ANASAYFA

FORUM

HABERLER

ZİYARETCİLER

SORULARINIZ

KİTAP

EFENDİMİZ

NAMAZ

HİKMETLİ KİTAP

FİLİMLER


   
  Tevhid Nesli geliyor....
  El-Cili Bütün Dinlerin Mensupları
 

Bütün Dinlerin Mensupları Haklı Ve Mutludur

El-Cili, kafirlerin Allah'ın kendisi oldukları için kafir olmalarının normal olduğunu ve bunun onlar için bir eksiklik olmadığını söylemekte, her türlü din ve inanç mensuplarının aynı şekilde haklı olduğunu, eninde sonunda saadete, yani Allah'a kavuşacaklarını söyleyerek bütün inanç ve dinlerle ilgili şöyle demektedir [[1]]:

["... Sonra Adem vefat etti. Zürriyeti de bölük bölük ayrıldı. Bir bölük Adem'in Allah'a yakınlığına inandı. Bu inanışı onu, Adem'in suretinde taştan bir heykel yapmaya götürdü. Bunu yapmakla zannına göre ona hizmet görevini yerine getiriyordu. Devamlı o heykeli müşahede etmek suretiyle, ona sevgilerini devam ettiriyordu. Belki kendisi de bu yolda Allah'a yakınlık kazanıyordu. Zira o biliyordu ki, hayatta Adem'e hizmet, Allah'a yakınlık vesilesidir. Sandı ki, Adem'in heykeline hizmet de aynı şeydir.

Bunlardan sonra başka bir zümre geldi. Bu yeni gelenler, hizmet anlayışım yitirdiler. Yapılan heykelin bizzat kendisine ibadet ettiler. Bunlar putlara tapanlardır.

Başka bir zümre de akıllarıyla kıyas yoluna saptılar. Puta tapanları kötülediler. Bunlardan bir kısmı, bizim tabiatın dört unsuruna tapmamız gerekir dediler. Zira âlem sıcaklık, soğukluk, kuruluk ve rutubetten ibarettir, asıl olana tapmak, fer'e tapmaktan daha uygundur, putlar ibadet eden kimsenin feridir, zira onun aslı ibadet edenin kendisidir, yani putu kendisi yapmıştır dediler. Bu kıyas sonunda tabiatın unsurlarına ibadete koyuldular. Bunların adı tabiatçılar oldu.

Başka bir zümre de, yedi gezegene ibadet yoluna gittiler. Dediler ki, sıcaklık, soğukluk, kuruluk ve rutubetten hiçbiri tek başına hareket edecek durumda değildir. Dolayısıyla, bunlara ibadette yarar yoktur. En uygunu bu yedi gezegene ibadet etmektir. Bu yedi gezegen şunlardır: Zuhal, Müşteri, Merih, Güneş, Zühre, Utarit, Ay. Zira bunların her biri kendi başına hareket edebilir durumdadır. Alemde etkin bir hareketle kendi yörüngesinde seyreder. Dolayısıyla bazen yarar, bazen zarar verirler. En iyisi, kendi kendine tasarrufu olana tapmaktır. Bu gezegenlere ibadet ettiler. Bunlar felsefecilerdir.

Kimileri karanlığa ve aydınlığa ibadet yoluna gitti. Bunlar yalnız aydınlığa ibadet etmek, öbür yanı yitirmek olur; zira bu varlık karanlık ve aydınlıktan ibarettir, ama en uygunu bunların ikisine tapmaktır dediler. Bunun üzerine gezegen veya başka bir ayrım yapmadan mutlak aydınlık ve karanlığa taptılar. Nasıl tecelli ederse etsin, hiçbir ayrım yapmadılar. Aydınlığın adına Yezdan dediler. Karanlığın adına da Ehrimen dediler. Bu zümrenin adıda Seneviyye (dualistler)dir.

Başka bir zümre ise, ateşe taptılar. Hayatın tabii hararete dayandığını, hararetin mânâ, maddi suretinin de ateş olduğunu, ateşin her şeyin aslı olduğunu söylediler ve ateşe taptılar. Bunlar da Mecusilerdir.

Bir zümre de faydası olmadığını iddia ederek herhangi bir şekilde tapmadılar. Kendi kendilerine şöyle dediler; ibadet faydasızdır. Zaman ilahi fıtrat yönünden neyi gerektiriyorsa, o meydana geliyor ve olan oluyor. Durum böyle olunca, ancak içindekini dışa atan rahimler ve onları yutan toprak vardır. Bu zümrenin adı Dehriyyun (materyalistler)dur. Mülhidler olarak da adlandırılırlar [[2]].

Bir de kitap ehli vardır. Bunlar fırka fırka ayrılırlar. Biri İbrahimiler
(Brahmanistler)dir. Bunlar Hz. İbrahim dini üzere olduklarını söylüyorlar. Onun soyundan olduklarını sanıyorlar. Bunların kendilerine has ibadetleri vardır.

Yahudiler; bunlar Musevilerdir. Hristiyanlar; bunlar da İsevilerdir. Müslümanlar; bunlar da Muhammedilerdir.

Bunlar on millete ayrılırlar. Bu on millet, çeşitli milletlerin aslıdır... Hepsinin dayanağı şunlardır:

Kafirler, tabiatçılar, felsefeciler, dualistler (seneviyye), mecusiler, materyalistle, İbrahimiler (brahmanistler), yahudiler, hristiyanlar, müslümanlar.

Bu anlatılanlardan hangisi olursa olsun, Allah bir kısmını cennet için, bir kısmını da cehennem için yaratmıştır. Nitekim geçmişte peygamberlerin davetinin ulaşmadığı yerlerde yaşayanlar, Allah'ın cennetle mükafatlandırdığı hayır işleyenler ve cehennemle cezalandırdığı günah işleyenler diye kısımlara ayrılmışlardır.

Ehli Kitap da bu şekildedir. Şeriatlar gelmeden önce hayır; kalplerin kabul ettiği, nefislerin sevdiği ve ruhların hoşnut olduğu şeydir. Şeriatlar geldikten sonra ise hayır, Allah'ın kullarına öğrettiği kulluktur. Şeriatlar gelmeden önce şer; kalplerin kabul ettiği, ama nefislerin nefret ettiği ve ruhların kendisinden rahatsız olduğu şeydir. Fakat şeriatlar geldikten sonra şer; Allah'ın kullarına yasakladığı şeydir.

Sayılan bütün bu zümreler, kendisine ibadet edilmesi gerektiği şekilde Allah'a ibadet ederler. Çünkü Allah onları kendileri için değil, zatı için yaratmıştır. Onlar, hakkı olduğu şekilde O'nundur.

Yüce Allah, bu dinlerde isim ve sıfatlarının hakikatlerini ortaya çıkarmış (izhar etmiş)tir. Hepsinde zatıyla tecelli etmiş ve bütün zümreler ona ibadet etmişlerdir.[[3]]

Kafirler bizzat ona ibadet etmişlerdir. Çünkü yüce Allah baştan başa hem bu âlemin, hem de bu âlemin bir parçası olan kafirlerin hakikati (kendisi) olduğundan, ona ibadet etmişlerdir. Allah kendi hakikatleri olduğu için bir rablerinin olmasını reddetmişlerdir. 0nun hiçbir rabbi olmayıp, mutlak rab kendisidir. Allah kafirlerin zatlarının aynı olduğu için zatlarının gereğine göre ona tapınışlardır.

Putperestlere gelince; onlar da karışım ve hulul olmaksızın Allah kainatın bütün varlıklarının her zerresinde bulunduğu için taptıkları o putların hakikati (kendisi)dir diyerek putlara taptılar. Onun için puta tapanlar Allah'tan başkasına tapmış değildirler. Bu tapmada Allah onların niyet ve bilgilerine muhtaç değildir[[4]]

[Çünkü ne kadar zaman geçerse geçsin, gerçekler ne ise, mutlaka açığa çıkar. Zira putperestler kendilerine göre Hakka uymaktadırlar. Kalpleri onlara hayrın bunda olduğunu söylemiş ve bunun doğruluğuna inanmışlardır. Zaten Allah, kulu kendisini nasıl düşünüyorsa öyledir. Peygamber de "Müftüler sana fetva verse bile, kendi kalbine danış" demiştir.

Bu, genel anlamda kalp için söz konusudur. Ama özel anlamda, yani ayrı ayrı kalpler için durum böyle değildir. Ne her kalpten fetva sorulur, ne de her kalp doğru fetva verir. Onun için burada kastedilen bütün kalpler değil, bazı kalplerdir.

Putperestlerin yaptıkları bu işin hakikati hakkında besledikleri inanç, onları ahirette işin gerçeğinin bu şekilde ortaya çıkacağına inanmaya şevketmistir. Zaten yüce Allah "Her fırka sahip olduğu şeylere sevinenlerdir" demiştir. Yani dünya ve ahirette bu şeylere sevinmektedirler...

Onlar dünyada işlediklerine sevinir, ahirette de hallerine sevinirler. Sahip oldukları şeylerle sürekli sevinç içinde olurlar. Onun için tekrar dünyaya döndürülseler, putperestliğin sebep olduğu azabı gördükten sonra dünyada tekrar aynı şeyi yapacaklardır [[5]].

Çünkü o azapta lezzet latifesini görmüşlerdir. Onda (putperestlikte) devam etmelerinin sebebi odur. Çünkü Allah ahirette bir kuluna azap etmek istediği zaman, rahmet ile, o azapta kendisine gizli bir lezzet yaratır. Azaptan Allah'a sığınmaması ve korumasını istememesi için azap görenin cesedi o lezzete aşık olur. O lezzeti duyduğu müddetçe azapta kalır. Allah, onun azabını hafifletmek isterse, o lezzetini giderir ve rahmet etmek zorunda kalır. Allah "Darda kalanın duasına icabet eder" [[6]]. İşte o zaman azap gören kişi, Allah'a sığınır, kendisini azaptan korumasını ister. Allah da onu korur.

Tabiatçılara gelince; bunlar Allah'a dört sıfatı açısından ibadet etmişlerdir. Çünkü hayat, ilim, kudret ve iradeden ibaret olan dört ilahi sıfat varlık âleminin aslıdır. Sıcaklık, soğukluk, kuruluk ve rutubet varlık âleminde bu sıfatların görünümüdür. Rutubet hayatın görünümü, soğukluk ilmin görünümü, sıcaklık iradenin görünümü, kuruluk da kudretin görünümüdür. Bu görünümlerin hakikati, o sıfatlara sahip olan Allah'ın kendisidir. Bu görünümlerde mevcut olan ilahi latife, tabiatçıların ruhlarına görünüp ilahi dört sıfatın eserini terk ederek âlemde sıcaklık, soğukluk, kuruluk ve rutubet olarak yaşayınca, ilahi yetenek bakımından yetenekler bu sıfatların, bu suretlerin anlamları olduğunu anladı. Yahut bu hayaletlerin ruhları veya bu görünümlerin tezahürleri olduğunu anladılar. Bu sebepten söz konusu tabiatlara taptılar. Kimileri bilerek, kimileri bilmeden taptı. Bilenler öncü oldular, bilmeyenler de onları izlediler.

Bunlar, sıfatları bakımından Allah'a ibadet ediyorlar. Durumlarına temel olan hakikatler açığa çıktığında öncekilerin sonu saadetle sonuçlandığı gibi, bunların da sonu saadet olacaktır [[7]].

Filozoflara gelince; bunlar da Allah'a isimleri bakımından ibadet etmişlerdir. Çünkü yıldız (gezegen)lar Allah'ın isimlerinin görünümleridir. Yüce Allah'ın zatı da onların hakikatidir.

Güneş, Allah isminin görünümüdür. Çünkü bütün isimler Allah isminden hakikatini aldığı gibi, bütün gezegenler ışığını güneşten almaktadır. Ay, rahman isminin görünümüdür. Çünkü güneşin ışığını taşıyan en büyük gezegendir. Nitekim, önce de belirttiğimiz gibi, rahman ismi, Allah isminde en büyük mertebeye sahiptir.

Müşteri yıldızı, Rab isminin görünümüdür. Çünkü gökte en mutlu yıldız odur. Nitekim mertebe bakımından rab ismi de çok özel bir isimdir. Kendilerine rablık yapılan varlıklar rab isminin gereği olarak kibriyânın kemâline şâmildir.

Zuhal yıldızı ise vahidiyetin görünümüdür. Çünkü bütün felekler onun kapsamı içindedir. Nitekim vahid ismi bütün isim ve sıfatların üstündedir...

Allah, bu yıldızların hakikati olduğu için, ibadet edilen de kendi zatı olmuştur. Bu sebepten felsefeciler ona ibadet etmişlerdir.

Hiçbir varlık yoktur ki, insanoğlu ve diğer canlılar ona tapmış olmasın. Kaya kertenkelesinin güneşe tapması, pislik böceğinin pisliğe tapması ve başka hayvanların başka şeylere tapmaları gibi [[8]]. Alemde mutlak veya mukayyed olarak Allah'a ibadet etmeyen hiçbir canlı yoktur. Mutlak (herhangi bir şekil ve surette görüntüsüne değil, soyut olarak) ona ibadet eden muvahhid iken, mukayyed (şekil ve surette görünmüş olarak) ona ibadet edenler de müşriktirler. Ancak Allah'ın varlığı hepsinde mevcut olduğu için hepsi hakikatte Allah'a ibadet etmiş olurlar. Çünkü Allah'ın zatı hangi şeyde görünmüşse, o şeyde kendisine ibadet edilmesini gerektirmektedir [[9]].

Muhammediler ise, yaratılmış varlıklardan herhangi bir şeyle takyid etmeden [[10]], mutlak olarak Allah'a tapınışlardır. Muhammediler, ona bütün açısından tapmışlardır. Onu zahir veya batın herhangi bir yönle sınırlandırmadan tapmışlardır. Onların yolu, Allah'ın zatına giden Allah'ın yolu olmuştur. Onun için ilk adımda yakınlık derecesine nail olmuşlardır [[11]]. Bunlar, yüce Allah'ın "Onlar yakın bir yerden çağrılırlar" diye işaret ettiği kişilerdir.

Dualist (seneviyeci)lere gelince; bunlar Allah'a nefsi açısından tapmışlardır. Çünkü Allah nefsinde zıtları toplamıştır. Hem hakkiyet (yaratan), hem halkiyet (yaratılan) mertebelerini kapsamıştır. İki nitelikle iki hüküm de ortaya çıkmıştır. Dünya ve ahirette iki nitelikle görünmüştür. Hakkiyet hakikatine mensup olan, aydınlık olarak ortaya çıkmıştır. Halkiyet hakikatine mensup olan da karanlık olarak ortaya çıkmıştır. Dualistler iki niteliği, iki itibarı, iki hükmü birleştiren bu özellikten dolayı aydınlık ve karanlığa tapınışlardır. Hangi hükümden ve nasıl istersen, Allah onu ve zıddını zatında toplamaktadır.

Dualistler, zatında gerektirdiği bu ilahi incelikten dolayı ona tapınışlardır. O, hem Hak, hem halk adını taşımaktadır. Hem aydınlık, hem karanlıktır.

Mecusilere gelince; bunlar Allah'a ehadiyet açısından tapınışlardır. Ehadiyet bütün isim, sıfat ve mertebeleri yok ettiği gibi, ateş de böyledir. Unsurlar arasında en güçlü ve en üstün olandır. Paralelindeki bütün tabiatları yok eder. Büyük kuvve­tinden dolayı ona yakın olan bütün tabiatlar ateşe dönüşür...

Tabiatlarda ateş, isimlerde vahidiyetin görünümüdür. Mecusilerin ruhları bu miskin kokusunu alınca, nezle olup kızartmasının kokusunu duyamadılar ve ateşe taptılar. Ateşe taparken, bir ve kahhar olandan başkasına tapmış değildirler.

Dehrilere gelince; bunlar Allah'a hüviyet bakımından tapınışlardır. Rasulullah "Zamana sövmeyin, çünkü zaman Allah'tır" buyurmuştur. Yani dehriler Allah diye zamana tapınışlardır.

İbrahimi (Brahmanist)lere gelince; bunlar bir nebi veya rasule uydukları için değil, Allah'a mutlak olarak tapınışlardır. Allah'ın yaratmadığı hiçbir varlık yoktur derler. Alemde Allah'ın birliğini kabul ederler. Ama peygamberleri tamamen inkâr ederler. Allah'a tapmaları, peygamberlikten önce peygamberlerin bir nevi tapması gibidir.

Bunlar, Hz. İbrahim'in soyundan geldiklerini iddia ederler. Bizzat Hz. İbrahim'in Allah'tan almayıp kendisinin yazdığı bir kitaba sahip olduklarını ve bu kitabın içinde hakikatlerin anlatıldığını söylerler. Kitap beş bölümdür. Dört bölümünü herkesin okuyabileceğini söylerken, derin bilgiler içerdiğini söyledikleri beşinci bölümü ise ancak onlardan bazı kişilerin okuyabileceğini söylerler. Beşinci bölümü okuyanların, sonunda mutlaka İslam'a varacağını ve Muhammed'in dinine gireceğini düşünürler.

Bunlar daha çok Hindistan'da bulunurlar. Orada bunların kıyafetlerini giyen ve onlardan olduklarını iddia eden kişiler vardır. Halbuki onlardan değildirler. Aralarında putperestler olarak bilinirler. Onlara göre puta tapanlar bu zümreden sayılmazlar.

Yukarıda sayılan bütün dinlere mensup kişilerin kendi kendilerine uydurdukları bu ibadet şekilleri, sonunda saadete ulaşsalar bile, bedbahtlık çekmelerine sebep olacaktır. Çünkü bedbahtlık, saadetin zuhuruna kadar yaşayacakları uzaktık (ayrılık)tan başka bir şey değildir [[12]]. Bedbahtlık, bu süren ayrılıktır. Bunu da anla!.."] [[13]]

Görüldüğü gibi, insanlar hangi din ve mezhepten olup neye taparsa tapsınlar, gerçekte Allah'a taptıklarını, çünkü o şeylerin Allah'ın görünümü olduğuna inanarak onlara taptıklarını, peygamberlerin bildirdikleri şekilde Allah'a tapanlar ilk etapta saadete kavuşacakları halde başka şekillerde tapanların ancak bir süre sonra saadete kavuşacakları, azap veya bedbahtlığın saadete kavuşuncaya kadar geçecek zaman içindeki ayrılıktan ibaret olduğu açıkça anlatılmaktadır. Onun için muvahhidler olsun, hangi türden kafir veya müşrikler olsun, hepsi de gerçekte Allah'a tapmışlar ve saadete ergeç nail olacaklardır.

İşte tasavvuf dini bu kadar hoşgörülü ve rahmeti her şeyi kuşatan bir dindir. Her türlü sapık felsefeyi İslam diye müslümanlara yutturan bu insanlar, bu şirk pisliklerinin İslam'la bağdaşmadığını ya kitaplarında, dergilerinde, konferans ve sohbetlerinde reddederek insanlara ilan ederler, yahut hem bu dünyada hem ahirette onların sahipleriyle aynı akibeti paylaşmaya devam ederler.



[1] el-Cili'nin din anlayışının tamamen açığa çıkması için uzunca bir alıntı yapmamız, gerekmektedir

[2] Bunlar zamanı tanrılaştıran ve her şeyin meydana gelmesinde zurnanın rol oynadığımı inananlardır. Bunların inancını şu ayet-i kerime dile getirmektedir '"Dünya hayatından başka bir şey yoktur, Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zamanın geçişi helak ediyor, derler" (Casiye. 24)

 

[3] Yani, hangi şeye tapınış olursa olsunlar, gerçekle o şeyde tecelli eden, o şey olarak görünen Allah'a tapmış sayılırlar.

[4] Yani, Allah'a tapıp tapmadıklarını bilip bilmemeleri ve ona tapmaya niyet edip etmemeleri Allah açısından önemli değildir. Çünkü putlar Allah'ın hakikati olduğu için ister istemez ona tapmış sayılırlar.

 

[5] "'Eğer geri döndürülseler, yine kendilerine yasak edilen şeylere dönerler. Şüphesiz onlar yalancıdırlar" (En'am, 28) ayetine işaret ederek tahrif etmektedir.

 

[6] "Yoksa kendisine yakardığı zurnan darda kalana karşılık veren mi?.." (Nahl, 62) ayetini sapık düşüncesi için kullanmaktadır.

[7] el-Cili, "Tabiata tapanlar, gerçekte tabiatta görünen Allah'ın sıfatlarına taptıkları için Allah'a tapmış olmaktadırlar, Allah'a taptıkları için de saadete kavuşacaklardır demektedir".

 

[8] İbn Arabi de aynı şeyi söylüyordu. İbn Arabi'ye göre, buzağıya tapmaya çalışan İsrailoğullarını engellemeye çalışan Hz. Harun bu inceliği kavrayamadığı için onlara engel olmaya çalışmıştır. Ama Hz. Musa bu inceliği kavradığı için Tur dağından dönüşte Hz. Harun'u bu engelleme çabasından dolayı azarlamış ve yermiştir. Çünkü, İbn Arabi'ye göre, o güne kadar buzağı dışında her varlık suretinde Allah'a ibadet edilmişti. Sıra buzağı suretinde Allah'a ibadet etmeye gelmişti. Hz. Musa bunu kavradığı için İsrailoğulları'nın buzağıya tapmasına karşı çıkmamış, bundan alıkoymaya çalışan Harun'u azarlamıştır. Bilgi için bkz. Fususu'l-Hikem, Harun Faslı.

 

[9] Yani, Allah kendisine ibadet edilmesini gerektirdiği için göründüğü bütün şeylerde onu ibadet edilmesi gerekmekledir. Çünkü o şeyler de Allah'ın görünümü, yanı kendisidir.

 

[10] Yani, Allah'ı temsil edecek herhangi bir şeye değil, doğrudan doğruyu Allah'ın kendisine ibadet etmişlerdir.

[11] Yani başka varlıkların şahsında Allah'a tapanlar gibi dolaylı ve uzun zaman sonra saadete erenler gibi değil, direkt saadete ermişlerdir

[12] Onların bedbahtlığını, cehennemde görecekleri acıklı azabı azap olarak değil. Allah'a kavuşuncaya kadar geçecek olan ayrılık kabul etmektedir.

 

[13] Abdulkerim el-Cili. el-İnsanu'l-Kâmil. 2/74-8!, el-Matbaatu'l Mısriyye, 1316 h.

 
 
  Bugün 180 ziyaretçi bizimle...  
 
Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden