DEMOKRASİ 6:116 Eğer yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni ALLAH’ın yolundan saptırırlar. Çünkü onlar zanna uyar ve saçmalarlar.
Artık her ağızdan duyduğumuz sihirli bir kelimedir “demokrasi”. İslamcısından – laiğine, Kemalist’inden - komünistine, solcusundan – sağcısına, ülkücüsünden – Kürtçüsüne, emperyalistinden – ezilenine daha sayamayacağım herkes tarafından “açıl susam açıl” olarak dillendirilir. Amerika, Irak’a girer, milyonlarca Müslüman’ı perişan eder; “demokrasi getirdim” der. Turuncusundan, kırmızısına rengârenk devrimlerle yönetimler değişir. Afrika ülkelerinde her gün demokratik devrimler yapılır. Dünyada yüzlerce adında demokrasi kelimesi bulunan siyasi parti ve STK vardır. Meydanlara çıkan her siyasetçi, sanatçı, yazar, çizer, amele, köylü, din adamı, aptal, saptal, ibne, pezevenk, travesti, orospu , namussuz… Bilumum herkesin tek bir talebi vardır; demokrasi.
Kürt sorunu mu? Çözüm basit; demokrasi. İşsizlik mi? Elbette demokrasi. Baş örtüsü mü? Demokrasi. Açlık, sefalet, hastalık, terör, kadın hakları, emniyet, hukuk, insan kaçakçılığı, sahtekârlık, dolandırıcılık, haksızlık ve aklınıza gelebilecek her sorunun tek bir çaresi vardır: DEMOKRASİ. Neymiş bu demokrasi? ALLAH’ın adı bile bu kadar anılmıyor. O’nun sistemi hiç hesaba katılmazken, bir dingilin bilmem kaç bin yıl önce ortaya attığı bu doktrin, her türlü sorunun ilacı oluyor. 2500 yıl önce bir deli bir kuyuya taş atıyor koca koca adamlar çıkarmakla uğraşıyoruz. Nerde bizim çağdaşlığımız? Günümüzün tüm sorunlarına 2500 yıl önce Yunan köylerinde ortaya atılmış olan bir fikir mi çözüm bulacak? Hem de bir insan tarafından atılan.
6:3 O, göklerde de ALLAH’tır, yerde de. Gizlinizi de açığınızı da bilir. Kazanmakta olduklarınızı da bilir.
Egemenliğin, çoğunluğun tasallutunda olduğunu iddia eden demokrasinin, İslam’la hiçbir ilgisi yoktur. Onu savunanların olmadığı gibi. Çoğunluk hiçbir zaman hakka giden yolda tartışılmaz kılavuz değildir. Genelin, dünyevi ve uhrevi alanlarda tamamen doğru kararlar alamayacağına tarih şahittir. Egemenlik kayıtsız şartsız ALLAH’ındır. Bunda en ufak bir sapma şirktir.
Demokrasiyi, yöneticileri halkın seçmesi olan cumhuriyetle karıştırmamak gerekir. İslam’la uyumlu ve makul cumhuriyet, demokrasi ile harmanlanarak kitle kandırılmaktadır. Sanki birbirlerinden ayrılmaz bir bütün gibi gösterilmektedir. Oysaki cumhuriyet ve demokrasi birbirleriyle ilgisiz iki şeydir. Demokrasinin ruh ikizi laikliktir. Buna onlarca örnek verilebilir. Örneğin İngiltere, İspanya, Mısır, Suriye, Ürdün, Malezya, Bhutan vs monarşi ile yönetilen demokratik ülkelerdir. Buna mukabil İran, Pakistan, Bangladeş, Vatikan[1] teokratik ancak cumhuriyetle yönetilen ülkelerdir. Özellikle İran devrimi, demokrasi ve cumhuriyetin tamamen farklı iki ayrı olgu olduğunu gözler önüne serer. Babadan oğla geçen şah demokrasisini Humeyni, teokratik cumhuriyet ile tebdil etmiştir.
Devletlerin üç erki vardır: Yasama, yürütme ve yargı. İslam’da yasama tamamen ALLAH’ın tekelindedir.[2] Yürütme ve yargı ise Müslümanlara bir görev olarak verilmiştir. Demokrasi ise bu üç erkin tamamen çoğunluğa ait olması gerektiğini savunur. Kuran’a göre: çoğunluk asla yol gösterici olamaz.
1.İnsanların çoğu fasıktırlar. ( 5:49 )
2.İnsanların çoğu şükretmezler. ( 2:243; 10:60; 12:38; 27:73; 40:61 )
3.İnsanların çoğu ALLAH’ın yolundan saptırır. (6:116 )
4.İnsanların çoğu gerçeği bilmezler. ( 7:187; 34:28 )
5.İnsanların çoğu ALLAH’ın ayetlerinden gafildirler. (10:92 )
6.İnsanların çoğu iman etmezler. (12:103; 13:1)
7.İnsanların çoğu doğru gerçek dini bilmezler. (12 :40; 30:30 )
8.İnsanların çoğu kâfirdir. ( 17:89 )
9.İnsanların çoğu nankördür. ( 25:50 )
10.İnsanların çoğu ahireti inkâr ederler. ( 30:8 )
11.İnsanların çoğu saate (kıyamet) inanmazlar. ( 40:59 )
12.İnsanların çoğu hüsrandadır. ( 103:2 )
Yani İslam devletinde halkın %100’ü zina edenlere 101 sopa vuralım dese bu küfürdür. Ne 99 ne de 101, tam tamına 100 sopa vurulmalıdır. Bu Kuran’ın her emrinde böyledir. Çoğunluğun bizim için zerre kadar ehemmiyeti yoktur. Eğer ALLAH’ın emirlerine muhaliflerse hepsi iki cihanda da pislikten kurtulamayacaklardır. Böyle bir çoğunluk kusursuz yapıdaki Kuran şeriatını hak etmemektedir.
Cumhuriyete gelirsek; cumhuriyet, yöneticileri halkın seçmesi demektir. Yönetici seçiminde birçok üslup vardır. Aristokrasi,[3] cumhuriyet ve krallık gibi. Bunların hiçbirisi mutlak manada ALLAH’ın emri değildir. Müslümanlar, maslahata binaen koşullara göre bu yollardan birini tercih edebilirler. Hem Kuran’da hem de İslam tarihinde bu üslupların hepsini görebiliriz. Örneğin; krallık[4] Hz. İbrahim’den oğlu İshak’a ondan Yakup’a ondan da Yusuf’a geçmiştir. Peygamberlik de aynı silsileyi takip etmiştir. Hz. Davut’un yerine oğlu Hz. Süleyman geçmiştir. Yahut Talut kıssasında olduğu gibi padişahı bizzat peygamber atamıştır.
İlk halife seçimi de dört farklı şekilde gerçekleşmiştir. Hz. Ebubekir, Muhacir ve Ensar ileri gelenleri tarafından seçilmiştir. Hz. Ömer’i Ebubekir atamıştır. Osman b. Affan, Ömer’in kurmuş olduğu yedi kişilik şura tarafından seçilmiştir. Hz. Ali’yi ise Medineliler ve isyancılar seçmişlerdir. Hilafetin babadan oğla geçmesi sanıldığı gibi Emevilerle başlamamıştır. İlk örnek; İmam Ali’den sonra yerine oğlu Hasan’ın halife seçilmesidir. Velhasıl kelam reislerin seçiminde çeşitli yollar tercih edilebilir.[5] İslam bu seçimlerin hepsini meşru saymıştır. Lakin hem Kuran’da bahsi geçen, kadın erkek herkesin biatinin alınması, (60:12) hem de şura prensibini (3:159; 42:38) tamamen hayata geçirebilmesi açısından cumhuriyet, özellikle günümüzdeki seçim yapabilme olanaklarının da kolaylaşmasıyla tartışmasız en münasibidir.
Demokrasi konusundaki ilginç bir ayrıntı ise ülkemizde tamamen türedi bir yapıda olmasıdır. Mazisi 30 yılı geçmez. Tamamen dış destekli ve toplum mühendisliği çalışması olduğu gözden kaçmamalıdır. Oysaki bu kadar olmazsa olmaz kabul edilen demokrasi, Atatürk’ün altı ilkesinde bile yer almaz. Bu Atatürkçülük gölgesine sığınıp bize demokrasiyi pazarlayanların ikiyüzlülüklerini gözler önüne serer.
Çeyrek asırdır lambasından çıkan ve her sorunumuzu çözmek için fırsat kollayan demokrasi cinimiz, matbu hayatımızın da en ihtişamlı konusudur. Onu öven, sıvazlayan, tek hakikat olarak önümüze koyan, yanılmaz, şaşmaz, ne uyuklama ne de uyku tutan, kürsüsü tüm dünyayı kaplayan bir fenomen olarak koyan on binlerce makale kaleme alınmıştır. Özellikle elimden geldiği kadar İslam ve demokrasi ana başlıklı bulabildiğim tüm makaleleri okumaya çalıştım. Malumunuz bu konuda yazıp çizenler iki ana şablondadır. Laikçiler ve (sözde) İslamcılar. Laikler hep bir ağızdan onlarca ayet ve hadis alıntılayarak demokrasinin kesinlikle İslam’la bağdaşmayacağını belirtiyorlar. İşin garibi, elin laikleri bu çok basit hakikati görebilmişlerken, bizim güya İslamcılarımız onlara cevap yetiştirmeye çalışıyorlar. Hiçbir ilmi yanı olmadan, tamamen sübjektif yorumlarla ve de tek bir ayetten referans vermeden, hatta ayeti geçtik hadis bile iktibas etmeden, İslam’ın ne de demokratik olduğunu savunmaya çabalıyorlar.
17:89 And olsun biz bu Kuran’da insanlar için her türlü örnekten ayrıntılı açıklamalar yaptık. Yine de insanların çoğu ancak küfürde direndi.
Laikliği savunanlar gibi bunların da isimlerini vermek isterdim. Ancak demokrasinin gayri İslami olduğunu savunan birkaç onurlu kişiliğin haricinde, tüm İslami yazarçizerler halkı kandırarak, ALLAH’tan değil de kullardan korkarak, ALLAH demokratmış gibi bir hava estirmekteler. Sözün özü, bu iğrenç cürümü istisnasız tüm din adamları işlemektedir. Onlara kalsa, kimin cennete kimin de cehenneme gideceğini de ALLAH demokratik seçimlerle belirleyecek. Zaten: “Karşıma her türlü günahla gelin, ama kul hakkıyla gelmeyin. Onu affedemem.”[6] ayetini (!) uyduran hınzırlar, cennetin anahtarlarını da bir şekilde demokrasiye vermiş olmaktalar. Çünkü onların mantığına göre; bir kimse ömrünü kulluğa adamış olsa bile eğer bir kişi hakkını helal etmese cehenneme gidecek. Bunun haricinde dinle imanla pek alakası olmayan, hatta inkâr eden biri bile eğer kullarla iyi diyalog geliştirebilmişse cennete gidecek. [7]
Demokrasi ve laiklik konusunda tepeden inmeci bir yaklaşıma sahip değiliz. Mekke döneminin ilk günlerinde olduğumuzun bilincindeyiz. Ne Şiiler gibi tüm itikadımızı devleti ele geçirmeye, ne de Sünniler gibi devlete yaranıp resmi mezhep olmaya davamızı adamadık. Bizim mücadelemiz, ALLAH’ın davetçileri olabilmek ve çağrıcılığını yapabilmektir. Kimsenin üzerinde bir zorba değiliz. (88:22) Yalnızca Kuran’la öğüt vermeye çabalıyoruz.
50:45 … Sen onların üzerinde bir zorba değilsin. Uyarılarımdan korkanlara Kuran’la öğüt ver.
Tamamen gerçekçiyiz. Halkın çok büyük bir kısmının en temel dini vecibeleri bile yerine getirmediği bir ülkenin, tamamen İslami esaslara göre yönetilmeyi hak etmediğinin farkındayız. Namaz bile kılmayıp mirastan bacısından çok pay almak için şeriat hükmünü isteyenleri, aile fertlerinden birisi öldürülüp katili birkaç yıl yattıktan sonra afla serbest bırakılan maktul yakınlarının kıyas taleplerini, sevgilisi (karısı bile değil) kendisini aldatınca yüz sopa vurmayı isteyenleri, banka faizindeki parası hortumlanınca tüm hortumcuların taksim meydanında ellerinin kesilmesini savunanları vs kaale bile almıyoruz. Çünkü İslam’ı önce kendisine ve evine getirmeyenlerin, kimseye verebileceği tek bir şey bile yoktur.
Bizim sorunumuz devletle mevletle değil; Milletle. Evet, belki de ilk kez birisinden halka karşı olduğunu duydunuz. Popülizmin yegâne ölçüt olduğu dünyamızda böyle bir sözü söylemek yürek ister, duymak da… Biz halka karşı hakkı savunuyoruz. Devletler, örgütler, cemaatler, mezhepler yani her şey halktan oluşmakta. Biz, Rabbin “…Bir toplum gidişatını değiştirmedikçe ALLAH onların durumunu değiştirmez…” (13:11) ayetine iman etmişiz. %90’ından fazlasının şeriatla[8] yönetilmektense Amerikan işgaline razı olduğu bir halkın, İslami sisteme layık olmadıklarını biliyoruz. İpini sermiş ununu elemiş ihtiyarlar haricinde, düzenli namaz kılma oranının % 10 bile olmadığı ve bu musallilerin de ancak binde birinden bile azının Hanif olduğu bir toplumdan, bu gidişatla ne köy ne de kasaba olmayacağının farkındayız. Bunun için, dünyayı oluşturmuş olduğu küçük gettosundan ibaret sanan ahmaklar gibi yel değirmenleriyle kapışmak gibi bir niyetimiz yok. Dedik ya, kimsenin üzerinde bir zorba değiliz. Yalnızca Rabbimizin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağırma gayesindeyiz. (16:125) Eğer halk kendisini düzeltirse devletin de sistemin de otomatikman düzeleceğinin bilincindeyiz. %99’u Müslüman olan bu toplumun, yaptıkları demokrasi çığırtkanlıklarının binde biri kadar İslami propaganda yaparlarsa hiçbir meşakkat çekmeden, her türlü yapı ve kurumun değişeceğini görmekteyiz. İnsanların, iki cihanda da rüsva olmak pahasına da olsa, kâfir bile olabilme haklarının kendilerinde mahfuz olduğunu kitabımızdan öğrenmişiz. (2:256)
O zaman ne gereği vardı demokrasiden ve laiklikten bahsetmenin diye çıkışılabilir. Hükmün yalnızca ALLAH’a ait olduğunu belirtip Tanrı’dan rol çalmaya çalışanlara zehir zemberek hücum edip, ancak ALLAH’ı tamamen devre dışı[9] bırakmak manasına gelen düzenlere karşı sus pus olan ikiyüzlüler gibi olmak istemedik. Hanif Müslümanların, kendilerine çeşitli ambalajlar altında süslü gösterilen tüm beşeri ideolojilere karşı uyanık olmalarını arzuladık. En azından itikatlarına bilmeden şirk bulaştırmasınlar.
Ne yazık ki, özellikle Kuran’la yeni tanışan kitlelere hak, batılla karıştırılarak içirilmektedir. Bunu dehşetle seyrediyoruz. Sanki Hz. Muhammet (as) ve tüm peygamberler, laikliği ve demokrasiyi yerleştirmek için gönderilmişlermiş gibi bir hava estirilmekte. Kurancılık adına modernitenin her değeri kutsanmakta. Dinsizlerle işbirliği yapılıp mütedeyyin kesime karşı saldırılar yapılmakta. Öyle ki, sanki Kuran’da başörtüsünün yazdığını kabul etse başını örtecekmiş gibi piyasada: “Kuran’da başörtüsü yazmıyor.” diyen tiksinti verici tipler türemiş. Hâlbuki bu tipler, sanki Kuran’da yüzlerce kez geçen namaz, oruç, hac, iyiliği emret kötülükten sakındır, cihat, kâfire itaat etme gibi emirleri hayata geçiriyorlar da ancak onda yazmayanlardan teberrü etmişler. Madem onlar için temel ölçüt (!) Kuran, o zaman biz de kendilerine buradan bir destek verelim. “Kuran’da laiklik de yazmıyor.” Şimdi samimiyetlerini göreceğiz. Eğer aynı velveleyi bu konuda da koparırlarsa diyeceğiz ki bunlar iyi niyetli ancak fıkhi hata yapıyorlar. İlim eksikliklerinin kurbanı. Aksi ise büsbütün takkeyi düşürüp keli cascavlak ortaya çıkaracaktır.
Bir insanın ağzından çıkan sözlerin kıymet-i harbiyesi olması için amel etmesi gerekir. Önceden de kendisinin ya da karısının başı açık olan birisi; Yaşar Nuri’nin fetvasını duyunca kösteğinden fırlamış gibi oluyor. Başlıyor Müslümanlara saldırmaya. Be hey şaşkın! Sen başörtüsünün farz olduğuna inandığın zamanlar, başını örtüyor muydun ki şimdi konuşabiliyorsun? Başörtüsü tartışmasız ALLAH’ın emridir.[10] Ve günümüzde İslam’ın bir sembolü ve bayrağı olmuştur.
[1]Papalık babadan oğla değil Vatikan devletinin milletvekilleri statüsündeki kardinaller tarafından seçilmektedir.
[2] Kuran’da belirtilmeyen konularda İslam devletinin de belirli maslahatlara binaen çeşitli kurallar koyabileceğini kitabımızın “devlet ve hüküm” bölümünde açıkladık.
[3] Aristokrasi: Belli bir seçkin azınlığın yöneticileri seçme haklarının olduğu yönetim tarzıdır.
[4] Hz. İbrahim büyük bir devletin kralı olmamasına rağmen Filistin’deki kabile devletinin reisi idi.
[5] Günümüzdeki cumhuriyet furyasından etkilenmiş olan pek çok İslamcı yazar, saltanatın gayri İslami olduğunu belirtmektedir. Biz de cumhuriyetin çağımızda en uygun yönetim biçimi olduğunu savunmamıza rağmen, böyle bir iddianın maksadını aştığını ve insanları yanlış yönlendirdiğini görüyoruz. Bu mantığa göre geçtik tüm Müslüman emirleri, padişahları… Krallığı babasından devralan Hz. Süleyman bile zorba ve gayri meşru durumuna düşmektedir..
[6] Hemen hemen herkesin dilinde olan bu tümcenin gerçek ayetlerden bile bilinirliği çok. Geçtiğimiz yıllarda bir cemaatin mensuplarıyla tartışırken, onların hiç ayet bilmemelerinden dem vurmuştum. Hemen itiraz ettiler. O zaman sözcü durumunda bulunana “bir tane ayet söyle dedim.” Nitekim bu tümceyi kurdu. “ALLAH senin belanı versin. İnsan besmeleyi bile mi bilmez?” deyince; ısrarla böyle bir ayetin olduğunu savundu. Kendisine: “O zaman göster.” dediğimde: “Tamam, bulacağım.” dedi. Gidiş o gidiş. İnşallah bu ders, onu bundan sonra en azından ayet uydurmak gibi bir alçaklıktan alı koyar.
[7] İslam’la ve Kuran’la hiç mi hiç ilgisi olmayan ve halkın tamamının dilinde olan bu iddiaya burada yanıt vermeyeceğiz. Balık tutmayı öğretmekti ya amacımız. Haydi, göreyim tuttuğunuz bu koca sazanı.
[8] “En büyük öcü nedir?” diye bir anket yapılsa, büyük ihtimalle ilk sırayı “ALLAH’ın kanunları” demek olan şeriat alır. Her ne kadar bu sonuçta saçma Sünni şeriatının payı olsa da, İslami ve Kurani bir kelimeye halkın böyle düşman olması asla kabul edilemez.
[9]Kitabımızın başından beri işlediğimiz tüm Sünni ve Şii görüşler, ALLAH’ın da hüküm koyucu olduğunu kabul etmekte lakin bu hükümlere ortak koşmakta. Ancak demokrasi ve laiklik hiçbir şekilde köşede bucakta da olsa ALLAH’ın da hüküm sahibi olduğunu reddetmekte.
[10] Yok, ayette baş kelimesi geçmiyormuş da… Sanki şapka da baş kelimesi geçiyor. (baş şapkası, bacak pantolonu, kıç kilodu, ayak çorabı) işte bu şekilde bir terbiyesizlik hüküm sürüyor. Konuyla ilgili doyurucu bir makalemiz var. Ancak asıl mevzu olmadığı için buraya almadık.