Şimdi tüm Şiilerin koro halinde haykırdıkları ehlibeyt kavramına bakalım: Şiiler, mecuslam dinlerinin imamet ayağını Mecusiliğe göre düzenledikten sonra, sıra işin İslami kılıfını uydurmalarına gelmişti. Bu konuda binlerce hadis uydurmuşlardı ancak temel hüccet Kuran olduğu için bu hadisler, bir yere kadar iş görebiliyordu. Ancak Kuran’dan en zorlama tevillerle bile kendilerine ekmek çıkmıyordu. Kuran’ın kendileriyle ilgili olan kısımlarının çıkarıldığını yaydılar. Lakin bu itham bile tam anlamıyla ateşlerini düşüremiyordu. Üçüncü taktik olarak, Yahudi ağababalarından öğrendikleri kelimelerin anlamını kaydırma metoduna yöneldiler.
5:13… Kelimelerin anlamını bağlamından kaydırıyorlar. Hatırlatıldıkları o şeyden (vahiyden) ders almayı unuttular…
Hem Sünnilerin hem de Şiilerin en çok başvurdukları şeytani yöntemlerden birisi de; Kuran’daki kavramların anlamlarını bağlamlarından kopararak bambaşka manalar vermeleridir. Önceki vahiy takipçileri de aynı bu yollardan geçmişlerdir. Kavramların anlamlarını kaydırmak, kitabı tahrif etmenin bir önceki aşamasıdır. Seleflerimiz olan Yahudi ve Hıristiyanlar, bir sonraki levele atladıkları için helak olmuşlardır. Bizimkiler de bu stage’i geçebilmek için oldukça uğraşmışlar ancak bu bölümü atlamayı bir türlü başaramamışlardır. Hatta bu leveli geçebilmek için internetten şifre arayışına girmeleri hep sonuçsuz kalmıştır. Çünkü oyunun yazılımcısı bu stagei geçilmez yapmış, bu noktaya gelenler Mr. Bison’un elektriğiyle afallatılmışlardır. Hamdolsun Rabbimiz, kitabını kendi korumasına almıştır. Onu, kendisine karşı yapılabilecek her türlü saldırıdan korumuştur.
Anlamı kaydırılan kavramlardan birisi de ehlibeyt kelimesidir. Bu kelime çok basit bir şekilde “ev halkı” demektir. Kuran’da, kamuslarda, cahiliye şiirlerinde, hatta günümüzde bile bu anlamda kullanılmaktadır. Bu kelime eril bir kavramdır. Evin babasının doyurmakla yükümlü olduklarını ifade eder. Yaşayan Türkçemizdeki karşılığı “çoluk çocuktur”. Aile reisleri konuştuklarında: “Çoluk çocuk nasıl?” diye sorduklarında kastettikleri; eş ve çocuklardır. Ancak Türk kültüründe: “Karın nasıl?” sorusu abes kaçacağı için eş; çoluk’la ramzedilmiştir. Yani bu kavram, evin reisi olan babanın eşlerini ve evlenmemiş çocuklarını kapsar. Evlenmiş kız ve erkek çocuk, ehlibeyt olmaktan çıkmıştır. Erkek başka bir evin (beyt) reisi olmuş, kız da başka bir reisin ehlibeyti olmuştur. Ehlibeyt kavramı çekirdek aileyi tanımlar. Bu kavrama torunlar, gelinler, damatlar, baba ve anne dâhil değildir. Bu kelime Kuran’da üç farklı yerde geçmektedir. (11:73) ayetinde Hz. İbrahim’in (as) eşi ehlibeyt olarak tanımlanmıştır. (28:12) ayetinde de Hz. Musa’nın ailesinden ehlibeyt olarak bahsedilmiştir.
33:33 Evlerinizde oturun. Önceki cahiliye dönemi gibi süslenip kırıtmayın. Namazı kılın. Zekâtı verin. ALLAH’a ve elçisine itaat edin. Ey ehlibeyt! ALLAH sizden pisliği giderip sizi tertemiz yapmak istiyor.
Kuran’daki bu kelimenin geçtiği üç örnekten de görüleceği üzere, bu kelimenin tam karşılığı çekirdek ailedir. İngilizce (household) kelimesi bu kelimenin birebir karşılığıdır. Bu kavram lastik gibi çekilse de Ali, Hasan, Hüseyin ve onların 50’nci kuşaktan torunlarını kapsamaz. Hatta Fatma annemiz de evlendikten sonra Muhammet (sav) ehlibeytinden çıkıp Ali ehlibeytine girmiştir. (33:33) ayetinin öncesi ve sonrası tamamen peygamberimizin eşlerine matuftur. Yani Şiilerin en nefret ettikleri sıralamasında top 10’a garanti giren Ayşe annemiz, ehlibeyttendir. Ancak Ali, Hasan, Hüseyin ve soyları peygamberin ehlibeytinden değildir.
Bu ayetle ilgili teknik bir yorum yapmamız zaruridir. Ayette ehlibeyt kelimesinden sonra gelen (ankum ve yutahhirukum) kelimeleri müzekker (eril) çekimlenmiştir. Bundan dolayı bazı Şii âlimler usta işi bir yorum yaparak, bu ayette kastedilenler yalnızca peygamberin eşleri olsaydı bu iki kelime müennes gelmeliydi demektedirler. Dolayısıyla bu kavrama Ali, Hasan ve Hüseyin ve bizler de dâhiliz diyorlar. Bu ihtisas gerektiren hususu belirttikten sonra, yavuz hırsız olarak ev sahibini bastırarak bu kavramdan peygamberin eşlerini çıkartıyorlar.
Ancak bu yorumları, hem Arap dili kavaidi hem de tarihsel realitelerle çelişmektedir. Arap dilinde kelimeler, eril ve dişil olarak çekimlenirler. Bu çoğulda da tekilde de bu şekildedir. Lakin galibiyet kuralı gereği, bir toplulukta 1000 kadın ve yalnızca bir erkek varsa bu topluluktan eril olarak bahsedilir. Hatta gramatik olarak bir erkeğin bulunduğu şüpheli bile olsa müzekker kullanılmalıdır. Ayrıca “Ehlibeyt” kavram olarak eril bir kavramdır. Çünkü bir aile kadın ve erkekten oluşur. Kadın ve erkeğin topluluk ismi olarak kullanılması istisnasız Arap dilinde eril olarak geçmektedir. Aynı durum (11:73) ve (28:12) ayetindeki ehlibeyt kelimelerinin kullanımında da görülür. (11:73) ayetinde Hz. İbrahim’in eşinden hitaben ehlibeyt kelimesi kullanılmış ardından da (aleykum) harfi ceri gelmiştir. Bu kelime de müzekkerdir. Oysaki o dönemde Hz. İbrahim’in çocuğu yoktu. Melekler kendisine çocuk müjdesi veriyorlardı. İbrahim’in ehlibeyti tek bir kadından oluşuyor olsa bile hem eril hem çoğul siga ile gelmiştir. Çünkü ehlibeyt kelimesi içerisinde erilliği ve çoğulluğu barındırmaktadır. Benzer durum (28:12) ayetinde de mevcuttur. Bu ayette Musa’nın (as) annesine tekrar sütanne olarak dönüşü anlatılıyor. Anne, tek ve dişil olmasına rağmen ehlibeyt kelimesinden sonra (yekfuluunehu) “ona kefil olsunlar” fiili hem çoğul hem de eril çekimlidir.
Ek olarak, tarihsel olarak da Resulullah’ın ehlibeyti yalnızca kadınlardan oluşmuyordu. Peygamberimizin Kasım, Abdullah, İbrahim adlarında üç tane de oğlu olmuştur. Bu oğullar da Muhammet (asvs) ehlibeytinin mensuplarıdır. İlk ikisi bu ayetin indiği dönemde hayatta değilse de üçüncüsü bu dönemlerde yaşamaktaydı. Tek bir erkek bile olsa galibiyet kuralı gereği bu topluluk müzekker anılmıştır. İbrahim, bu ayet indiği zaman yaşamıyordu yahut ölmüştü diye spekülasyonlar yapılabilir. Ona da cevabımız şudur: İbrahim öyle ya da böyle bir şekilde ehlibeytin üyesidir. Eğer doğmamışsa bile geleceği bilen Rabbimiz, Kuran’da bir çelişki olmasın diye onu da hesaba katarak ifadeyi müzekker kullanmıştır. Çünkü bu ayette ehlibeytten müennes bahsedilip sonra İbrahim doğarsa bu, her satırı mucize olan Kuran’ın icazını bir çırpıda yıkar.
Ne yazık ki ehlibeyt kelimesi Kuran’da kullanıldığı manadan tamamen saptırılmıştır. Yalnızca Şiiler değil, Sünniler de ehlibeyt kelimesini yalnızca Ali nesline hasretmektedirler. Onlarda uydurdukları pek çok hadiste, peygamberin eşlerinin ehlibeytten olmayıp, ehlibeytin Ali, Hasan, Hüseyin ve soyları olduklarını söylemişlerdir. Hatta halkayı daha da geliştiren Abbasiler, yönetim süreleri boyunca kendilerinin de ehlibeytten olduklarını dikte etmişlerdir.
Şiiler, peygamberimizin eşleri ve kendi evinde barınan çocuklarını kasteden ehlibeyt kelimesine onlarca takla attırmışlardır. Önce bu kavramdan hokus pokusla Hz. Muhammet’in eşleri çıkarılmış, sonra duruma ve koşullara göre tüm Haşimiler, tüm Ebu Talip soyu, tüm Ali soyu ve tüm Fatma soyu gibi taklalar attırılmıştır. En sonunda ise Hasan’ın soyu da devreden çıkartılmış ve sadece Zeynel Abidin’in nesli ehlibeyt zümresinin tek temsilcisi olarak adlandırılmıştır. Aşağıdaki hadis tüm bu süreci gözler önüne sermektedir.
“... Abdurrahim b. Revh el-Kasir şöyle rivayet etmiştir: Ebu Cafer’e (Muhammed Bâkır): “Peygamber müminlere kendi canlarından daha yakındır. Eşleri, onların analarıdır. Akraba olanlar, Allah’ın kitabına göre birbirlerine daha yakındırlar.” (33:6) ayeti kimin hakkında indi?” diye sordum. Buyurdu ki: “Ayet velâyet ve imamet hakkında inmiştir. Bu ayet, Hüseyin’den sonra, onun çocukları arasında uygulamaya konulmuştur. Dolayısıyla biz, imamete ve Resulullah’a, Muhacir ve Ensar’dan oluşan diğer Müslümanlardan daha yakanız.” Dedim ki: “Cafer’in çocuklarının bunda bir payları var mıdır?” “Hayır.” dedi. “Abbas’ın çocuklarının bunda bir payları var mıdır?” diye sordum. “Hayır.” dedi. “Abdulmuttalip oğullarının bütün boylarını saydım.” hepsi için “Hayır.” diye cevap verdi. Bu arada Hasan’ın çocuklarını unuttum. Bir daha yanına girdiğimde: “Hasan’ın çocuklarının bunda bir payı var mıdır?” diye sordum, “Hayır.” dedi. “ALLAH’a yemin ederim ki, ey Abdurrahim! Bizim dışımızda hiçbir Muhammedi’nin bunda bir payı yoktur.”
Gene (33:33) ayetinin çarpıtılan son bölümüne değinip, sözü fazla uzatmadan konuyu kapatmak istiyorum. Şiiler, önce ehlibeyt kavramına Ali, Hasan ve Hüseyin’i eklemişlerdir. Sonra bu kavramın asıl sahipleri olan peygamberin eşlerini çıkarmışlardır. Varan üç olarak da ayetin son cümlesindeki inşa bölümünü haber şekline dönüştürerek Ali evlatlarının ismet (günahsızlık-masumluk) sıfatına sahip olduğunu dayatmaktadırlar.
Biz bu yanlışlar piramidini tabanından yıkıp da enkazının bize de değmemesi için tepeden tek tek indirelim. (33:28-34) pasajında özelde peygamberimizin eşlerine, genelde de tüm mümin bayanlara öğütler veriliyor. Bu ayet de zirve cümlesi olarak zımnen, bu emirler sizi eve kapatıp köleleştirmek için değil, çevreden size bulaşacak pisliği gidermek ve sizi tertemiz yapmak içindir deniliyor. Bu açıkça bir inşa cümlesidir. Eğer bu denilenleri yaparsanız size pislik bulaşmaz demektir. Ancak Şiiler, bu ayeti yontarak haber formuna getiriyorlar ve “ALLAH sizi tertemiz günahsız yaptı.” diyorlar. Bunun Mecusi inancının şahını, ehlibeyte uyarlama sancısı olduğuna girmiyorum bile. Ancak bu ayeti bu şekilde anlamaları, eğer art niyetlerinden değilse Kuran’a karşı sağırlıklarındandır. Bunlar da duymuyor uyduruyorlar. Hadi bu ayet onların dediği gibi olsun. Ehlibeyt üyeleri günahsız pak ve temiz masumlar olsunlar. O zaman Cemel savaşında Hz. Ali’nin karşısındaki Ayşe validemiz masumdur. Burada ona karşı koyan Ali, masuma karşı çıktığından kayıtsız suçlu olmaktadır. Yani bu iddiaları bumerang gibi kendilerini bulur.
Görüldüğü üzere, Şia’nın hüküm konusundaki en temel iki kaynağı olan imamet ve ehlibeyt itikatları; hem Kuran hem de mantık süzgecinden sınıfta kalmaktadır. Gene aynı Şiilerin evladı resule en büyük zulümleri kendilerinin etmesine rağmen, utanmadan onlar üzerinden prim yapmaya çalışmalarını şaşkınlıkla izliyorum. Tarih boyunca Şiilerin kalpleri hep ehlibeytin yanında, kılıçları ise karşılarında olmuştur. Hz. Ali, Hasan, Hz. Hüseyin, imam Zeyd gibi ehlibeyt büyüklerine etmediklerini bırakmamışlardır. Bu durumu imam Zeyd’in şu vecizesi tamamen özetlemektedir.
“Rafızîlerin bize yaptıklarını kanımıza giren Emeviler yapmamıştır.”
Müslim, sahih-i Müslim, fezailu’s sahabe, hadis no: 61; Tırmizi, sünen-i Tırmizi, tefsir Ahzap suresi, hadis no:3204; Tırmizi, sünen-i Tırmizi, menakıp, 3870
Ayet tartışmasız bir şekilde peygamber efendimizin eşleri ile ilgili olarak gelmişken, alakasız bir şekilde: “Velayet ve imametten bahsediyor.” demeleri şaşırtıcıdır.
Kuleyni, El Kâfi, hadis no:753
Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, c.4, s.47-49.
|