Dünya imtihan yeridir. Buradaki her olayın ahiretle bağlantısı vardır. Doğru bağlantıyı kuramayanlar umdukları cennete değil, istemedikleri cehenneme giderler. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
"Cehennem halkı cennet halkına şöyle seslenecektir: “O sudan ve Allah'ın size verdiği rızıktan bize de aktarın. Onlar diyecekler ki: Allah Teâlâ bunları kâfirlere haram kıldı.
Kâfirler, oyunu ve eğlenceyi kendilerine bir din, bir hayat biçimi edinenlerdir. Dünya hayatı onları aldattı. Bugün biz onları unutacağız; zaten onlar da böyle bir günle karşılaşacaklarını unutmuşlar ve âyetlerimizi bile bile inkâr etmişlerdi.
Biz onlara bir kitap, göndermiş ve onu bilgiyle açıklamıştık. İman edeceklere doğru yolu göstersin ve bir ikram olsun diye göndermiştik.
Onlar onun tevîlinden başkasını mı bekliyorlar? Tevîli geldiği gün evvelce onu unutmuş olanlar şöyle diyeceklerdir: “Rabbimizin elçileri gerçekten doğruyu getirmişler. Bize şefaat edecek kimseler var mı ki şefaat etsinler. Ya da geri gönderilsek de yapıp ettiğimiz işlerden başkasını yapsak.” Onlar kendilerini tüketmiş kimselerdir. Uydurdukları şeyler de çekilip kaybolmuş olacaktır.” (A’raf 7/50-53)
Görüldüğü gibi dünyadaki davranışların âhiretle bağlantısı da tevîl kelimesi ile ifade edilmiştir. Asıl ve kalıcı olan âhirettir. Orada verilecek karşılık, burada yapılanların benzeri olacaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Kim bir iyilikle gelirse ona onun on katı verilir; kim de bir kötülükle gelirse ona sadece onun dengi bir ceza verilir. Hiçbirine bir haksızlık yapılmaz.” (En’am 6/160)
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
هُوَ الَّذِيَ أَنزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ آيَاتٌ مُّحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ فَأَمَّا الَّذِينَ في قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاء الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاء تَأْوِيلِهِ وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلاَّ اللّهُ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِّنْ عِندِ رَبِّنَا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الألْبَابِ
“Sana bu Kitab’ı indiren odur. Onun bir kısmı muhkem âyetlerdir. Onlar Kitab’ın anasıdır. Öbürleri ise müteşâbihlerdir. İçlerinde yamukluk olanlar, fitne çıkarma isteği ve onu tevîl, isteği ile müteşâbih olanına uyarlar. Oysa onun tevîlini Allah’tan başkası bilmez. Sağlam bilgi sahipleri şöyle derler: “Biz buna inanırız. Hepsi de Rabbimiz katındandır.” Böyle düşünenler sadece içi temiz olan kimselerdir.” (Âl-i İmrân 3/7)
Yukarıdaki üç olayda olduğu gibi bu âyette de tevîl ana unsura değil açıklamaya bağlanmış “... Onun tevîlini Allah’tan başkası bilmez.” denmiştir. Burada ana unsur muhkem âyetler, onları açıklayanlar ise müteşâbih olanlardır. Âyetler arasında ilişki kurarak birini diğerine bağlayan Allah Teâlâ olduğu için onların tevîlini o yapmıştır. Araya benzerlik koymuş ki bağlantıları takip edip onun tevîlini bulabilelim. Âyetler arasında Allah’ın kurduğu ilişkiye bakmadan ulaşılan tevîl, Allah’ın tevîli olamaz. Bunu bilerek yapan, yoldan çıkar. Çünkü bu tavır, âyetleri bağlantılarından koparmayı ve bazı âyetleri görmemeyi zorunlu kılar. Dini kullanarak insanları yoldan çıkarmanın en kısa yolu budur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
إِنَّ الَّذِينَ يَكْتُمُونَ مَا أَنزَلْنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالْهُدَى مِن بَعْدِ مَا بَيَّنَّاهُ لِلنَّاسِ فِي الْكِتَابِ أُولَـئِكَ يَلعَنُهُمُ اللّهُ وَيَلْعَنُهُمُ اللَّاعِنُونَ{159} إِلاَّ الَّذِينَ تَابُواْ وَأَصْلَحُواْ وَبَيَّنُواْ فَأُوْلَـئِكَ أَتُوبُ
عَلَيْهِمْ وَأَنَا التَّوَّابُ الرَّحِيمُ {160}
159-“İndirdiğimiz açıklayıcı âyetleri ve ana yolu bu Kitapta insanlara açıkladığımız halde, gizleyenler var ya, Allah işte onlara lanet eder. Lanet edecek olanlar da lanet ederler.
160-Tevbe edip kendini düzelten ve onları açıklayanlar başka. Onların tevbesini kabul ederim. Ben tevbeleri kabul ederim, ikramım boldur.” (Bakara 2/159-160)
Tevîlde bir ana konu, bir de onun açıklaması vardır. Hızır olayında ana konu, Musa aleyhisselamın bilmediği arka plandır. Gördüğü olaylar ise onların açıklamasıdır.
Melik’in rüyası da ileride olacak olayların açıklamasıydı. Onun adamları rüya ile o olaylar arasında ilgi kuramadıkları için yorum yapamamışlardı.
Dünyadaki her olayın ahiretle bağlantısı vardır. Bunlar ahirette kişinin başına gelecek şeylerin habercisidir.
Demek ki tevîl; benzerlikten yola çıkarak ana unsur ile açıklayıcı unsuru bulup açıklamaya ulaşmaktır. Âyetlerin tevîli için de benzerlikten yola çıkarak ana (muhkem) âyeti ve açıklayıcı (müteşâbih) âyetleri bulmak gerekir. Bu yol bizi, âyetlerin açıklamasına götürür.
Alimler müteşâbihe “akılların onu idrake yetmediği âyettir” dedikleri için tevîle farklı anlam vermek zorunda kalmışlar ve Al-i İmran 7’deki şu bölümü anlamada sıkıntıya düşmüşlerdir:
وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلاَّ اللّهُ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِّنْ عِندِ رَبِّنَا
Kendilerine “cumhur” adı verilen çoğunluk buna, şu anlamı vermiştir:
“Onun tevîlini Allah’tan başkası bilmez. Sağlam bilgi sahipleri şöyle derler: “Biz buna inanırız. Hepsi de Rabbimiz katındandır”. Bunlara göre müteşâbihler, Allah’ın kendi bilgisine has olmak üzere seçip ayırdığı âyetler olduğundan hiçbir âlim onların anlamını bilemez.
Azınlıkta kalan âlimler âyete şu anlamı vermişlerdir: “Onun tevîlini Allah ile sağlam bilgi sahiplerinden başkası bilmez. Onlar şöyle derler: “Biz buna inanırız. Hepsi de Rabbimiz katındandır.” Bunlara göre sağlam bilgi sahipleri, müteşâbihi bilirler. Onların bu bilgiye nasıl ulaşacakları, tevîl kelimesine verilen anlamda gizlidir.
İmam Maturidî’ye göre tevîl: Kesinlik ve Allah’ı şahit tutma olmaksızın lafzın muhtemel anlamlarından birini tercih etmektir.
Muhammed Ebû Zehra’ya göre: “Lafzı görünen anlamından alıp, başka anlam taşıyan ama görünmeyen anlamına hamletmektir.”
Zekiyyüddin Şa’ban’a göre ise “Lafzın zahir manasında anlaşılmaktan engellenmesi ve bir delile binaen zahir olmayan başka bir mananın kastedildiğine hükmolunmasıdır.”
Bu tariflere göre tevîl, bir sözü, görünen anlamından alıp, görünmeyen anlamına götürmektir. Görünmeyen anlam deyince ortaya belirsizlikler zinciri çıkar.
Ulemanın tevîl anlayışının doğru gerekçelere dayanmadığı ortadadır.
Muhammed Ebû Zehra, Usulü’l-fıkh, s.134.
en-Nesefî, Abdullah b. Ahmed b. Mahmud, Medâriku’t-tenzîl ve hakâiku’t-te’vîl, Beyrut 1989, c. I, s. 203.
Kesinlik ve Allah’a karşı şehadet olmaksızın lafzın ihtimalatından birini tercih eylemektir. Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, Mukaddime, c. 1, 28.
Zekiyyuddin Şa’ban, İslam Hukuk İlminin Esasları, Trc. İbrahim Kâfi Dönmez, Ankara, 1990, s. 320.
Sonraki sayfa»»