9.2. Kur’ân’ın Yöntemi
Kur’ân’ın diğer âyetleri gibi Hac Suresinin 11’den 16’ya kadar olan âyetleri hem birbiriyle hem de diğer âyetlerle ilişkilidir. Şimdi bu ayetleri ve ilişkiler ağını görelim.
11. Âyet:
“İnsanlardan kimi Allah'a sınırda kulluk eder. Eline bir imkân geçse rahatlar; başına bir sıkıntı gelse yüz çevirir. Böylesi dünyayı da kaybeder, âhireti de. Apaçık kayıp budur.”
Her müslüman, bu dünyada imtihandan geçirilecektir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Sizi, biraz korku, biraz açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz eksiltme ile ağır bir imtihandan geçireceğiz; bundan kaçış olmaz. Sen sabır gösterenlere müjde ver.
Onlar başlarına bir sıkıntı geldiğinde şöyle derler: "Biz zaten Allah'a aidiz; nasıl olsa ona döneceğiz."
Onlar üzerlerinde Allah’ın verdiği olgunlukları ve bereketi taşırlar. Yola gelmiş olanlar işte onlardır.” (Bakara 2/155-157)
Başına gelen sıkıntıya katlanamayan kişi, ondan kurtulmak için Allah’a yakın gördüğü birinin ruhâniyetini aracı koymaya çalışır ve yoldan çıkar. 12. âyet onu söylüyor.
12. Âyet
“Allah'ın yakınından, kendisine zarar vermeyecek ve yarar da sağlamayacak şeyi yardıma çağırır. İşte bu, pek derin bir sapıklıktır.”
Çevremizdeki müslümanlar böyle durumlarda Eyüpsultan gibi yatırlara koşar, onları Allah’a yakın gördüklerinden ruhaniyetinden yardım isterler. Halbuki bunlar ölmüş kimselerdir. Bizi duyamaz ve cevap veremezler. Kıyâmetten önce onlarla görüşme imkanımız da yoktur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“De ki, baksanıza, Allah’ın yakınından neyi çağırıyorsunuz? Gösterin bana, onların yeryüzünde yaratmış oldukları ne vardır? Yoksa onların göklerde bir payı mı bulunuyor? Bu konuda bana, bundan önce gelmiş bir kitap veya bir bilgi kalıntısı getirin bakalım. Eğer doğru sözlü kimseler iseniz.
Allah’ın yakınından kıyâmet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek kimseleri yardıma çağırandan daha sapık kimdir? Oysaki bunlar onların çağrısının farkında değillerdir.” (Ahkaf 46/4-5)
Bu şahıs, daha sonra Allah’a yakın bildiği bir din büyüğünü araya koymaya çalışır. Ona bağlanıp manevi yardımını almak ve sıkıntıdan kurtulmak ister. 13. âyet onu gösteriyor.
13. Âyet
“Zararı yararından yakın olan kişiyi de yardıma çağırır. O ne kötü bir yardımcı ve bu ne kötü bir cemaat üyesidir.”
Halbuki yardım istediği kişi de yardıma muhtaçtır. Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Onun yakınından çağırdıklarınız kendilerine yardım edemezler ki size yardım etsinler.” (Araf 7/197)
“De ki, Allah’ın dışında kuruntusunu ettiklerinizi çağırın bakalım; onlar, sıkıntınızı ne gidermeye, ne de bir başka tarafa çevirmeye güç yetirebilirler.
Çağırıp durdukları bu şeyler de Rablerine hangisi daha yakın diye vesile ararlar, rahmetini umar, azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı cidden korkunçtur.” (İsrâ 17/56-57)
Bu şahıs, aracı yaptığı din büyüğünün cemaatine girer; ona kul olur, hediyeler, adaklar sunar, huzurunda saygıyla eğilir ve şirke düşer. Eline bir şey geçmeden en büyük zarara uğrar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Belki kendilerine yardımları dokunur diye Allah’ın yakınından tanrılar edindiler. Ama onların yardıma güçleri yetmez. Oysa ki kendileri onlar için hazır askerdirler.” (Yasin 36/74-75)
İnsanların çoğu, olağan üstü saydıkları bir kısım varlıkları, ata ruhlarını, bir de Allah’a yakın bildikleri kişileri araya koyarak isteklerini Allah’a ulaştırmaya ve kabul ettirmeye çalışırlar. İşte bu, İslam ile batıl inançları ayıran temel farktır. 11, 12 ve 13. âyetler, bu yola giren bir müslümanın pek derin bir sapıklığa düşmüş olacağını, hem dünyayı hem de âhireti kaybedeceğini bildiriyor. İşte apaçık kayıp budur.
12. âyette yardıma çağrılan için ما mâ = şey, 13. âyette ise من men = kişi kelimeleri kullanılmıştır. Ayrıca 12. âyette yardıma çağrılanın, zarar vermeyecek ve yarar da sağlamayacak şey olduğu belirtilirken, 13. âyette, zararı yararından yakın olan kişi olduğu ifade edilmektedir. Bunlar, yardıma çağrılan iki farklı şeyi gösterdiğinden meâl ona göre yapılmıştır. Ama geleneksel yöntemde bu farklar görülmemiş, her iki âyette de yardıma çağrılanın putlar olduğu sanılmıştır.
Çağdaş tefsircilerden Muhyiddin ed-Dervîş 13. ayeti, 12. âyetin tekrarı, onun bedeli saymıştır. Büyük tefsir bilgini ez-Zemahşerî’nin aşağıda gelecek olan yorumu, onun da aynı görüşte olduğunu göstermektedir.
Bedel, bir kelime veya cümlenin diğerinin yerine geçmesidir. İkinci âyeti birincinin bedeli saymak aradaki farkları görmezlikten gelip birinci âyete de ikinci âyetteki anlamı vermek olur. Yani ikinci âyet, mana olarak birincinin tekrarı sayılmış olur.
O zaman birinci âyetteki, “zarar vermeyecek ve yarar da sağlamayacak şey” ifadesi ikinci âyette; zararı yararından yakın olan kişi olarak değiştirilmiş olur. Bu yorumcular, yardıma çağrılanın put olduğuna karar verdiklerinden; putun zarar verebileceği, yarar da sağlayacağı, ama zararının yararından yakın olduğu ortaya çıkar. Bu, çok sayıda âyetle çelişir. Meşhur müfessir ez-Zemahşerî, hatadan döneceğine şunları söylemiştir:
“Eğer dersen ki, putların zarar vermesi veya fayda sağlaması reddedilmişken bu iki âyette var gösterilmiştir[1]; bu bir çelişki değil midir? Derim ki; mana kavranırsa bu anlayış ortadan kalkar. Şöyle ki, Allah Teâlâ, kafiri zavallı duruma sokmuştur. Çünkü o, fayda ve zarar verme gücü olmayan cansız bir maddeye kul olur. Cahilliği ve sapıklığı sebebiyle inanır ki, şefaat isteyeceği zaman puttan yararlanacaktır. Sonra bu kafir, Kıyâmet günü putlar sebebiyle zarar gördüğünü, onlara kul olduğu için cehenneme girdiğini, iddia ettiği şefaatten de bir iz olmadığını görünce bağırıp çağırır ve şöyle der: “Zararı yararından yakın olan kişi!. O ne kötü yardımcı ve ne kötü bir arkadaştır.”
İkinci âyet birincinin bedeli olduğundan “çağırır” ifadesi tekrarlanmış olur. Sanki Allah Teâlâ şöyle demiştir: “Allah'ın çevresinden, kendisine zarar vermeyecek ve yarar da sağlamayacak şeyi yardıma çağırır da çağırır.” Sonra da sanki Allah, şöyle devam etmiştir: Mabut sayıldığı için “zararı”, şefaatçi sayıldığı için “yararından yakın olan kişi” ne kötü yardımcıdır![2]”
Zemahşerî’nin birinci yorumu kabul edilemez. Ebedi cehenneme mahkum olmuş kafir o anda, putun hangi yararını bekleyebilir ki “zararı yararından yakın” desin?
İkincisi hiç kabul edilemez. Çünkü o yorum, putun şefaatçi olacağını kabul etmek olur.
Muhyiddin ed-Dervîş diyor ki; 12. âyetle ilgili yorumların sayısı yediye ulaşır. Ancak onların hepsi mantık dışıdır... Bu âyet, nahiv ve tefsir alimlerini meşgul etmiş ama onlar, susuzluğu giderecek bir yorum getirememişlerdir[3].
İkinci ayeti birincinin tekrarı sayıp da bu işin içinden çıkmak elbette mümkün olamaz. Bunlar, insanların din perdesi altında nasıl sömürüldüğünü görebilselerdi âyetleri doğru yorumlarlardı.
12. âyetin sonundaki العشير (el-aşîr) kelimesi de önemlidir. Aynı soydan gelip birlikte yaşayanlara aşiret ( العشيرة ) denir. Aşîr ise, aynı soydan olan veya birbirini tanıyanlarla birlikte yaşayan kişidir[4]. Bugün buna parti, grup veya cemaat üyesi denir. Allah’a yakın olduğuna ve manevi yardım yapacağına inanılan kimselerin etrafında bir cemaat oluşur. Onlara sığınanlar cemaate girer ve orada olmanın bazı faydalarını görebilirler. Âyette sözü edilen menfaat bu olmalıdır.
Şu ayet, böyle bir menfaate dikkat çekmektedir:
(İbrahim şöyle) demişti: "Allah ile aranıza koyduğunuz putlara tutulmanız sadece bu hayatta birbirinize karşı bir sevgi ortamı oluşsun diyedir. Sonra, Kıyâmet gününde biriniz diğerini tanımayacak ve biriniz diğerine lanet edecektir. Varacağınız yer o ateştir; size yardım eden de olmayacaktır." (Ankebut 29/25)
Zemahşerî, el-Keşşâf, c III, s. 7-8.
Zemahşerî, el-Keşşâf, c III, s. 7-8.
Muhyiddin ed-Dervîş, İ’rabu’l-Kur’ani’l-Kerîm ve beyânuh, Dımaşk-Beyrut 1412/1992, c. VI, s. 403-404.
العشير: المعاشر قريبا كان أو معارف Ragıb el-İsfahânî, عشر mad.
DEVAMI»»