezile , Allahu Teala`nın ahirette görülmeyecegini söylemiş ve bu
ayeti delil göstererek büyük bir yanlışa düşmüştür. Halbuki bu ayetle :
وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَاضِرَةٌ (22) إِلَى رَبِّهَا نَاظِرَةٌ (23)
2-O gün yüzler ışıl ışıl parlar.(75-Kiyame 22)
3-Rablerine bakıp-durur. (75 -Kiyame 23)
Ayetleri ile
وَلَمَّا جَاءَ مُوسَى لِمِيقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُ قَالَ رَبِّ أَرِنِي أَنظُرْ إِلَيْكَ قَالَ لَنْ تَرَانِي وَلَكِنْ انظُرْ إِلَى الْجَبَلِ فَإِنْ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرَانِي فَلَمَّا تَجَلَّى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكًّا وَخَرَّ مُوسَى صَعِقًا فَلَمَّا أَفَاقَ قَالَ سُبْحَانَكَ تُبْتُ إِلَيْكَ وَأَنَا أَوَّلُ الْمُؤْمِنِينَ
4-Musa tayin edilen sürede gelince ve Rabbi O’nunla konuşunca: 'Rabbim, bana göster, Seni göreyim' dedi. (Allah:) 'Beni asla göremezsin, ama şu dağa bak; eğer o yerinde karar kılabilirse, sen de beni göreceksin.' Rabbi dağa tecelli edince, onu param parça etti. Musa bayılarak yere düştü. Kendine geldiğinde: 'Sen yücesin (Rabbim). Sana tevbe ettim ve ben iman edenlerin ilkiyim' dedi.(7-araf 143)
Ayetleri arasında bir ilgi vardır. Hz. Musa a.s tur dağında Cenab-ı Hakkı görememesi, ve cenabı Hakkın ona “Sen beni asla göremezsin “buyurmasıda , birinci ayet gibi mücmeldir ve bu her iki ayette , dünya şartlarında baş gözüyle Allahın görülemeyeceğine dairdir. Halbuki Kiyame suresi 23. ayet Allahın ahirette görülecegine dairdir ve bu mubeyyen ve muhkem ayet , konunun ana çerçevesini belirleyici niteliktedir.
İslam hukukcuları, Kur`anı anlama ve ondan çıkartılacak fıkhi prensipleri belirleme konusunda oldukca hassas davranmışlar, Allahın kitabının anlatım uslübuna dikkat ederek aynı konudaki çeşitli ayetleri birlikte mütaala etmeyi elden bırakmamışlardır.
Kur`anı doğru anlayabilmek için önemli konulardan birisi de ondaki Mutlak-Mukayyed lafızların birbiryle ilişkisini iyi kavramak ve bu bağı gözardı etmemektir. Burada bu iki lafzı kısaca açıklamakta yarar vardır.
Mutlak : „Bir şeyi , herhangi bir özellik belirtmeden bildiren lafızdır“
Örenk olarak şu iki ayeti alabiliriz:
1-Kadınlarına zıhar yapıp, sonra da söyledikleri sözden dönenlerin, karılarına yaklaşmalarından önce bir köle azad etmeleri gerekir. İşte size böyle öğüt veriliyor. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. ( 58 Mücadile 3)
Bu ayete göre, zıhar yapan bir kimse, karısına tekrar dönmek istediğinde, nasıl olursa olsun (mutlak) bir köle azad eder. Burada kölenin özelliklerine girilmemiştir. Yani azad edilmesi gereken kölede, mü`min olma şartı yoktur.
2-İçinizden ölenlerin bırakmış olduğu hanımlar, kendi kendilerine dört ay on gün beklerler. Müddetleri sona erdiğinde, onların kendi haklarında uygun şekilde yaptıklarından dolayı sizin üzerinize bir günah yoktur. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. (Bakara 234)
Burada da kocası ölen kadının , yeni bir evlilik yapabilmesi için, dört ay on gün beklemesi emrediliyor. Bu kadın ölen kocasıyla, yaptığı nikahtan sonra zifafa girmiş olsun veya olmasın hüküm aynıdır. Çünkü kocası ölen kadının herhangi bir özelliğinden bahsedilmemektedir.
Mukayyed : „Bir şeyi, belli özelliğiyle bildiren lafızdır.“
Şu iki ayet de mukayyed lafızlara örnek olabilir:
1-…“Zifafa girdiğiniz hanımlarınızın (başka koçalarından olan) ve sizin himayenizde bulunan kızlarıyla evlenmeniz size haram kılınmıştır. Şayet zifafa girmeden ayrılmışsanız, evlenmenizde bir sakınca yoktur“ (Nisa 23)
Ayete göre, bir kimse nikahlandığı kadınla zifafa girer girmez, bu hanımın başka kocasından olma kızıyla ebediyyen evlenemez. Ancak nikahtan sonra, fakat zifafa girmeden bu kadından boşanmışsa, kızıyla evlenebilir. Çünkü ayetteki haramlık, kızın annesiyle zifafa girme şartına bağlanmıştır. Buradaki lafız şart kaydı`na bağlanmıştır.
2-..“ Azad edecek bir köle bulamayan, iki ay art arda oruç tutsun.“ (Nisa 92)
Hataen adam öldüren bir kimse, keffaret olarak azad edeceği köleyi bulamaz veya gücü yetmezse, iki ay oruç tutar; ancak bu oruçla peş peşe tutlması gerekir. Çünkü buradaki oruç, ayette „peşpeşe“ kaydı ile zikredilmiştir. Burada da sözkonusu lafız sıfat kaydı`na bağlanmıştır.
Kur`anı Kerimde bazı mutlak lafızlar, mukayyed lafızlarla detaylı olarak açıklanır ve sözkonus lafız mutlakın anlamına belirginlik ve sınır getirir. Buna „ mutlakın mukayyed hamli“ denilir.
Ancak, mutlak herzaman mukayyede hamledilmez, burada şunlara dikkat edilmelidir:
I-Mutlak, hem hüküm, hem de sebep bakımından mukayyedle aynı olursa, ona hamledilir.
ÖRNEK
إِنَّمَا حَرَّمَ عَلَيْكُمْ الْمَيْتَةَ وَالدَّمَ وَلَحْمَ الْخِنْزِيرِ وَمَا أُهِلَّ لِغَيْرِ اللَّهِ بِهِ فَمَنْ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا عَادٍ فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ (115)
1-O, size ancak ölüyü, kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesilmiş olan (hayvan)ı haram kıldı. Fakat kim mecbur kalırsa, saldırmamak ve sınırı aşmamak üzere (yiyebilir). Çünkü gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (16 Nahl 115)(bak: Maide3, Bakara 173)
Görüldüğü gibi yukarıdaki ayette ve Bakara 173, ve Maide 3 de, kan mutlak olarak haram kılınmakta ve necis olarak nitelendirilmektedir.
Oysa aynı konudaki bir başka ayet ise şöyledir:
قُلْ لَا أَجِدُ فِي مَا أُوحِيَ إِلَيَّ مُحَرَّمًا عَلَى طَاعِمٍ يَطْعَمُهُ إِلَّا أَنْ يَكُونَ مَيْتَةً أَوْ دَمًا مَسْفُوحًا أَوْ لَحْمَ خِنزِيرٍ فَإِنَّهُ رِجْسٌ أَوْ فِسْقًا أُهِلَّ لِغَيْرِ اللَّهِ بِهِ فَمَنْ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا عَادٍ فَإِنَّ رَبَّكَ غَفُورٌ رَحِيمٌ
2-De ki: "Bana vahyolunanda, leş, akıtılmış kan, domuz eti ki pistir ve günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilen hayvandan başkasını yemenin haram olduğuna dair bir emir bulamıyorum; fakat darda kalan, başkasının payına el uzatmamak ve zaruret miktarını aşmamak üzere bunlardan da yiyebilir." Doğrusu Rabbin bağışlar ve merhamet eder
(6-Enam 145)
Bu ayette murdar olan kanın yalnızca boğazlanan hayvandan akan kan olduğu bildirilmektedir. Bu durumda her iki ayetin hükmünü birbirinden ayrı olarak uygulamak, çelişki doğuracağı için, mümkün değildir. Dolayısıyla mukayyed olan bu ayet hükme esas teşkil etmekte ve yukardaki mutlak ayeti tefsir edmektedir.
Burada mutlak, hüküm ve sebep bakımından mukayyed`le aynı olduğu için, ona hamledilmiştir. Çünkü her iki ayette de hüküm:`kan yemenin haramlığı`, sebep de `kan yemnin zararlı oluşudur.`
Bilindigi gibi buna usul literatüründe mutlakın mukayyede hamli adı verilir. Bu, Kuranın anlaşılmasında önemli bir tefsir kuralıdır.
Yani, genel ve kapsamlı anlama sahip ayetlerin anlamlarına belirleyici sınır getirmek üzere, aynı konudaki özel anlamlı (has) ayetlere başvurmak gerekir.
II-Mulak, hüküm ve sebep bakımından mukayyed`den ayrı olursa, mukayyed`e hamledilemez. Bunda bütün alimler ittifak etmişlerdir.
ÖRNEK
Kur`anı Kerim`de, hırsızlık yapana uygulanacak olan el kesme cezası ve abdest alma konusu açıklanırken, el kelimesi, bir yerde mutlak, diğer bir yerde mukayyed olarak şöyle zikredilir:
1-“ Hırsızlık eden erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık bir ceza ve Allah'tan bir ibret olmak üzere ellerini kesin. Allah izzet ve hikmet sahibidir. “(Maide 38)
2-„ Ey iman edenler, Namaz kılacağınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın.“ (Maide 6)
Birinci ayette el lafzı mutlak olarak zikredildiği için, el`in neresinden kesilmesi belli değildir. Halbuki ikinci ayette, abdest`te ellerin dirseklere kadar yıkanması gerektiği, lafzın mukayyed olarak gelmesinden anlaşılıyor.
Ancak, buradaki mutlak ve mukayyed, hem hüküm hem de sebep bakımından birbirinden ayrıdır. Birinci ayette hüküm; hırsızın elinin kesilmesi, ikinci ayette ise, abdestte ellerin yıkanmasıdır. Yine birinci ayette sebep; hırsızlık, ikinci ayette ise namaz`dır. Böyle olunca , mutlak mukayyede hamledilemez. Sonuçta ikinci ayet birinci ayetin açıklaması ve tefsiri değildir. Yani hırsıza verilecek cezada, ikinci ayetteki „dirseklere kadar el“ lafzı ölçü alınamaz.