Dinin yegâne sahibinin ALLAH olduğu hususunda mutabık olduktan sonra, bu bilginin izdüşümünü aralayabiliriz. Dinin sahibinin ALLAH olduğunu ikrar etmek, başlı başına bir anlam ifade etmemektedir. En nihayetinde O’nun dininin hükümlerini öğrenebilmek için ALLAH’la doğrudan irtibata geçebilme olanağımız olmadığı için, bu kuralları öğrenebileceğimiz bir olgu zaruridir. Hoş, pek çok tasavvuf şeyhi düzenli olarak ALLAH’la, peygamberlerle, sahabe ve geçmiş evliyalarla manevi âlemde görüştüklerini iddia etseler de, Kuran’ı bilen, insaf ve vicdan sahibi hiçbir aklıselim bu zırvalara itibar etmez.
30:30 Yönünü Hanif olarak dine çevir. ALLAH insanları Hanif fıtrat üzere yaratmıştır. ALLAH’ın yaratışında değişme olmaz. İşte dosdoğru din budur. Lakin insanların çoğu bilmezler.
ALLAH insanları Hanif fıtrat üzere yaratmıştır. Her kul dünyaya gelirken ALLAH’ın varlığı ve birliği bilgisini genlerinde taşır. (7:172-173) Ancak insan ihtilafa meyilli bir varlıktır. Ve asla anlaşmazlıktan kurtulamaz. (11:118) Bu yüzden başlangıçta tek bir ümmet olan insanlık ailesi çeşitli sebeplerden ötürü ayrılmıştır. ALAH da insana acıyarak rahmetinin tecellisiyle ihtilaflarını çözümlemeleri için peygamberler ve kitaplar göndermiştir.
2:213 İnsanlar tek bir ümmetti. ALLAH peygamberleri müjdeleyici ve uyarıcılar olarak gönderdi. Ve beraberlerinde ihtilafa düştükleri konularda hüküm vermeleri için hak olarak kitap indirdi. Kendilerine apaçık kanıtlar geldikten sonra ancak aralarındaki husumet yüzünden ihtilafa düştüler. Bunun üzerine ALLAH, iman edenleri izniyle ihtilaf ettiklerinden hakikate iletti. ALLAH dilediğini doğru yola kılavuzlar.
İnsanlık ailesi dallanıp budaklanınca aykırılıklar tüm toplumlarda baş gösterdi. Ve ALLAH her topluma kitap ve elçiler göndererek dilediklerine hidayet nasip etti. Kalanlarsa hak ettiklerinden dolayı sapkınlığa mahkûm oldular.
16:36 Her topluma ALLAH’a kulluk etsinler ve tağuttan sakınsınlar diye elçi gönderdik. ALLAH onlardan bir kısmını doğru yola iletti, geri kalanlarsa sapıklığı hak ettiler. Yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların akıbetini görün.
Peygamberlik ve kitaplar, ihtilafla yaşıttır. Karışıklığa mebni olarak gönderilmişlerdir. ALLAH insanı Hanif fıtrat üzerine yarattığından ötürü dejenerasyon sürecine değin elçi göndermeye de lüzum yoktu. Galat-ı meşhur olarak peygamber zannedilen Âdem’in peygamber olduğuna dair Kuran’da herhangi bir bilgi yoktur. Bilakis Âdem ismiyle sembolleştirilen tekâmülünü tamamlamış ve “adam” olmuş ilk rumuz şahsiyettir. Zaten (2:38) ayetinde Âdem’den yol göstericiye uyması gerektiği belirtilir. Bir peygamberin başka bir yol göstericiyi beklemesi ve ona uyması olası değildir. Velhasıl Kuran’ın tanımladığı Âdem, tasavvurlarımızdaki ilk insandan ziyade, vahşilikten adamlığa geçişin isimlendirilmesine daha yakındır.
ALLAH sürekli olarak anlaşmazlıktan kurtul(a)mayan insana birbiri ardınca elçiler göndererek (2:87) yeryüzünde tamamen fesadın egemen olmasını engellemiş ve dilediklerine hidayet etmiştir. Böylelikle insanlık belirli evrelerden geçerek Kuran’la birlikte olgunlaşma zincirinin son halkasına ulaşmış ve ahir zaman işaret fişeği ateşlenmiştir. (47:18)
Doğanın her bucağında gözlediğimiz ALLAH’ın evrim yasası, diğer alanlarda olduğu gibi din hususunda da inişli çıkışlı (iki ileri bir geri) bir grafik seyrederek 7’nci çağda, 632 yılında (5:3) ayetinin nazil olmasıyla en mükemmel noktaya ulaştı. Yukarıda da değindiğimiz üzere ilk peygamber ilk ihtilafa binaen gönderildi. Kuran’da ismi zikredilen en eski peygamber Hz. Nuh’tur. Hz. İbrahim’e kadar ki bu süreçte gönderilen elçileri “ön peygamberler” olarak tasnif edebiliriz. Bu süreçteki Kuran’da kıssaları mezkûr olan Nuh, Hud ve Salih peygamberlerin belirli ibadet pratikleri olan örgütlü ve sistemli bir dinin tebliğcileri değil, en temel fıtrat ilkelerinin savunucuları olduklarını görürüz. Bu temel prensipler, zaten genlerimize kazınmış olan 10 emirdir. Bu üç peygamberin ortak özelliği şirke ve genel ahlaksızlıklara karşı çıkmaktı.
Ancak belirli bir sistematiği ve dinsel ritüelleri olan İslamiyet dini Hz. İbrahim (as) zamanında ortaya çıkmıştır. Namaz, oruç, zekât ve hac gibi dinin temel kaideleri bu dönemde oturtulmuştur. (2:128)
21:73 Onları (İbrahim, Lut, İshak ve Yakup ) emrimizle kılavuzluk yapan imamlar kıldık. Ve onlara hayırlı işler yapmayı, namazı kılmayı ve zekâtı vermeyi vahyettik. Onlar bize kulluk edenlerdi.
Onların ardından birbiri ardınca peygamberler gönderen ALLAH (2:87) hem yeni durumlarda karşılaşılan ihtilafları çözümlemiş, hem de insanlığın dinsel evrim sürecine katalizörlük etmiştir. 7’inci çağın başlarında, insanlık dinsel yükselişinin zirvesine ulaştığı bir sırada, Kuran’ı indirerek dini kemale erdirmiştir.
5:3… Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Ve sizin için din olarak İslam’ı seçtim…
(33:40) Ayetinde Hz. Muhammet’in (sav) son peygamber olduğunu buyuran Rabbimiz, artık peygamberlik döneminin kapandığını haber veriyordu. Kuran’ın son indirilen ayetinde ise (5:3) Rabbimiz artık dini kemale erdirdiğini belirterek insanlığın yeter bilince eriştiğini, dolayısıyla ortaya çıkan ihtilafları yeni bir vahye (ilahi yardıma) muhtaç kalmadan kendi içerimizde elimizdeki kitapla halledebileceğimizi belirtiyordu.
Hak Teala’nın (5:3) ayetinde kullandığı “tamamlamak” ve “kemale erdirmek” iki fiili ince ancak çok manidar iki durumu işaret eder. Kemal; ulaşılabilecek son noktadır. Ondan bir adım bile ileri gidebilmemize imkân yoktur. Tamamlamak ise belirli bir cüzün eksikliğini gidermektir. ALLAH Kuran’ı indirerek dinini kemale erdirmiş ve herhangi bir eksiklik, noksanlık ve ihtiyaçtan müstağni kılmıştır. Ancak nimetini yalnızca bu konuda tamamlamıştır. Diğer mevzularda ise Rabbimizin nimetlerine her an ve her koşulda şahit olmaktayız.
Hz. Muhammed son peygamber, Kuran da dini kemale erdiren son ahit olduğuna göre bundan sonra dinle alakalı ortaya çıkan her konuda ancak bu kemal düzeyi baz alarak yorum yapabiliriz. Her türlü ihtilaf, ihtiyaç, sorun ve sıkıntımızı çözmek adına ne yeni bir peygamber, ne de başka bir vahiyle desteklenme olanağımız kalmamıştır. Her ne kadar bazı cemaat ve tarikat şeyhleri “ilham” adı altında ALLAH’a iftira atarak kendilerine vahiy geldiğini ve örtülü olarak elçiliklerini belirtiyor olsalar da, Kuran, onların yalancı şarlatanlar olduğunu (2:79) destekçilerinin de onlarla beraber ateşe odun olacaklarını buyurur. (21:98)
Bu kemale erişin nasıl olduğunu gözlemleyebilmemiz için dini kemale erdiren unsur olan Kuran ve özelliklerini kısaca inceleyelim.
6:149 De ki: “Mutlak hüccet ALLAH’ın delilidir. Eğer dileseydi hepinize hidayet verirdi.”
Resul kelimesi sözlük anlamı olarak elçi manasındadır. Kuran’da da hep bu manasıyla kullanılmıştır. Ancak Sünni terminoloji kelimenin anlamını tamamen kaydırarak kendisine kitap verilmiş peygamber, anlamına dönüştürmüştür. Güya iki çeşit peygamber varmış. Kitap verilenler ve kitap verilmeyenler diye ikiye ayrılıyormuş. Bunların 4 tanesi: Hz. Musa, Hz. Davut, Hz. İsa ve Hz Muhammed kendilerine kitap verilen Resul, diğerleri ise nebi imiş.Sırf bu gülünç iddiaları bile Sünnetçilerin, Kuran’dan, dinlerden, akıldan ve mantıktan ne kadar uzak olduklarının göstergesidir. Kuran ile tanıştıktan sonra diğer kitapları da bir inceleyeyim demiştim. İlk şoku Tevrat’ı okurken yaşadım. Çünkü bize Hz. Musa’ya verilmiş diye tanıtılan kitap, Hz. Musa’dan 1000 yıl sonrasını bile anlatıyordu. Hz. Musa’dan çok sonra yaşamış Davut, Süleyman, Eyüp, Yunus gibi peygamberlerin bölümleri bile vardı. Daha büyük sürpriz ise Zebur diye bir kitabın aslında hiç olmadığıydı. Kuran’da geçen (3:184; 4:163; 17:55; 21:105) Zebur kelimesi ise mukaddes kitap demektir. Kuran’da her peygambere kitap verildiği defalarca belirtilmiştir. Hatta Enam suresi 83-87 ayetleri arasında 18 peygamber ismi zikredilip 89. ayette ise hepsine kitap verildiği söylenir. Ancak bu kitapların tamamı elimize ulaşmamıştır. Yalnızca muharref Tevrat ve İncil günümüze gelebilmiştir. Tevrat ise Hz. Musa’ya indirilen kitabın adı değil İsrail oğulları’nın tüm peygamberlerine indirilmiş kitaplarının tümünün ismidir. Tabiî ki Kuran bu tarz bir hata yapmaktan münezzehtir. Kuran bu koleksiyondan bahsederken, Tevrat kelimesini (3:3,48,65,93; 5:43,44,46,66,68,110; 7:157; 9:111; 48:29; 61:6; 62:5) kullanır. Hz. Musa’ya indirilmiş olan vahiylerden bahsederken ise kitap (6:154) Zikir ve Furkan ( 21:48) isimlerini kullanır. Yani Kuran’ın hiçbir yerinde Musa’ya Tevrat’ı verdik ibaresini rastlamayız. Zebur ise Tevrat’ın Mezmurlar bölümüdür. Çoğu savlarında olduğu gibi gelenekçilerin iddia ettiği gibi dört kitap bulunduğu da bir hurafedir. Yani her peygambere kitap verilmiştir.
Evrim konusu bu kitabın alanına girmediği için değinilmeyecektir. Ancak bu bilimsel kuram, bazı holiganlar tarafından teori olmaktan çıkarılmış ve itikadın konusu haline getirilmiştir. İnşallah bu tali birkaç cümle adına esas konumuz gümbürtüye gitmez.
Kuran’a göre hayır olan her şey ALLAH’tan gelir. İnsan için en büyük hayır hidayet olduğundan kimse hidayeti elde edemez. Ancak ALLAH dilerse verir. Şer ise hiçbir zaman ALLAH’tan gelmez. (4:79) Şerrin ALLAH’tan geldiğini ileri sürmek, bununla da yetinmeyip bunu imanın şartlarından birisi haline getirmek büyük bir nankörlüktür. ALLAH’ın dilemesi elbette bizim fıtratımızı bozmamamızdan geçer. Eğer fıtratımızı bozmamışsak sapıklığı hak etmemiş dolayısıyla hidayete iletilmiş oluruz. Ancak insanın ALLAH’tan bağımsız bir şekilde hidayeti bulabileceğini iddia etmesi büyük bir cüret ve kibirdir. Bizler birer sperm damlasıyız. Tüm galaksilerin, gezegenlerin, yıldızların, uzayların ve her şeyin sahibi olan ALLAH karşısında haddimizi bilmeliyiz.
Örneğin bu üç peygamberin diğer anılan nebilerin aksine namaz kıldıklarına, oruç tuttuklarına ve zekât verdiklerine kuran asla değinmez. Hz. İbrahim ve oğlu İsmail’in (as) inşa ettikleri Kâbe’yi hac emrinin onları bağlamadığı apaçıktır.
70. ayette İbrahim, 71. ayette Lut ve 72. ayette Yakup ve İshak anılarak 73. ayette onlar zamiri gelmiştir. parantez içi ifademiz siyaktan çıkmaktadır.
|