ANASAYFA

FORUM

HABERLER

ZİYARETCİLER

SORULARINIZ

KİTAP

EFENDİMİZ

NAMAZ

HİKMETLİ KİTAP

FİLİMLER


   
  Tevhid Nesli geliyor....
  DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞININ KONUYLA İLGİLİ KARARI
 

T.C.  BAŞBAKANLIK   DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIğI
ANKARA

Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığına

Konu : İmam-Hatip Liselerinde Okuyan Kız Öğrencilerin Kıyafetleri
Karar Tarihi : 30.12.1980
Karar No. : 77

Milli Eğitim Bakanlığı’nca İmam-Hatip Liselerinde okuyan kız öğrencilerin kıyafetleri konusunda Bakanlık görüşünün bildirilme­siyle ilgili olarak Devlet Bakanı Sn. Mehmet Özgüneş’e yazılan 22.12.1980 gün ve 018323 sayılı yazı ile Devlet Bakanlığı Makamının konunun Din İşleri Yüksek Kurulunca da incelenerek Bakanlık gö­rüşünün tesbit edilmesine dair 22.12.1980 gün ve 5.05-1020 sayılı yazı­ları konunun önemi ve şumulü dikkate alınmak suretiyle 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un 5. maddesiyle Kurulumuza verilen görev, yetki ve sorumluluklara dayanılarak dinî, hukukî ve diğer yönlerden incelendi.

Yapılan müzakereler sonunda:

1- Kur’an-ı Kerîm’de Nur Suresi’nin 31. ayet-i kerîmesinde: “Mü’min kadınlara da söyle. Gözlerini bakılması yasak olan şeyler­den çevirsinler. İffetlerini korusunlar. (El, yüz, ayak ile bu uzuvlarda bulunan yüzük, kına ve sürme gibi) kendiliğinden görünenler müs­tesna zinetlerini açmasınlar. Başörtülerini yakalarının üzerine sal­sınlar...” buyrulmuştur.

İslâmiyet’ten önce (Cahiliyye Devrinde) kadınlardan başlarını ör­tenler, örtülerini enselerine bağlarlar veya arkalarına salıverirler, bo­yun ve gerdanlarını açık bırakırlardı. Cenab-ı Hak bu ayet-i celile ile Cahiliyye Devri’nin bu adetini kesinlikle yasaklamış, müslüman ka­dınların başörtülerini, saçlarını, başlarını, kulaklarını, boyun ve ger­danlarını örtecek şekilde yakalarının üzerine salmalarını emretmiş­tir.

Kur’an-ı Kerîm’in mücmel hükümlerini açıklama yetkisi, onu tebliğ ile görevli Peygamber-i Zişan Efendimize aittir. Bu ayet-i celi­lede “kendiliğinden görünenler” ifadesiyle mücmel olarak beyan edi­len uzuvların hangileri olduğunu, muhterem eşi Ümmü’l-mü’mi­min Hz. Aişe (r. a.)’nın nakletmiş olduğu bir hadis-i şerifinde Rasûl­lah (s. a.) Efendimiz, Hz. Aişe’nin ablası Hz. Esma’ya yüz ve ellerini işaret ederek: “Ey Esma! Kadın erginlik çağına erince, şurası ve şurası dışında kalan yerlerini göstermesi caiz olmaz.” (Sünen-i Ebî Davud, 4/62 Hadis No. 4104) buyurmuş, böylece ayet-i celilede istisna edilen uzuvları bizzat açıklamıştır.

Ahzâb Suresi’nin 59. ayet-i celilesinde ise: “Ey Peygamber! Eşle­rine, kızlarına ve mümin kadınlarına, söyle: (Evden çıkarlarken) üzerlerine dış elbiselerini giysinler. Bu, onların iffetli bilinmelerini ve bundan dolayı incitilmemelerini daha iyi sağlar.” buyurmuştur.

Bu ayet-i celile ile de, müslüman hanımların evlerinden çıkar­ken üzerlerine vücut hatlarını belli etmeyecek bir dış elbise almaları, ev kıyafetiyle sokağa çıkmamaları emredilmiştir.

Yukarıda mealleri verilen ayet-i celileler ile Hz. Aişe (r.a.)’nın naklettiği hadis-i şerif ve benzeri hadis-i şeriflerden, İslam müctehid ve fakihleri, müslüman kadınların sadece namaz kılarken değil, namaz dışında da vücudun el, yüz ve ayaklar dışında kalan kısımla­rını, aralarında dinen evlilik caiz olan yabancı erkekler yanında açık bulundurmamaları gerektiği hükmünde ittifak etmişlerdir. İslâmî hükümlerin iki temel kaynağı olan Kitab ve Sünnet delilleri ya­nında, ashab ve tabiîn devirlerinden itibaren bu husus daima böyle anlaşılmış, böylece kadınların tesettürü konusunda her asırda icma‘-ı ümmet de meydana gelmiştir. Nitekim, İslâm’ın doğuşundan, gü­nümüze kadar bütün İslâm ülkelerinde her asırdaki uygulama da böylece devam edegelmiş, hiç bir İslâm alimi söz konusu hükme ay­kırı bir beyanda bulunmamıştır.

2- İnsan haklarına saygılı ve demokratik rejimle yönetilen ülke­lerde, yönetimin en önemli ilkelerinden biri de laiklik ilkesidir. La­iklik, Devletimizin de temel ilkelerinden biridir. Bu ilkenin tabii so­nucu ise, devlet yönetiminde din kurallarına uyma zorunluluğunun olmamasıdır. Bunun yanında, devletin de kişilerin dini inanç ve kanaatlerine saygılı olması, bunları baskı altına almaması, devletçe fertlere tam bir din ve vicdan hürriyeti tanınmış olması da laikliğin tabii bir sonucudur. Nitekim, Birleşmiş Milletler Teşkilatının 10 Ara­lık 1948 tarihinde kabul ettiği «İNSAN HAKLARI EVRENSEL BE­YENNAMESİ»nin 18. maddesinde:

«Her şahsın fikir, vicdan ve din hürriyetine hakkı vardır. Bu hak, din veya kanaat değiştirmek hürriyetini, dinini veya kanaatini tek başına veya topluca, açık veya özel surette öğretim, tatbikat, ibadet ve ayinlerle açıklama hürriyetini gerektirir.» hükmü yer almıştır. Bu beyenname, 6 Nisan1949 tarih ve 9119 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı­’yla Türkiye tarafından da benimsenmiş ve 27 Mayıs 1949 tarihinden itibaren yürürlüğe konmuştur.

Din ve vicdan hürriyeti, esasen, Türkiye’mizde Gülhane Hatt-ı Hümayunu’ndan, yani 1839’dan beri devlet umdelerimizin başında gelmiştir. 1924 Anayasasının 75. maddesinde bu hürriyet:

«Hiç kimse mensub olduğu felsefî ictihad, din ve mezhepten do­layı muaheze edilemez. Asayiş ve umumi muaşeret adabına ve ka­nunların hükümlerine aykırı bulunmamak üzere her türlü dinî ayinlerin yapılması serbesttir.» cümleleriyle ifade edilmiştir.

1961 Anayasasının «Temel Haklar ve Ödevler»le ilgili bölü­münde yer alan 19. maddesinde ise:

«Herkes, vicdan ve dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir.

Kamu düzenine veya genel ahlaka veya bu amaçlarla çıkarılan kanunlara aykırı olmayan ibadetler, dinî ayin ve törenler serbesttir.

Kimse, ibadette, dinî ayin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz. Kimse dinî inanç ve kanaatle­rinden dolayı kınanamaz...» hükmüne yer verilmiştir.

3- Din, sırf bir inanç veya inanç sisteminden ibaret değildir. Dinin inanca ait esasları yanında; ibadet, amel ve ahlaki davranışlarla ilgili hükümleri, dini kabul eden inançlı kişilerin yaşayışlarında uymaları zorunlu emir ve yasakları da vardır. O halde din ve vicdan hürriyeti, sadece bir dinin inançla ilgili esaslarına inanmak veya inanmamak hakkı değil; dindarın mensub olduğu dinin bütün emir ve yasakla­rını hiç bir engele rastlamadan, serbestçe yerine getirebilmesi hakkı­dır. İnanç, ferdin iç alemiyle ilgili olup kendisi tarafından açıklan­madıkça başkaları tarafından kontrolü mümkün olmadığına göre devletin fertlerinin inancına karışıp karışmaması fazla bir önem ta­şımaz. Din ve vicdan hürriyeti, dinin emir ve yasaklarını hiç bir bas­kıya uğramadan yerine getirebilme hürriyeti olduğu şüphesizdir. Ni­tekim İnsan Hakları Evrensel Beyennamesini kabul eden Devleti­miz, Anayasamızın (1961 Anayasası) 19. maddesiyle din ve vicdan hürriyetini açık bir şekilde tanımış ve bu hürriyeti Anayasanın 10. maddesiyle kişiye ağlı, dokunulmaz. devredilmez, vazgeçilmez te­mel hak ve hürriyetlerinden saymıştır. O halde her Türk vatandaşı, bir anayasa hakkı olarak, mensub olduğu dinin bütün emir ve yasak­larını «kamu düzeni, genel ahlak ve bu amaçlarla çıkarılan kanun­lara aykırı olmamak şartıyla» hiç bir baskıya maruz kalmadan, ser­bestçe yerine getirebilme hürriyetine sahiptir. Din ve vicdan hürriye­tinin ve laiklik ilkesinin tabiî ve mantıkî sonucu budur.

4- Müslüman hanımların başlarını örtmeleri, vücutlarının el, yüz ve ayaklar dışında kalan kısımlarını, aralarında dinen evlenme caiz olan yabancı erkekler yanınnda açık bulundurmamaları, bazı çevrelerce sanıldığı gibi belli zümrenin sonradan ortaya çıkardığı bir adet veya işaret değil, İslâm Dini’nin bir hükmüdür. Bu husus yuka­rıda delilleriyle açıklanmıştır. Bu emirlerin bir gereği olarak kadınla­rın örtünmesi milletimizin de bir örfü haline gelmiştir. Ülkemiz­deki hanımların çoğunluğunun, yaşlı hanımların ise hemen hemen tamamının günümüzde de başlarını örtmeleri bunun en açık kanıtı­dır. Üstelik hanımların söz konusu kıyafetlerinde (yani başlarını ka­patmalarında ve dinin emrittiği şekilde örtünmelerinde), kamu dü­zenine, genel ahlaka ve kanunlara aykırı bir durum olmadığı da açıktır. Bu hususun devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğünün, Cumhuriyetin, milli güvenliğin, kamu düzeninin, kamu yararının, genel ahlakın ve genel sağlığın korunup korunmamasıyla da bir il­gisi yoktur. Bu itibarla müslüman hanımların dinî tesettüre uymala­rının kanunla sınırlandırılması da Anayasamızın 11. maddesi uya­rınca söz konusu olamaz. Kaldı ki, Anayasamız, 10. maddesiyle «devleti, kişinin temel hak ve hürriyetlerini fert huzuru, sosyal ada­let ve hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan si­yasi, iktisadi ve sosyal bütün engelleri kaldırmak ve insanın maddi manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamakla» yü­kümlü kılmıştır.

5- Hürriyet, en basit anlamıyla, başkalarına zarar vermemek şar­tıyla kişinin dilediği şekilde hareket edebilmesi ve dilediğini yapa­bilmesi demektir. Buna göre, dinin emrettiği şekilde örtünmeyi ka­bul etmeyen bir kimseyi örtünmye zorlamak, kişi hak ve hürriyetiyle ne derece bağdaşmayan bir davranış ise, ister sırf öyle arzu ettiği için veya estetik amaçlarla olsun, örtünmek isteyen bir kimsenin örtün­mesini engellemeye kalkışmak ve bu maksatla ona baskı yapmak da, aynı şekilde kişinin temel hak ve hürriyetlerine açık bir müdahele sayılmak gerekir. Çünkü genel ahlaka aykırı bir durum olmadıkça, kişinin örtünmesi veya örtünmemesinde başkaları için bir zarar söz konusu değildir. Nitekim, hürriyetçi demokrasi ile idare edilen ve laiklik ilkesini kamil uygulayan bütün ülkelerde, kişi hak ve hürri­yetleri bu şekilde anlaşılmakta, ister dini, ister estetik, isterse başka amaçlarla olsun kişilerin giyinişlerine, kılık ve kıyafetlerine hiç bir sınırlama getirilmemekte ve bu konuda herhangi bir müdahele dü­şünülmemektedir. Hatta bu ülkelerde bir takım dinî okulların ve cemaatlerin, kendi inançlarının gereği sayarak giydikleri, toplumun genellikle benimsediği kıyafetten çok farklı olan özel kıyafetleri de hiç bir şekilde yadırganmamakta, hatta saygı görmektedir.

6- Milli Eğitim Bakanlığı yazısında kadınların örtülü kıyafetleri­nin «Atatürk ilkelerine tamamen aykırı» olduğu ifade edilmekte ise de, genel ahlaka ve kanunlara aykırı olmayan her türlü kadın kıyafe­tinin Atatürk devrim ve ilkelerine aykırılığı söz konusu değildir. Ni­tekim bizzat Atatürk «Eğer kadınlarımız Şer‘in tavsiye ve dinin em­rettiği bir kıyafetle, faziletin icabettiği tavr u hareketle içimizde bulu­nur, millatin ilim san’at, ictimaiyyat hareketlerine iştirak ederse bu hali, emin olunuz, milletin en mutaassıbı dahi men‘-i nefs edemez.» demiştir. (Prof. Dr. Afet İnan, Atatürk ve Türk Kadın Haklarının Ka­zanılması, Tarih Boyunca Kadının Hak ve Görevleri, s.104, İstanbul, 1968, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınlarından).

Atatürk’ün müslüman Türk kadınının kıyafeti konusunda be­nimsediği bu fikirlerine aykırı bir sözüne rastlanmadığı gibi bu sözle­rinden çok sonra çıkartmış olduğu devrim kanunlarından kıyafetle ilgili olan 671, 677 ve 2596 sayılı kanunların hiç birinde kadın kıyafe­tiyle ilgili bir hükme de yer verilmemiştir. Esasen, Atatürk’ü ve ilke­lerini, -çoğu zaman yapıldığı gibi- dinimizin kadın kıyafetiyle ilgili hükümlerine karşı göstermek, memleketimiz yararları ve Atatürk ilkelerinin benimsenmesi açısından son derece sakıncalı bir tutum­dur. Müslüman Türk vatandaşı, «ya Allah’ın emri, ya Atatürk ilke­leri» şeklinde son derece vahim bir tercihle karşı karşıya bırakılma­malıdır.

Unutulmamalıdır ki, örtünmek dinin bir emridir ve Atatürk di­nimizin en son ve mükemmel din olduğunu çeşitli vesilelerle bir çok defalar ifade etmiştir.

7- Bilindiği üzere İmam-Hatip Liseleri ve Kur’an Kurslarında, Kur’an-ı Kerîm’in usulüne uygun olarak tilaveti yanında, bu okul­lardaki eğitim ve öğretimin bir gereği olarak dini hükümler de öğre­tilmekte ve bu hükümlere her müslümanın uymasının gerekli ol­duğu anlatılmaktadır. Dinimizin kadın kıyafetiyle ilgili hükmü, yu­karıda belirtilmiştir. Sözü edilen eğitim ve öğretim kurumlarında dinimizin kadınların örtünmeleriyle ilgili hükümleri de tabiatıyla öğretilecektir. Bu durumda, bir taraftan müslüman kadınların ör­tünmelerinin dinen zorunlu olduğu öğretilirken, diğer yandan müs­lüman kızların başlarını açmaya zorlanmaları, izahı kabil olmayan bir çelişki olacağı gibi, onların vicdanında da son derece olumsuz et­kiler meydana getirecektir. Şüphesiz bu durumun eğitim ve öğretim açısından da fevkalade sakıncalı ve olumsuz sonuçları olacaktır.

Diğer taraftan İmam-Hatip Liselerimizde ve özellikle Kur’an Kurslarımızda Kur’an-ı Kerîm Öğretimi, temel dersler arasında yer almaktadır. Bilindiği gibi, Kur’an-ı Kerim okumak bir ibadettir. İba­det esnasında Allah’ın emirlerine tam bir itaat halinde olmak gere­kir. Kız öğrencilerin yaptıkları bir ibadeti başı açık halde yapmaya zorlanmaları, onların vicdanına açık bir baskı teşkil eder.

8- Vatandaş vicdanına baskı daima reaksiyonla karşılaşır ve top­lumun huzursuz olmasına sebep olur. Şayet bu baskılar devletten ge­liyorsa, devlet-millet ilişkilerinin olumsuz yönde etkilenmesine se­bebiyet verir.

İmam-Hatip Liseleri ve Kur’an Kursları gibi dini öğrenim ku­rumlarında okuyan öğrencilerin ve onların velilerinin vicdanlarına yapılacak baskıların okul-veli-öğrenci, ilişkilerini olumsuz yönde et­kileyeceğinde şüphe yoktur. Çünkü sözü edilen eğitim ve öğretim kurumlarına çocuklarını gönderen veliler, çocukların öğrenimlerini dinî hükümlere uygun yapmalarını ve onların dinî emirlere riayet­kar olarak yetişmelerini istemektedirler. Kaldı ki ilk nazarda sadece okul-veli-öğrenci ilişkilerinde olumsuz gelişmelere sebep olabileceği sanılan bu gibi durumlar, genişleyerek toplum vicdanında da rahat­sızlıklara sebep olabilir.

SONUÇ

Belirtilen sebeplerle, İmam-Hatip Liseleri’nin Yönetmeliğinde, dinimizin müslüman kadınların örtünmesiyle ilgili hükümlerine aykırı, Anayasamızın tanıdığı, kişinin temel hak ve hürriyetlerini zedeleyici ve sözü edilen okulların yönetim, eğitim ve öğretim faali­yetlerini olumsuz yönde etkileyici nitelikte hükümlerin yer alması­nın uygun olmayacağı mütalaa olunmuştur.
Keyfiyetin Devlet Bakanlığı Makamına sunulmak üzere Başkan­lık Makamına arzına karar verildi.



                                                    SONRAKİ SAYFA >>>

 
 
  Bugün 66 ziyaretçi bizimle...  
 
Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden