|
|
|
HAYATIN KİTABI KUR`AN
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
İSLAM ÖNCÜLERİ
|
|
|
|
KAVRAMLAR - MAKALELER
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
GÜNCEL-GENEL KONULAR
|
|
|
|
|
|
AMEL - İBADET- DURUŞ
|
|
|
|
|
EFENDİMİZ - ÖNDERİMİZ
|
|
|
|
|
DİNDEN UZAKLAŞMA - BİD`AT
|
|
|
|
|
|
|
|
TARİH BİLİNCİ
|
|
|
|
|
|
DAR-UL KİTAP - KÜTÜPHANE
|
|
|
|
|
MULTİMEDYA - İNTERNET
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
ŞİA'NIN KURAN DIŞINDAKİ MUKADDES KİTAPLARI |
23:53 Dinlerini kutsallaştırılmış kitaplarla aralarında parçaladılar. Her mezhep kendi kitabıyla sevinip övünmektedir.
Şiilerin kendilerine özgü ve küfürde son nokta olan bir diğer uygulamaları ise Kuran’ın haricinde de başka ilahi (ALLAH’tan gelmiş) kitapların bulunduğu ve bunların yalnızca imamlarda mevcut olduğu iddiasıdır. Her ne kadar Sünniler de hadis-i kutsi adı altında Kuran’da bulunmayan, ancak ALLAH sözleri yaftasıyla bazı hadisler uydurmuş olsalar da, Şiilerin kâmil bir kitap ortaya koymalarıyla yarışamazlar. Sonradan ortaya çıkmış ve kendisine örtülü bir şekilde kitap verildiği iddiasındaki bazı sufi şeyhlerinin sınırlı etki alanı hesaba katıldığında, koca bir ekolün külliyen nasıl böyle bir sapıklık içerisinde bulunuyor olması bizi hayretler içerisinde bırakmaktadır.
Tüm Şii grupların var oluş sebepleri imamet tezidir ve bu fırkaların tamamı yalnızca imamlarında mevcut olan, gizli kutsal kitapları olduğunu savunurlar. Biz diğer Şii branştaki mezheplere bakmadan Caferilerin, Kuran haricinde ileri sürdükleri indirilmiş kitapları irdeleyeceğiz.
Caferiler, yalnızca imamlarında bir sır olarak bulunan ve imamların insanları bu kitaplar vasıtasıyla hidayete yönelttiklerine inandıkları, her biri diğerinden merdane beş farklı kitap olduğunu savunurlar. Bunlar: Ali Kuran’ı, Fatma Mushafı, Cifir, Kırmızı Cifir ve Camia adlarını verdikleri “Çakma kutsal” kitaplardır.
Ayette “emruhum” kelimesi geçmektedir. Bu, “onların işleri” demektir. Lakin ayetin anlam bütünlüğünden, bu işlerin dini yapılanmalar olduğunu rahatlıkla anlamaktayız.
Ayette geçen “zübür” kelimesi Zebur’un çoğuludur. “Kutsallaştırılmış kitaplar” demektir.
Mevlana Celalettin Rumi, Muhittin İbni Arabi, Said Nursi ülkemizde de popüler olan kitaplı-kitapsız şeyhlerin yalnızca bir kaçıdır.
|
************************************************************************
“Ali’nin, velinin Kuran’ı mı olur? Kuran Kuran’dır.” diye düşünüyor olmalısınız. Ben de aynen böyle düşünüyorum. Lakin Şiiler aksini iddia ediyorlar. Mevzuyu çakabilmek için önce pek çok Sünni kaynakta da belirtilen şu uydurma habere bir bakalım:
“Peygamber (a.s) hasta döşeğinde yatarken Ali’ye: “Ali!” dedi. “Kuran döşeğimin altında sayfalar, ipek ve varaklar üzerinde bulunmaktadır. Onları alın toplayın. Yahûdilerin Tevrât’ı zâyi ettikleri gibi, siz de Kuran’ı zâyi etmeyin.” Ali gidip, Kuran’ı sarı bir örtü içine doldurdu, evine götürüp üzerine mühür vurdu. “Bunu derleyip bir araya getirmedikçe abamı giymeyeceğim.” dedi. Kapısına biri gelse onu karşılamak için abasız çıkardı. Nihayet Kuran’ı derledi. Derledikten sonra insanlara çıkardı: “İşte Allah’ın Kitabı, onu Allah’ın Muhammed’e indirdiği biçimde iki kapak arasına topladım.” dedi. “Bizim yanımızda Kuran’ı içinde toplayan bir Mushaf var, bizim senin dediğine ihtiyacımız yok dediler.” “Vallahi!” dedi, “Benden günah gitti. Bundan sonra onu bir daha göremezsiniz, ben size haber edeyim.” dedim.
Zaten her fırsatta Kuran surlarında gedik açmaya çalışan bu güruhun, bu uydurma hadisten cesaret alarak nasıl kuduz köpek gibi Kuran’a saldıracaklarını tahayyül edebilirsiniz. Ali’nin derlediği ve halife Ebubekir tarafından kabul edilmeyip Ali’nin de kimseye göstermeyeceğine dair ahdettiği bu kitap, günümüzde bile esrarını ve gizeminden aldığı cazibesini korumaktadır. Bir rivayete göre Hindistan’da belli bir grupta, diğerine göreyse yalnızca büyük Ayetullahların görebilme hakkına sahip oldukları bu “Kırmızı kitap”, Şiilerde dâhil olmak üzere tüm Müslümanların 1400 yıldır elinde bulunan Kuran’dan pek çok farklılıklar içermekteymiş. 1200 yıldır insanlıkla saklambaç oynayan hortlak mehdileri piyasaya çıkınca işte bu kitapla hükmedecekmiş.
Tüm bu Kuran’dan farklı varyasyonlarla rivayet edilen sözüm ona ayetlerin de membası işte bu kerameti kendinden menkul kitaptır. Sonradan bazı deccallar tarafından böyle bir kitabın kaleme alınmış olmasına ihtimal veriyor olsam da, imam Ali’nin böyle bir eylemde bulunduğu iddiası pek çok açıdan geçersizdir.
- Kuran Peygamber Efendimiz zamanında kitap halindeydi. (52:1-3)
- Kuran’ı ALLAH toplamıştır. (75:16-19) Ne Ebu Bekir ne Osman, ne de Ali.
- Kuran ALLAH’ın koruması altındadır. (15:9) Velev ki böyle bir Mushaf bulunsun, bu yalnızca Hz. Ali’nin kişisel üzerinde çalışma yaptığı kitap hükmündedir. Ayetleri aynıdır, lakin gerekli gördüğü yerlere İmam Ali’nin belli notlar alması muhtemeldir. Nasıl ki biz okul kitaplarımızın üzerine notlar alıyorsak sahabede mutlaka böyle notlar almıştır. İlk Müslüman olan Hz. Ali’nin Mushafı, belki ilahi sıralamaya göre değil de nüzul sırasına göre de olabilir. Ancak Halife Osman zamanında karışıklığa sebep olmasın diye tüm kişisel Kuran’ların yakıldığı, komitede bulunan İmam Ali’nin kendi elindekini daha büyük bir fitneye sebep olsun diye muhafaza ettiği düşünülemez.
- Diyelim ki ilk başlarda Ali; Ebubekir, Ömer ve Osman’dan korktuğundan Mushafını ortaya çıkarmadı. Ancak Ali hayatının sonuna kadar köşede bucakta kalmış birisi değildir. Eğer Kuran değiştirilmiş ve aslı kendi elinde olsaydı neden 4 yıl 9 ay boyunca tüm Müslümanların halifesi olduğu dönemde insanlara hakikati açıklamamıştır? Ayrıca Ali, ALLAH’tan değil de Ömer’den mi korkuyordu? Eğer, “Bunu daha kimseye göstermeyeceğim.” diye söz verdi denilecek olursa; Ali sırf verdiği ahitten dolayı ALLAH’ın kitabının tahrif edilmesine, kudreti de elindeyken mani olmamış bir kâfir midir?
Velhasıl kelam bu iddialar ipe sapa gelmez birer şehir efsanesi hükmündedir. Bu saçmalıklara inanan yahut acaba mı diye tereddüt geçiren herkes İslam’dan çıkmıştır. İman konusunda asla şüpheye yer yoktur. Eğer bu rivayetler milyarda bir ihtimal doğruysa bile biz Kuran’dan asla şüphe etmeyiz. Tüm saygı ve sevgimize rağmen Ali ve Kuran arasında bir tercih yapmak durumunda kalırsak, şeksiz Kuran’ı tercih eder ve “eğer Ali böyle yapmışsa kâfir olmuştur.” deriz.
Süleyman Ateş, İmamiye Şiasının tefsir anlayışı, s.53-154.
Kuran derslerinde aldığım notlar sebebiyle karalama defterine dönmüş olan Kuran’ımı annem görünce şok olmuştu. Kuran’ın üzerine yazılar yazdığım için o beni kınasa da ben onu hoş karşılamıştım.
Sahabenin Kuran’ları üzerine dipnotlar almalarının doğal, hatta büyük ihtimal olduğunu belirttim. Osman döneminde gelecek nesiller için bir kargaşaya mahal vermemekten dolayı tüm bu çalışma kitapları yakılmış, onlarca Kuran çoğaltılarak imparatorluğun her köşesine yollanmıştı. Nesai, Süneni Kübra: Fazailu'l-Kur'an bab 5. h.no 7987
Şia doktrini açığa vurmasa da Ali’nin ALLAH’tan çok Ömer’den korktuğu üzerine bina edilmiştir. Sorduğumuz tüm kritik sorulara hep aynı cevabı vermektedirler. Ali neden Ebubekir’e biat etti? Ömer’den korktu. Neden Ömer’e biat etti? Ömer’den korktu. Madem Ali’yi ALLAH halife seçti neden Ömer’in ölürken oluşturduğu 7 kişilik halife namzet şurasına katıldı? Ömer’den korktu. Madem Ömer bu kadar kötü bir insandı Ali neden kızını ona verdi? Ömer’den korktu. Velhasıl Şia içinden çıkamadığı her soruya cevap olarak ÖMER’DEN KORKTU’yu vermektedir. Gene aynı şekilde Peygamber Efendimizin bile Ali’nin kendisinden sonra halife olması sözde emrini uzun bir süre Ömer’den korktuğu için açıklayamadığını, en sonunda sert bir ayet gelince dışarı vurabildiğini belirtmekteler. Buna da şükür diyoruz. “Ya neden Kuran’da Ali’nin ismi ve imamet açıkça geçmiyor?” diye sorduğumuzda “ALLAH Ömer’den korktu.” cevabını verseler ne olacaktı.
|
*********************************************************
Şaşırtıcı ama gerçek… Şiiler, ALLAH’ın melek aracılığıyla Fatma annemize de vahyedip kitap verdiği yalanını uydurmaktadırlar. Güya Peygamber Efendimiz vefat edince Fatma anamız çok üzülmüş ve onu teselli etmek için bir melek onunla konuşuyormuş. Bu durumu Zehra annemiz Hz Ali’ye bildirince: “O melek gelince bana haber ver” demiş. Böylelikle meleğin söylediklerini imam Ali yazarak bir kitap oluşmuş. Fatma mushafı denilen bu kitapta haram ve helale dair bir şey bulunmazken, saate kadar gelecekte olacak her olay yazıyormuş. Bizim Kuranımızdan tek bir kelime bile bulunmayan bu kitap, onun üç misli uzunluğundaymış. İmamlar ellerinde olan bu kitap sebebiyle gaybın tamamına vakıflarmış.
“Ebu Basir şöyle rivayet etmiştir: “Ebu Abdullah’ın (Cafer Sadık) yanına gittim ve o’na dedim ki: “Sana kurban olayım! Sana bir soru sormak istiyorum, acaba burada sözlerimi işitecek başka biri var mıdır?” Ebu Abdullah bulunduğu yerle evin başka bir bölmesini ayıran perdeyi kaldırdı, oradan başını uzatıp baktıktan sonra şöyle dedi: “Ey Ebu Muhammed! Ne istersen sor.”
Dedim ki: “Sana kurban olayım! Senin Şiilerin, Resulullah’ın Ali’ye bir ilim kapısını öğrettiğini ve bu kapının da o’na bin kapı açtığını söyleyip duruyorlar, acaba söylenenler doğrumudur?”
İmam şöyle buyurdu: “Ey Ebu Muhammed! Resulullah Ali’ye bin kapı öğretti ve bunların her biri de bin kapı açar.” Dedim ki: “Allah’a yemin ederim ki, ilim budur.”
İmam bir saat boyunca düşünceye dalarak yeri çiziktirdi. Sonra şöyle dedi: “Evet, bu ilimdir; ama ilim sadece bundan ibaret değildir.” Ardından şunları ekledi: “Ey Ebu Muhammed! Camia (bütün ilimleri kapsayan) bizim yanımızdadır. Camia’nın ne olduğunu biliyorlar mı? Dedim ki: “Sana kurban olayım! Camia nedir?” Buyurdu ki: “Bir sahifedir ki, uzunluğu Resûlullah’ın arşınıyla yetmiş arşın eder. Peygamberimiz yazdırmış, Ali de yazmıştır. Orada bütün helâller ve haramlar, insanların ihtiyaç duydukları her şey vardır. Hatta birini tırmalayıp yaralamanın cezası bile onda yazılıdır.”
Sonra İmam, elini omzuma koydu ve dedi ki: “Bana izin verir misin ey Ebu Muhammed?” Dedim ki: “Sana kurban olayım! Kendimi size adamışım, dediğinizi yapın.” Bunun üzerine İmam, beni çimdikledi ve ardından, “İşte çimdiğin cezası bile orada yazılıdır.”O sırada İmam bir parça öfkelenmiş görünüyordu. Dedim ki: “İlim budur.”
Buyurdu ki: “Bu, ilimdir, ama ilim sadece bundan ibaret değildir.” Sonra bir saat kadar sustu, ardından şöyle dedi: “Cifir ilmi bizim yanımızdadır. İnsanlar cifir ilminin ne olduğunu nereden bilecekler?” Dedim ki: “Cifir nedir? Buyurdu ki: “Deriden bir varaktır ki, peygamberin, vâsilerin ve İsrail oğullarının geçmiş ulemasının ilimlerini kapsar.” Dedim ki: “Hiç kuşkusuz ilim budur.”
Buyurdu ki: “Bu, ilimdir; ama ilim sadece bundan ibaret değildir.” Sonra bir saat kadar konuşmadı, ardından şöyle buyurdu: “Hiç kuşkusuz “Fatma mushafı” da bizim yanımızdadır. Fâtıma’nın mushafının ne, olduğunu nereden bilecekler?” Dedim ki: “Fatma’nın mushafı nedir? “Buyurdu ki: “Sizin şu Kuran’ınızın üç misli bilgi kapsayan bir mushaftır. Allah’a yemin ederim ki, sizin şu Kurân’ınızdan bir tek harf yer almaz o mushafta.” Dedim ki: “Allah’a yemin ederim ki, ilim budur.”
Buyurdu ki: “Bu, ilimdir; ama ilim sadece bundan ibaret değildir.” Sonra bir saat kadar sustu, ardından şöyle buyurdu: “Bu güne kadar olanlara ve bundan sonra kıyamete kadar olacaklara ilişkin ilim, bizim yanımızdadır.” Dedim ki: “Sana kurban olayım. Allah’a yemin ederim ki, ilim budur.”
Tamamen zan olan ve hakikatten hiçbir şey ifade etmeyen bu palavralar inanırlarının akidesini kökten dinamitlemektedir. Gaybı yalnız ALLAH’ın bileceğine değindik. Ayrıca imamların hayatlarına bakınca da bu rivayetin masaldan ibaret olduğunu görürüz. Eğer böyle ilimler ve kitaplar olsaydı neden imamlar bunca zulme maruz kalabilmişlerdir. Sıffin’de tahkime zorlanan, tahkimde kandırılan ve en nihayetinde suikasta uğrayan Hz. Ali, eğer gaybı biliyor olsaydı neden bu tuzaklara gafil avlanmıştır? Kerbela’da Şiiler tarafından ihanete uğrayıp gene onlar eliyle hunharca katledilen İmam Hüseyin nasıl böyle bir tongaya düşmüştür? Ayrıca Şiiler diğer 9 imamlarının da zehirlendiklerini belirtirler. Eğer yanlarında böyle bir kitap varsa ve onunla gaybı bilebiliyorlarsa neden kendilerinin zehirleneceklerini öğrenip ona göre önlem almamışlardır? Aslında Rafızîler, tüm imamlarının bir şekilde intihar ettiklerini ziynetli kelimelerle ifade ederler. Bu ise imamlara atılmış bir iftiradır.
Tefsir Tarihi, Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu C.1 Sayfa 423-424. Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları 1988.
“Sizin şu Kuran’ınız” derkenki Kuran’ı küçümseme, aşağılama, tahfif etme ve ondan teberru etmeyi okudunuz değil mi? Ve bu ifadeyi cami önünden geçen bir kitaptan değil, Şiilerin kayıp mehdileri tarafından tasdiklenmiş ve her şeye kâfidir diyerek künyelediği “El Kâfi” isimli rezil kitaptan alıntıladık.
Kuleyni, El Kâfi, hadis no:630
|
*******************************************************
“... Hüseyin b.Ebul A’lâ şöyle rivâyet etmiştir: Ebu Abdullah’ın (Cafer Sadık) şöyle dediğini duydum: “Bende beyaz cifir vardır.” Dedim ki: “İçinde ne vardır?” Dedi ki. “İçinde Davud’un Zebur’u, Musa’nın Tevrat’ı, İsa’nın İncil’i, İbrahim’in suhufu, helâl ve harama ilişkin bilgiler vardır.” Ayrıca Fâtma’nın mushafı da vardır. Onda Kuran’dan herhangi bir şey olduğunu sanmıyorum. Onda insanların bizden öğrenme ihtiyacı duydukları şeyler vardır. Bizimse bu hususta kimseye ihtiyacımız yoktur. Hatta bu mushafta bir kırbaç vurmanın veya yarım kırbaç vurmanın, aynı şekilde birini tırmalayıp yaralamanın bile cezası bildirilmektedir. Bende bir de kırmızı cifir vardır.”
Günümüzde bile bazı şarlatanların ileri sürdükleri cifir ilmi ve kitabının aslı bu hurafeden kaynaklanmaktadır. Cifir kelimesi Cafer’in zamanla bozulmuş halidir. Cafer’e nispet edildiği ve Şii imamlarından ilk kez onun tarafından dile getirildiği için bu isimle meşhur olmuştur. Elâlemin ağzı torba değil ki büzelim. Bu tarz hikâyeler ortaçağ insanına çok cazip gelmekteydi. Ancak sıkıntı, Kuran’dan haberdar ümmetin bir kısmının bu martavalların peşi sıra gitmesidir. Hatta bu cifir, mehdi, şifrecilik, harfler, semboller ve gizemler günümüzde bile oldukça para etmektedir. Gerek gelenekçi, gerek laikçi pek çok ahmak bu palavralara itibar etmektedir.
Bu tarz rivayetler, en mutedil Şiiler arasında dahi imanın şartı gibi kabul edilmektedir. Nasıl edilmesin ki? Koskoca mehdi bu rivayetleri veren kitabi “Kâfi” olarak tanımlamıştır… Biz benzer deli saçmalıklarını vazeden ve daha başka ilim ve kitaplar da olduğunu bildiren birkaç rivayet daha alıntılayıp konuyu bitireceğiz.
“... Ebul Carud, Ebu Cafer (Muhammed Bakır)’dan şöyle rivâyet etmiştir: “Hüseyin, vefat edeceği sırada vasiyetini herkese açık bir şekilde kızı Fâtma’ya, dürülmüş bir mektup şeklinde verdi. Hüseyin’in başına bildiğimiz olaylar gelince, Fatma bu vasiyeti Ali b. Hüseyin’e verdi. Dedim ki: “Allah, Azze ve Celle sana rahmet etsin, mektupta ne yazıyordu?” buyurdu ki: “Dünya kurulduğundan yok olacağı güne kadar Âdemoğullarının ihtiyaç duydukları her şey.”
Allah Tealâ, Peygamberine bir kitap indirdi. Bu kitabı getiren Cebrail: “Ey Muhammed, bu senin asillere vasiyetindir.” dedi. Muhammed de: “Ey Cebrail, asiller kimlerdir?” diye sordu. O da: “Ali ve evlâtlarıdır.” dedi. Bu kitap üzerinde altın mühürler vardı. Hz. Muhammed, aldığı bu kitabı Ali'ye verdi. Ona mühürlerden birini açıp onunla amel etmesini söyledi. Sonra Hz. Ali, bunu oğlu Hasan'a verdi. O da bunun bir mührünü açıp onunla amel etti. Sonra Hasan, onu kardeşi Hüseyin’e verdi. Hüseyin de onun bir mührünü açınca kendisine: “Ailenle birlikte şehit olmaya çık; onlara şehitlik, ancak seninle nasip olacaktır. Canını Allah'a sat...” denildiğini gördü. Daha sonra o, bu kitabı oğlu Ali Zeynelâbidin'e verdi. O da, bunun bir mührünü açınca kendisine: “Başını eğerek sus, evine çekil, ölünceye kadar Rabbine ibadet et.”, diye emredildiğini gördü. Sonra o, bunu oğlu Muhammed Bakır'a verdi. Muhammed Bakır da, bunun bir mührünü açınca: “İnsanlara anlat, onlara fetva ver, Ehl-i Beyt'in İlimlerini yay, salih atalarını doğrula, Allah'tan başka kimselerden korkma, sana kimse dokunamaz...” sözleriyle karşılaştı. Sonra onu Cafer-i Sâdık'a verdi. O da, bunda: “İnsanlara anlat, onlara fetva ver, yalnız Allah'tan kork, Ehl-i Beyt'in İlimlerini yay, atalarını doğrula. Çünkü sen eman ve muhafaza altındasın...” sözlerini gördü.
“... Ebu Basir, Ebu Abdullah’tan (Cafer Sadık) şöyle rivâyet etmiştir : “Resulullah’ın kılıcının kabzasının bir ucuna asılı bir kâsenin içinde küçük bir sayfa saklıydı.” Ebu Abdullah’a dedim ki: “Bu sayfada ne yazıyordu?” Buyurdu ki: “Burada bazı harfler yazılıydı ki, bu harflerin her biri bin bölüme açılır.” Ebu Basir der ki: Ebu Abdullah devamla şunları söyledi: “Şu ana kadar, bu harflerden iki tanesi dahi ortaya çıkmış değildir.”
Kuleyni, El Kâfi, hadis no:632
Kuleyni, El Kâfi, hadis no:772
Kuleyni, El Kâfi, c.1, s.132
Kuleyni, El Kâfi, hadis no:764
|
*************************************************************
Teorik olarak Şiiler de Sünni bakış açısına sahip olmalarına karşın, ne hikmetse “Ehlisünnet ve’l cemaat” adı altında dört ameli mezhebin seçildiği 11’inci asırda Nizam’ül Mülk tarafından sünnet dışı ilan edilmişlerdir. Nitekim Şiiler de hadisleri dinin en temel kaynakları arasında gösterirler. Ancak Sünni ve Şiilerin hadis koleksiyonları birbirlerinden tamamen farklıdır. Çünkü Şiilerin hadis usulü, Sünnilerden başka bir kaideye yaslanmaktadır. Sünnilere göre her sahabe adil ve yıldızlar gibi olduğundan hadis konusunda istisnasız hepsi muteberdir. Şiiler ise Ali’ye yakın olmayan ashabın tamamını kâfir olarak tanıdıklarından, sadece Ali’yle samimi olanlardan hadis rivayet ederler.
Şii dünyasında da Sünni literatüre benzer bir şekilde pek çok hadis kitabı derlenmiştir. Ancak onlar Sünnilerin 6 veya 9 tanesini seçtikleri gibi 4 tanesini mutlak sahih kabul etmektedirler. Diğer kitaplar da ihtiyaca mebni olmak üzere mollaların ellerinin altında bulunmaktadır. Bu dört kitap: Ebu Cafer, Muhammed b. Yakub El Kuleyni’nin yazdığı “El Kâfi”, Muhammed b. Ali El Kummi’nin tedvin ettiği “Men Lâ Yahzuruh’ul Fakiyh” ve Muhammed b. Hasan el Tusi’nin derlediği “Tehzib’ül Ahkâm” ve “El-İstibsâru fi Muhtelefe fihi mine’l Ahbâr” kitaplarıdır. Bu eserlerden Kuleyni’nin El Kâfi’sinde 16199, Kummi’de 9044, Tusi’nin Tehzib’ül Ahkâm’ında 13059 ve diğer kitabında 5511 hadis olmak üzere toplam 43813 hadis bulunmaktadır.
Bu kitapların tedvini Kütübü Sitte’den bile iki yüzyıl sonra gerçekleşmiştir. Kuleyni: 939’da, Kummi: 991’de, Tusi: 1068’de helak olmuşlardır. Yazarlarının ölüm tarihlerinden de görüleceği üzere bu kitaplar, Peygamber Efendimizin vefatından tam 4-5 asır sonra kaleme alınmıştır. Bu durum merkez kaç kuvvetinin çok daha güçlü olacağının en bariz delilidir. Gaybet döneminde mehdi’ye sunulup: “Bu kitap Şiamıza kâfidir (yeterlidir).” okeyini olan Kuleyni’nin El Kâfi’si tartışmasız bir numaradır. Mehdinin tasdiklediği bu kitaptaki tek bir hadisi bile hiçbir Caferi’nin reddetme olanağı yoktur.
Caferi hadis koleksiyonun kendisine has özelliği ise imamların tamamını da hüccet kabul ettiklerinden, onların sözlerini de hadis olarak kabul etmeleridir. Bu alanda da pek çok çalışma yapılmış olup, bunların en meşhuru Hz. Ali’nin hutbeleri, mektupları ve sözlerinin derlendiği iddiasındaki Nehcül Belağa’dır. Şerif Radiy Muhammed b. Hüseyin’in (ö.1015) yazdığı bu kitap, Caferi itikadının temellerinden birisidir. Hz. Ali’nin vefatından 450 yıl sonra derlenmiş bu kitabın mahiyetinde ki uzun hutbelere bakıldığında, bunların Hz. Ali’ye nispetini kabul edebilmek aklı ve mantığı tamamen hiçe sayıp tamamen duygusal yaklaşmaktır. Her bir hutbenin sayfalar tuttuğu bu kitabın sahihliğine Arapların astronomik hafızalarını kabul etsek bile 450 yıl boyunca bu kadar uzun metinlerin dilden dile doğru aktarılamayacağı üç yaşındaki çocuğun bile kolayca algılayabileceği bir gerçektir. Ayrıca kitapta bulunan ve İslam âlemine hicri 3’üncü asırdan itibaren temayüz eden pek çok felsefik terim ve anlatım da bu kitabın İmam Ali’ye ait olamayacağını gün gibi ortaya koyar.
Sünnilerin hadislerine getirdiğimiz eleştirilerin aynısı şia hadisleri için de geçerli olduğundan ayrıca bir reddiye yazmayı gerekli görmedik. El Kâfi’den yaptığımız birkaç iktibastan da açıkça görüleceği üzere şia hadisleri Sünnilerinkinden hiç de geri kalmayacak derecede hurafeler, mitoslar, çelişkiler, yalanlar, palavralar ve iftiralarla doludur. Hz. Peygambere yüz binlerce iftira atanların İmam Ali, Hasan, Hüseyin ve diğerlerine de kolaylıkla iftira atabilmeleri olağandır.
|
DEVAMI>>>
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 70 ziyaretçi bizimle... |
|
|
|
|