B. HZ. PEYGAMBER VE GAYB BİLGİSİ
1. Genel
Birinci bölümde, her çeşit gaybın ancak Allah tarafından bilinebileceğini ve O’nun tarafından peygamberlere vahiy yoluyla bildirilenlerin dışında hiç bir kimsenin, hiç bir gaybe vakıf olamayacağını ayetlerle işledik.
Acaba bu genel kaideden Hz. Peygamber (S) istisna edilemez mi? Allah dilerse, vahyi vasıta kılmaksızın, Hz. Peygamber (S)’e bazı gaybleri bildiremez mi?
Aklen mümkün ve caiz olan bu durumun “vuku” bulduğuna dair, subütu ve delaleti kesin bir nassın olmadığım; yukanda, Cinn: 26-27 ayetlerini tahlil ederek ortaya çıkarmış bulunuyoruz.
Ayrıca “De ki: Ben size, Allah’ın hazineleri yanımdadır, demiyorum. Ve ben gaybı da bilmem; size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum.” (6/50, benzeri: 11/31) gibi ayetler, Hz. Peygamber (S)’in vahiy yolunun dışında, gaybı bilebileceği ihtimalini tamamen yok ediyor, kanaatındayız.
Hz. Peygamber (S)’in hayatından bazı meşhur olayların ve sözlerin Kur’an ayetleriyle nasıl uyum sağladıklarını örneklemeye geçmeden önce, zihinlerde oluşması muhtemel bir soruyu hatırlatalım.
Resülullah (S), Kur’an-dışı vahiy almamış mıdır? Kur’an’da bulunmayan bir çok rivayetlere bize gelen gaybî ihbarlar bu tür bir vahiyle bildirilmiş olamaz mı!
Kur’an-dışı (gayr-ı metlüv) vahiy iddiası ötedenberi savunulan bir tezdir. Resülullah(S)’in her söylediğinin veya -en azından- din ile ilgili konuşmalarının vahiy olduğu iddiasına, gerçekte, Kur’anî bir mesnedin bulunmadığı hususunu başka geniş bir incelemeye bırakarak, şimdilik, bu konuda Buharî’den birkaç yerde geçen bir rivayeti vermekle yetiniyoruz:
Şîa’nın iddiasına göre, güya, Hz. Peygamber (s), Ehl-i Beyt’e hususî vahiyler tebliğ etmiştir. Sahabeden Ebu Cuhayfe (r), Hz. Ali (r), ye, bu iddiayı kasdederek soruyor: “Sizin yanınızda Allah’ın kitabından ve Allah’ın her müslümana bahşettiği kavrayıştan ve bir de şu sahîfe’den başka birşey yoktur.” [] Aynı hadislerden sözü edilen ’sahîfe”nin; Hz. Peygamber(s)’in Medine’ye hicretinden kısa bir süre sonra yazdırdığı, bütün Medine halkımn hukukunu tanzim eden ve İbn Ishak (ö. 151 H) sîretinde tam metnini bulabildiğimiz “Medine Anayasası” olduğunu çıkarabiliriz. []
2. Mazi Bilgisi ve Peygamber
Hz. Peygamber (s), Allah’ın bildirdiği gayb haberlerinin dışında geçmişe dair vasıtasız hiçbir bilgiye sahip bulunmadığı gibi, bu kabil haberleri bilme sorumluluğu ve konuşma yetkisi de yoktur.
Ashab-ı Kehfin sayıları hakkında üçtür, beştir.. gibi “recmen bi’l-ğayb” . (mesnedsiz tahminlerde) makam tayin eden kimselere, Hz. Peygamber (s)’in şöyle söylemesi emredilmiştir:
“De ki: ‘Onların sayısım en iyi bilen Rabbim’dir” Onlan pek az kimseden başkası bilmez. Onlarla (bu konuda) tartışırken sana bildirilenden başka birşeyle tartışma ve onlar (Ashab-ı Kehf) hakkında kimseden birşey de sorma.”(18/22)
Ayet mealinde altı çizilen bölüm, Taberî tefsirinde Mücahid’in yorumu esas alınarak meallendirilmiştir.
Demek ki Hz. Peygamber (s) geçmişe ait gaybi konuda, ne Allah’ın bildirdiğinden fazlasını söyleyecek ne de başkasına danışacaktır.
3. Hal Bilgisi ve Hz. Peygamber
“Risalet hayatı boyunca, çeşitli yerlerde gıyabında cereyan eden sayısız hadiseleri Hz. Peygamber’in şahsen bilmekte olduğunu iddia etmek, onu beşer hüviyetinden çıkarmak demektir. Muhiti haricindeki hadiseler bir yana, kendi çevresinde fakat gıyabında vukü bulan şeyleri, söylenen sözleri, zihinlerden geçirilenleri vahiy olmadan Hz. Peygamber’in bildiğine delil olabilecek Kuran-ı Kerîm’de hiç bir ayet bilmiyoruz.” []
Resulullah (s)’ın hayatından, hal gaybını da bilmediğini te’yid eden bir çok olay ve rivayetlerin sadece bir kaçını vermekle yetineceğiz:
a) Hz. Peygamber (s)’in bazı istihbaratçılar istihdam ettiği tarihen bilinen bir gerçektir. Bunlardan bir kaçının ismi zikredilmektedir. [] Demre’li Amr.b. Umeyye ise bu işte en başanlı olup müslüman olmadan önce de aynı görevi yapmıştır. []
Daha önce müslüman olmamasına rağmen ancak Mekke’nin fethinde İslamiyetini izhar eden Hz. Abbas (r)’ın, Mekke’den müşriklerin durumunu Resulullah (s)’a rapor ettiği de bildirilmektedir. (El-îstîab, Hz. Abbas maddesi)
Gaybı bilen bir insanın böylesi beşeri yollara baçvurması gereksiz olurdu.
b) Resulullah (s), vahiyle ikaz edilmedikçe muhatabının sözlerindeki yalanlara -her zaman- vakıf olamamaktadır. Münafıkların, söyledikleri hilafına olan kötü niyetleri, çoğu durumlarda ayetlerle ifşa edilerek Hz. Peygamber (s) durumdan haberdar edilmiştir.[] Çünkü Hz. Peygamber (s)’in, çevresindekilerin içyüzlerini bilmesi münafıkları tanıması -açık deliller mevcut olmadıkça -mümkün olmamaktadır. Allah Tevbe/101, ayetinde şöyle buyuruyor: “Çevrenizdeki bedevilerden ve Medîne halkından nifak üzerinde direnen münafıklar vardır. Sen onları bilmezsin, onları biz biliriz…”Görüldüğü üzere Hz. Peygamber (s) huzurundaki ve çevresindeki ikiyüzlüleri tanıyamamaktadır.
c) Mureysî gazvesi dönüşünde, Resulullah (s)’ın mubarek zevcesi Hz. Aişe (r)’ye münafıklarca en iğrenç iftira (ifk) yapılmış ve Medîne kısa zamanda bu azim iftirayla çalkalanmıştır. Hz. Peygamber (s), sevgili zevcesi hakkındaki bu dedikodulan kesinlikle tekzib edememiş çaresizlik içerisinde ashabıyla istişarede bulunmuş, bu arada Hz. Aişe (r)’yi de babasının evine göndermiştir. Günlerce süren ve hem Resulullah (s) hem de zevcesi için ızdırap veren bu ahval içerisinde, bir gün Hz. Peygamber (s) hasta yatmakta olan Hz. Aişe (r)’nin başı ucunda, ona şu sözleri söylemektedir:
“Ey Aişe, senin hakkında bana şöyle şöyle haberler ulaştı. Eğer günahsız isen Allah seni mutlaka temize çıkaracaktır. Yok eğer bir günaha bulaştı isen Allah’dan mağfıret dile, O’na tevbe, et.” []
Şayet Hz. Peygamber (s) gaybı bilseydi, bu hitabından kısa bir süre sonra, Kur’an’la masum olduğu kıyamete kadar bütün insanlara ilan edilen Hz. Aişe (r)’yi ta kalbinden yaralayan ve göz pınarlarındaki yaşları kurutan bu sözleri sarfederler miydi?
Bu tasvir, gaybı bilme istidadında olmayan bir peygamberin hayatından , ızdıraplı bir kesiti sergilemektedir.
Sonunda bildirilen gayb ise kıyamete kadar okunan Kur’an olmuştur. ;(24/10-20) Bu nokta unutulmamalıdır.
d) Hicretin 9 yılında Tebük Seferine çıkılmadan hemen önce, Medîne’nin Kuba yakınlarındaki bir banliyösünde oturan bazı kimseler, Peygamber Mescidi’ne gelişin zorlaştığı yağmurlu ve soğuk günlerde namaz kılmak amacıyla bir semt mescidi inşa ettiklerini haber vererek, Resulullah (s)’tan, gelip ilk namazı kıldırmak suretiyle mescidlerini meşrulaştırmasını rica ederler. Hz. Peygamber (s), teklifi kabul etmekle beraber, sefere çıkmak üzere olduğundan bu küşadı (açılış) sefer dönüşü yapacağına dair onlara söz verir. Oysa sefer dönüşü esnasında Allah Teala, vahiyle, yeni mescidin münafıklarca bir klik oluşturmak, müslümanları zarara, küfre ve tefrikaya düşürmek amacıyla inşa edilmiş olduğunu ihbar ederek Resülune, o mescidde asla namaz kılmaması emrini verir.(9/107-108) Bunun üzerine Hz. Peygamber (s), birkaç müslüman göndererek sonradan “Dırar Mescidi” diye anılacak bu fe sat yuvasını yıktırır.[] Bir kere daha, Hz. Peygamber(s)’in, karşısındaki münafıkların kalblerindekini bilmediğini müşahade etmekteyiz.