ANASAYFA

FORUM

HABERLER

ZİYARETCİLER

SORULARINIZ

KİTAP

EFENDİMİZ

NAMAZ

HİKMETLİ KİTAP

FİLİMLER


   
  Tevhid Nesli geliyor....
  Dar meselesi 1
 

Fıkıh kitaplarına mutlak bağımlı olan kimseler "İçtihat kapısı kapalı olduğuna göre yapılacak bir şey yok. Mevcut ictihadlardan en uygununu alıp, o ictihadla amel etmemiz gerekir.." demektedirler. Tabii ki bu yaklaşımın da ne gibi sonuçlar meydana getirdiği aşikârdır. Bu kimselerde evrensel olan yüce islam dinini belli mezhebi dairelere hapsetme temayülü bulunmaktadır. Oysaki din mezhebin içinde değil, mezhep dinin içindedir. Müslümanlar İslam dinini yaşayabilmek için mezhebi birçok görüş ve ictihadlara muhtaçtırlar. Ancak unutmamak gerekir ki, müslümanlar Kur'an ve Sünnet'e göre müslümandırlar. Evrensel olan bu dinin evrensel kaynağı Kur'an'ı Kerim'dir. İslam dinini beli bir mezhebi daire içerisine hapsederek mezhebi görüşlerin uzanmadığı bir meselede dine, dolayısıyla dinin evrensel kaynağı olan Kur’an’ı Kerim’e müdahale hakkı tanımamak zulümdür.

Kendilerine alim denilen bazı kimseler Kur’an’ı yanlış anlama olasılığını ileri sürerek, müslümanlar ile Kur'an'ı Kerim arasına aşılması mümkün olmayan engeller koymuşlardır. Bu müdahale, vebali çok büyük olan bir cürettir. Kur'an'ı Kerim alimlerin değil, bütün dünya müslümanlarının Kitab’ıdır. Müslüman Kitab’ını okuyacak, meal ve tefsirlerle anlamaya çalışacaktır. Alimlere düşen görev Kitab'ı müslümanların elinden almak değil, Kitap'taki bir hükmü yanlış veya eksik anlayan bir müslümanı uyararak düzeltmektir.

Tekrar 'Dâr' meselesine dönecek olursak, dâr’ul İslam olan herhangi bir bölge İslam düşmanı müstevliler tarafından istila edilir ve İslam fıkhı yürürlükten kaldırılırsa, o bölge kesinlikle dâr'ul harp olmakta ve o günün müslümanlarına kıyam emredilmektedir. Nitekim müctehid imamlar bu konumun fıkhını açık bir şekilde vermişledir.

Ancak açıklığa kavuşturmak istediğimiz bir husus vardır.,

Dâr'ul İslam olan bir belde müstevliler tarafından istila edildiği zaman, o belde dâr'ul harp olmakta ve ogünün müslümanları dâr'ul harp fıkhıyla yükümlü bulunmaktadırlar. Şayet bu dönemde saflar ayrılır ve mücadele başlarsa, bu mücadele bin yıl da sürse o belde dâr'ul harp konumunu muhafaza eder.

Ancak, böyle bir mücadele yaşanmamışsa,

İslami anlayışları tahrif edilmesine rağmen kendilerine müslüman denilen halk, kıyam eden Hizbullahileri yalnız bırakarak hizbuşşeytanlara arka çıkmışsa,

Hizbullahi alimler şehid edilerek, söz meydanlarına Bel'amlar gelmişse,

yirmiyedi derece sevaba nail olabilmek için camilere giden halk, buradaki Bel’amları dinleyip onlara itaat ederek dinden çıkmışsa,

Eğitim ve kültür faaliyetleriyle hak olan gerçek batıl, batıl ise hak olarak empoze edilmişse,

Bu karanlık dönem birkaç nesil yaşanmış ve bunun neticesi olarak İslam'ı bilmeden sahiplenen ve yine İslam'ı bilmeden reddeden kişiler, partiler, gruplar oluşmuşsa. İşte böyle bir belde dâr'ul harp değildir ve bu beldede Allah'ın lutfuyla şuurlanan müslümanlar dâr'ul harp fıkhıyla yükümlü değillerdir. Çünkü bu müslümanların karşısında kendilerine verilen kültür ve eğitimle batılı idrak edemeden benimseyen ve hakkı idrak edemeden reddeden bir kitle bulunmaktadır.

Farazi fıkhın bu noktaya uzanmadığı aşikârdır. Ancak mücdehit imamlarını, böyle bir durumu tahayyül etmedikleri ve farazi fıkıh çerçevesine dahil etmedikleri için suçlayamaz ve onları itham edemeyiz. Kaldı ki bu mesele içtihadı bir mesele de değildir. Kur'an ve Sünnetin bütünlüğünde bu konuma örnek birçok konumlar verilmiş ve bu konumdaki müslümanlara muhkem ayetlerle kesinleşen bir yol gösterilmiştir.

Bazı kimselerin zikrettiği "İslam'ın hakimiyetindeki bir belde İslam'ın hakimiyetinden çıkarsa, bu belde tekrar İslam'ın hakimiyetine girinceye veya kıyamete kadar dâr'ul harptir.." görüşü, Kur'an'ı Kerim'e muhalif bir görüştür.

Kur'an'ı Kerim'in beyanına göre birçok kavme peygamber gönderilmiş ve bu kavimlerden bazısı belli bir süre İlahi dine teslim olduktan sonra sapıklığa ve dalalete düşmüşlerdir. Dikkat etmemiz gereken husus, şanı yüce Rabbimiz dalalete düşen bu kavimlere yeni bir peygamber gönderdiği zaman, bu peygamberlerini dâr'ul harp fıkhıyla yükümlü tutarak "Bu kavim daha önce benim razı olacağım din üzereydi. Bunlar tekrar bu dine teslim oluncaya kadar bunların kanlan, canları, malları sana mubahtır." şeklinde bir hüküm beyan etmemiştir.

Kur'an'ı Kerim'e muhalif görerek benimsemediğimiz mezkûr görüşe göre İspanya, İspanya’da ikamet eden müslümanlara göre dâr'ul harptir ve buradaki müslümanlar dâr'ul harp fıkhıyla yükümlüdürler. Bu görüşü benimseyen müslümanların bir kısmı tekfir ve tahkire devam ederek tebliğe muhtaç olan insanları tebliğden uzaklaştıracak, bir kısmı ise harbi olarak gördüğü insanların mallarını gasbedecektir.

Sonuçta ne olacaktır?

İslam'dan bihaber olan İspanyol, karşısında bir gaspçı, bir soyguncu olarak gördüğü müslümanları nasıl değerlendirecektir? Bu müslümanların daveti nasıl karşılanacak, İslam cemaati nasıl teşekkül edecek ve nasıl genişleyecektir?

İspanya örneğini idrak eden "Ancak bulunduğumuz konum, zaman süreci bakımından İspanya'dan farklıdır." diyen kardeşlerimize, Kur'an'ı Kerim'in zaman sürecine ilişkin ölçüsünü belirtmemiz gerekir.

Kur'an'ı Kerim'de müslümanlara hitap eden ve müslümanların gayrimüslimlere karşı tavırlarını belirleyen İlahi hükümler, hikmetli bir gelişim göstermektedir. Uyarıp korkutma ve onlardan gelen eziyetlere sabır ile başlayan tevhidi tavırlar, müslümanların konum ve seviyesine göre değişmektedir. Cahiliyenin yerleşip kökleştiği toplumlarda tevhidi mücadeleye talip olan müslümanlar, cahiliye mensuplarını uyarıp korkutma ve kurtuluşa çağırmakla yükümlüdürler.

Peki, hangi toplum, cahiliyenin yerleşip kökleştiği bir toplumdur?

Cahiliyenin yerleşip kökleşmesi için ne kadar süre geçmesi veya kaç nesil yaşanması gerekmektedir?

Kur'an'ı Kerim'in bu konuya ilişkin hükmü net ve açık olup, muhtelif surelerde zikredilmektedir.,

O ( Kur'an), Aziz, Rahim (olan Allah'ın) indirdiğidir. Babaları (yakın ataları) uyarılıp-korkutulmadığı için kendileri gafil olan bir kavmi uyarıp korkutman içindir. (36-Yasin 5,6)

Bu Rabbani ölçüyle yaşanılan toplumların değerlendirilmesi; caddelerdeki, kulüplerdeki, diskoteklerdeki gençliğin ve onların emekli kahvesinde pinekleyen babalarının ve yakın atalarının incelenmesi gerekir.

Yaşanılan dünyadaki mustazaflar ve müstekbirler, cahili eğitim ve kültür aşamasından geçmişler, bilerek veya bilmeyerek birçok cahili görüşleri benimsemişlerdir. Şeytani otoriteler tarafından uzun yıllardır sürdürülen propaganda faaliyetleri ile hak gizlenmiş, batıl ise hak olarak empoze edilmiştir.

Osmanlı dönemindeki saltanat sistemi, padişahlık ve saraylardaki ihtişamlı yaşantı ile kafası doldurulan yeni nesillere, bu çarpıklığın yegâne nedeni olarak dinin istismarı gösterilmiştir. Bu başlangıçtan sonra dinin istismar edilmemesi için din ile dünya işleri ayırması gerektiği izah edilmiştir.

Bunu yeterince izah etmiş olacaklar ki, beş vakit namaz kılmalarına rağmen bu sapık fikirleri savunan kitleler oluşmuştur. Bu kimseler tağut için çalışmakta ve çeşitli sloganlar altında tağut için savaşmaktadırlar. İslam'ı bilmeyen bu kimseler, İslam dini üzere olduklarını zannetmekteler ve bel'amların cennet vaadleriyle avunmaktadırlar.

Bunun yanı sıra İslam'ı savunmaya çalışan müslümanlarda da menfi değişiklikler meydana gelmiş ve bu kardeşlerimiz de insanları doğrudan doğruya Allah'a değil, dolaylı olarak çeşitli gruplara, kişisel görüşlere ve beşeri yollara çağırma gafletine düşmüşlerdir.

Bu gibi davetlerle ve cahili propaganda ile karşılaşan insanlar, bütününü ve gerçeğini kavrayamadıkları İslam'a karşı çıkmakta ve kabul etmemektedirler. Mesela bazı ülkelerde İslam'ın sosyal adaleti halka sunulmamışken, bu insanlar İslam'ın ceza hukuku ile yüz yüze getirilmişlerdir. İslam'ı bu ceza-i müeyyidelerden ibaret görüp, bu müeyyidelere göre değerlendiren birçok insan, İslam gerçeğini kavrayamamışlar ve rahmetini idrak edemedikleri İslam'a karşı cephe almışlardır.

' Hayır, onların çoğu hakkı bilmiyorlar, bundan dolayı yüz çevirmektedirler. (21-Enbiya24)

Hayır, onlar ilmini kuşatamadıkları ve kendilerine de henüz yorumu gelmemiş bir şeyi yalanladılar. (10-Yunus 39)

Daha önce de ifade ettiğimiz gibi halkında müslüman olan birçok ülkede dindar geçinen büyük çoğunluğun yaşadıkları ve yansıttıkları din, İslam değildir. Kişisel menfaatlerle gölgelenen, grupsal veya partisel çıkarlar için vasıta olarak kullanılan, beşeri eğilimlerle tevil ve tahrif edilen din, kesinlikle ve kesinlikle İslam değildir.

Ne yazık ki düşünen birçok insan, kendilerine yansıyan bu çarpık olguyu İslam olarak anlamışlar ve bu anlayışla İslam'a karşı olumsuz tavır takınmışlardır. İslam'a talip olan insanların bile, gerçek bir İslam'ı kavrayamadıkları bir dönemde; kendilerine yansıyan çarpık din anlayışına karşı çıkan zümreyi "Gerçek İslam'a karşı çıkıyorlar!." diyerek 'Harbi' olarak yaftalamak haksızlıktır. Değil günümüzde, cumhuriyete geçiş döneminde bile dine karşı tavır koyanların, gerçek İslam'a mı yoksa bid'atlar, hurafeler ve saltanat sistemiyle gölgelenen din anlayışına mı tavır gösterdikleri, incelenmesi ve göz önüne getirilmesi gereken bir meseledir.

Yaşadığımız çağda müslüman aydın, müslüman entelektüel kimlikleriyle ortaya çıkan ve İslam'a göre yabancı olan bu kimliklerle meselelere çözüm arayan bir zümre bulunmaktadır. Doğu-Batı ilişkisini inceleyerek doğunun içinde bulunduğu vahim durumu, Batı sapıklığının bir yansıması olarak gören bu aydınlar, çözüm konusunda karşı oldukları batının tesirinde kalmaktadırlar. Batı anlayışının kökeninde, herhangi bir olumsuz durumla karşılaşıldığı zaman bu olumsuz durumu meydana getiren dış sebeplere yönelme ve sebeplere karşı mücadele vardır. Bu batıcı yaklaşım, kendilerine müslüman entelektüel denilen kesim üzerinde de görülmektedir. Bu kimselere göre yegane suçlu ve menfi durumların yegane müsebbibi Batı'dır.

Tek yönlü olan bu yaklaşım, Islami bir yaklaşım değildir. Çünkü dünya tarihinin her döneminde batılı benimseyen, batılı yaşayan ve batılı yansıtan insanlar bulunmaktadır. Müslümanlara yüklenen ilk görev batılı yıkma veya batılı yok etme değil, hakkı bilip hakka sarılarak batılın olumsuz tesirinden kurtulmaya çalışmaktır. Hakkı bilen, hakkı yaşayan ve haktan taviz vermeyen toplumların, batıl propogandalardan etkilenmeleri çok güçtür. Herhangi bir toplum batıl görüşlerden etkileniyor ve batıla meylediyorsa, bu olay söz konusu toplumun haktan uzaklaştığına ve değişip bozulduğuna işarettir. Nitekim şanı yüce Rabbimiz Kur'an'ı Kerim'de "Gerçekten Allah kendi nefislerinde olanları değiştirip-bozuncaya kadar, bir toplulukta olanı değiştirip bozmaz." (13-Ra'd 11) buyurmaktadır.

 

DEVAMI»»

 
 
  Bugün 140 ziyaretçi bizimle...  
 
Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden