ANASAYFA

FORUM

HABERLER

ZİYARETCİLER

SORULARINIZ

KİTAP

EFENDİMİZ

NAMAZ

HİKMETLİ KİTAP

FİLİMLER


   
  Tevhid Nesli geliyor....
  BELİRLİ BİR MEZHEBE BAĞLANMANIN GEREKSİZ
 

KEMAL B. HÜMÂM’IN BELİRLİ BİR MEZHEBE BAĞLANMANIN GEREKSİZ OLDUĞUNU BELİRTMESİ

Kemal b. el-Hümâm, Hanefî fıkhının usul kitabı et-Tahrîr adlı eserinde şunları zikreder: “Belirli bir mezhebe intisab etmenin gerekliliği, sahih görüşe göre gereksizdir.   Ne Allah ne de Rasûlü, bîr kimseye, imamlardan birinin mezhebine intisabını dinin her hususunda onu taklid edipte diğerlerini gözardı etmeyi farz kılmadı. Faziletli devirler, mukallidlerin çoğunun; İmamının metodu hakkında bir bilgisi olmadığı halde “Ben Hanefîyim veya Şafiîyim” demelerine rağmen, belirli bir mezhebe intisab etmenin gerekliliği görüşü olmadan geçti. Somut bir sözle Şafiî veya Hanefî olunmaz. Birisi “Ben fakihim” veya “Ben katibim” demekle fakih ve katip olamayacağı gibi, imamının metodundan uzak olmakla ve sadece lafla o mezhebe girilmiş olmayınca, somut iddia, anlamsız ve boş sözlerle o mezhebe intisab etmek nasıl doğru olabilir?” İkazu Himemi Uli’l-Ebsâr adlı eserinde Fullanî “Mukallid ile muttebi (uyan, tabi olan)” arasındaki farkı şöyle beyan eder: Mukallid, bir konuda Allah ve Rasûlü’nün hükmünü değil de, mezheb imamının görüşünü sorar. Mezheb imamının Görüşü Allah’ın kitabına ve Rasûlullah’ın sünnetine muhalif olduğu ortaya çıksa bile, asla Kur’ân ve Sünnet’e dönmez. Muttebi ise Allah ve Rasûlü’nün hükmünü sorar, başkasının görüşünü ve mezhebini sormaz. Başına bir iş gelse onu ilk âlime sormayı gerekli görmez, rastladığı herhangi bir âlime sorar. Başkasının görüşlerini de duymadan birinci görüşle ibadet ve taassup etmeyi, verdiği fetvanın Kitap ve Sünnetin nassına muhalif olsa bile ona iltifat etmeyecek derecede müdafaa etmeyi gerekli görmez, işte muteahhirunun taklidi ile selefin kabul ettiği ittiba arasındaki fark budur.”[1]

    Taklid,  söyleyen için bir delil olmaksızın onun görüşüne uymaktır. Bu şeriatte yasaklanmıştır, ittiba (uymak, tabi olmak) ise delilini görerek uymaktır. Allah’ın dini konusunda taklid sahih değildir, ittiba ise gereklidir.

    Avamın müftünün görüşünü alması -müftünün hata etme ihtimali olmasına rağmen, bu avam için- uygun olur da, hadisi alması nasıl uygun olmaz?

    Rasûlullah’ın sahih sünnetiyle falan veya filan amel edinceye kadar amel etmek caiz olmaz, amel etmede şart olurdu ki, bu da batılın batılıdır.[2]

 Bunun içindir ki Allah insanlardan hiçbirine vermediği hüccet ve delilleri Rasûlüne vermiştir. Hadisle amel eden veya anladıktan sonra hadisle fetva veren kimse için hata ihtimali tasavvur edilmez. Bu (hadisle fetva vermek) bîr çeşit ehliyeti (ihtisası) olanlar içindir. Ehliyeti yoksa: “Bilmiyorsanız İlim ehline sorunuz.”(Nahl  43) âyetine uyması görevidir.

    Fetva isteyenin, müftünün veya hocasının sözünden kendisi için yazılanlara güvenmesi caiz olduğuna göre, Sika ravilerin Rasûlullah’tan yazdıklarına itimat etmesi daha evladır.

    Hadisi anlamadığı kabul edilse bu, müftünün fetvasını anlamayan gibidir. Anlamını bilen kişiye sorar. Hadis de böyledir. Dediler ki: Haber, hüccet olma konusunda, kıyas ve içtihattan önce gelir. Hadisle amel etmek ise rivayetle amel etmekten daha evladır.”

    Allame İbnu Nüceym, Bahrü’r-Râik adlı eserinde şöyle der: “Açık (sarih) bir nassla amel etmek kıyasla amel etmekten daha evladır. Eğer hadisin manası zahir ise onunla amel etmek vacip olur.”

    Özetlersek, doğru anlayış sahibinin hadisten anladığı kadarıyla amel etmek dini maslahatlardan olup, hepisinde mezheb budur. Bu yüzden imam Ebu Hanife fetva verdiğinde şöyle derdi: “Bu konuda ulaşabildiğimiz bilgi noktası budur. Bundan daha mükemmeli bulunursa doğru olmaya en uygun odur.” Bu görüşü Şa’ranî de “Tenbihu’l-Muğterîn” de nakletmektedir

UYULMASI GEREKEN İMAM RASÛLULLAHTIR

Allame Abdülhak ed-Dehlevî, es-Sıratü’l Müstakîm adlı kitaba yazdığı şerhinde şöyle der: “Gerçekten uyulması gereken imam Rasûlullahtır. Başkasına uymak akıllılık değildir. Bu Selef-i Salihînin - Allah bizi de onlardan kılsın - yolu dur.”

    İmam Şafiî (r.a.) şöyle der: Kendisine Rasûlullah’ın bir hadisi açıklanan kişinin, başka birinin sözü ve görüşü için o hadisi terketmesinin helal olmadığı konusunda müslümanlar icma (görüş birliği) halindedirler. [3]

    Şüphe yok ki, ehl-i hak Rasûlullah’ın izini takip eder, ne kadar çeşitli olursa olsun bazen biriyle bazen ötekisiyle olmak üzere onun amel ve emirleriyle amel eder. Rasûlullah ‘tan sonra da Hulefa-i Raşidîn ve sahabeyi (r.a.) bu ayetlere dayanarak örnek alırlar.

“Ey Muhammed, de ki: “Allah’ı seviyorsanız bana uyun. Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın, Allah affedici ve merhamet sahibidir.” (Ali İmran 31)

 ”Allah Rasûlü size ne getirirse onu alınız, neden de sakındırırsa ondan’da sakınınız.” (Haşr 7)

 Bu konuda daha birçok âyet vardır.

İHTİLAF VE TEFRİKALAR MEZHEPLERE TABİ OLMA YÜZÜNDENDİR

Bazı konularda Rasûlullah’tan gelen rivayetler çok oldugu ve hangisinin önce hangisinin sonra olduğu bilinmezse ve tarih belli olmazsa, Rasûlullah’ın yaptığını yerine getirmek ve ona tabi olmak için, bazen birini, bazen ötekini olmak üzere hepsini yerine getirmek gerekir.

Böylelikle Allah Rasûlü’nün her yaptığını yapmış ve ona tabi olmuş olursun. O rivayetlerden birini seçip diğerini yadırgadığın vakit, senin durumundan cidden korkulur. Yahutta nassın karşısında bir kusur aramaya kalkarsan, farkına varmadan haktan çıkmış olursun. Müslüman bir kimse için; hevasından konuşmayan, konuştukları sadece vahiy olan Rasûlullah’tan sabit olan şeyi yadırgaması nasıl uygun olabilir?

İnsanlar bazı görüşleri alıp bazı görüşleri terketmeyi alışkanlık haline getirince, çeşitli mezhepler ortaya çıktı. Bizim görüşümüz, sizin görüşünüz, bizim kitaplarımız, sizin kitaplarınız, bizim mezhebimiz, sizin mezhebiniz, bizim imamımız, sizin imamınız deyip durdular. Nefret, kibirlenme, hased ve böbürlenmeden müslümanların işlerinin dağınık olması; cemaatlerin, zorba ve frenklerin lokması haline gelecek kadar parçalara ayrılması neticesini doğurdu. Müslüman müçtehidlerinin herbiri. Ehl-i Sünnetten olan bizim imamlarımız değil midir? Allah onların zumresiyle birlikte bizi haşretsin. Mutaassıplara ise yazıklar olsun. Allahım bizi ve mutaassıpları doğru yola ilet.

     Meseleyi objektif bir araştırmayla incelediğimiz vakit mezhepler, müslümanları tefrikaya düşürmek, parçalara ayırmak için İslâm düşmanları tafından süslendirilip, hoş gösterilip ortaya atıldı. Yahutta yahudi ve hırıstiyanlara benzemek isteyen cahiller tarafından uyduruldu. Birçok işlerdeki durumları böyle olduğu gibi mutaassıp cahiller, her devirde çok olup insaflı davranmamışlar, hak ile batılı ayırdedeme mişlerdir.

    İbnü Abdilberr ve İbn-i Teymiyye şöyle der:

“Rasûlullah’tan gelen haber sahih olduğu vakit hiçbir insanın sözü Rasûlullah’ın sözüne denk olamaz. Rasûlullahın sünneti alınmaya ve amel edilmeye daha layıktır. Her müslüman böyle davranmalıdır. O, rey ve mezhebe âyet ve hadîsten önce yer veren taklid gruplarının yaptığı gibi yapmaz. Belki de müçtehid bu nassı gördü de, bildiği bir illetten veya başka bir delili görmesinden dolayı onu terketmiştir, demek suretiyle akli ihtimaller, nefsanî hayaller ve şeytanî mutasaassıplıkla Kitap ve Sünnete karşı gelmez.”

    Bu ve buna benzer olaylar, mutaassıp fırkaların bu işe düşkün olmaları ve taklitçi cahillerin de bunu uygulamalarındandır.

    Hz. Ömer şöyle der: “Sünnet (yol), Allah ve Rasûlü’nün gösterdiği yoldur, Re’yin (görüşün) hatasını bu ümmete yol olarak göstermeyin. Allah Hz. Ömer’den razı olsun. Sanki o bunun olacağı kendisine bildirildi ve ondan bizi sakındırdı.

    Bu asırlarda şahit olduk ki, Rasûlullah’ın sünnetine muhalif, Allah’ın kitabındaki nasslarla çatışan ne varsa onu yol olarak gösterdiler, ona din olarak inandılar, ihtilaf halinde ona müracaat ettiler ve onun adına da “mezhep” dediler. Allah’a yemin olsun ki bu İslâm ve ehline bir musibet ve beladır, taassupçuluk ve taraftarcılıktır. Biz Allah içiniz ve ona döneceğiz.

    İmam Abdurrahman el-Evzaî (r.a.) şöyle der: “insanlar seni terketse bile selefin rivayet ettikleri haberlere uy. Sana güzel, süslü, yaldızlı sözler söyleseler de kişilerin re’y ve görüşlerinden kaçın.”

    Bilal b. Abdullah b. Ömer’den rivayet olunmuştur ki: Babası Abdullah b. Ömer (r.a.) şöyle demiştir:  “Rasûlullah;

Kadınları mescidlerden alıkoymayın” buyurdu.[4]
 Ben de; “Ama ben ailemi alıkoyuyorum, dileyen bıraksın” deyince, bana dönerek:
Allah sana lanet etsin. Allah sana lanet etsin, Allah sana lanet etsin. Rasûlullah’ın onları mescidlerden menetmemeyi emrettiğini duyduğun halde nasıl böyle konuşursun, dedi ve kızarak kalkıp gitti.”  

Allah (c.c.)Sahabelerin tümünden razı olsun.

                                                                           DEVAMI>>>

[1] (Salih bin Muhammed el-Amrî el-Fullânî, s. 41)

 

[2]  Yazar (r.a.) Buharî, Müslim, Malikî, Ebu Davud, Neseî. İbni Mace’de yer alan Hişam bin Urve yoluyla gelen Hz. Aişe hadisine işaret etmektedir. Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurdular: “Ne oluyor bu insanlara. Allah’ın kitabında olmayan şartlar koşuyorlar Allah’ın kitabında bulunmayan her şart batıldır velevki yüz şart olmuş olsa bile. Allah’ın kitabı şart koyma yönünden daha layık ve Allah’ın şartı daha sağlamdır.”

 

[3] (İbnü’l-Kayyim (r.a.) İ’lamü’l-Muvakiîn, 1/7′ye bakınız.)

[4] (Bu hadis sahihtir. Buharî. 1/222-223. İlk yerin lafzı şöyle: “Geceleyin hanımlarınız mescidlere gitmek isterlerse onlara izin veriniz.” Müslim. 2/32, Ahmed. Musned’inde. 2/79, 57, 140, 143, 156; Darimî, Sunen’inde 1/293 şu lafızla rivayet edilmiştir: İçinizden birinizin ailesi mescide gitmek için izin istese ona mani olmasın.)

 
 
  Bugün 234 ziyaretçi bizimle...  
 
Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden