FİLOZOF MU DAHA ÜSTÜN PEYGAMBER Mİ ?
Müslümanların toplumunda kendilerine meşru(!) bir zemin hazırlayan filozoflar, sinsice dine saldırma safhasına geçerler. Onlara göre din, Peygamber tarafından belirli bir zamanda belirli bir topluma gönderilmiştir. Halbuki felsefenin zamanı ve coğrafyası yoktur,o evrenseldir. Felsefenin dine karşı olan bu ve benzeri üstünlükleri hakikatı en iyi ve saf biçimiyle felsefenin gösterebileceği görüşüne yol açar. Bu nedenle „Eski (Filozof)lerin eserlerine bakmak (onları okumak ve incelemek) şer´an vacip olmuştur.“
Bütün bu düşüncelerin etkisiyle müslüman toplumunda, bugün bazılarının Batı´yı herşeyiyle taklid etmeleri gibi 9. yy´dan itibaren de Eski Yunan´ı aynen bugünkü şekliyle taklid edenler çıkar.
Bunlar filozof ismini alan ve Yunan Felsefesi´ni, mantığını, inancını ´´İslamileştiren´´ kişilerdir.
Onların çalışma ve gayretleriyle Yunan inancı, İslam örtüsü altında yerini alır ve etkin bir şekilde varlığını devam ettirmeye başlar. Felsefenin müslüman toplumuna girişi ve İslam´ın insanlar tarafından anlaşılan bazı esaslarını bozup,kendisinin hakikatı ifade eden asıl düşünce tarzı olduğunu ilan edişi, halkın gelenekleşmiş ve dejenere olmuş İslam anlayışını tamamıyla bozar.
Elbetteki sayıları az da olsa İslam´ın temsilcisi ve savunucusu alimler vardır. Fakat bunlar bütün gayret ve çalışmalarına rağmen seslerini fazla duyuramazlar. Çünkü devlet, filozoflardan yana desteğini koyduğu gibi, onların bazı bilimsel çalışmaları da halkın kendilerine iyice bağlanmasına yol açar.
Kendilerini ve düşüncelerini kabul ettirmeyi başaran filozoflar, çoğu kez İslam´ın en temel esaslarına zıt duruma düşmelerine rağmen, kendilerini çeşitli ithamlardan kurtarmayı başarırlar. Onlar dinin sadece inanılmak için gelmiş esaslar olduğu kenaatini yayarlar.
Dine karşı olan düşünce ve fikirlerine rağmen, müslümanlar gibi inandıklarını söyleyerek kendilerini kurtarırlar. Bu arada gerektikçe sık sık felsefe-din beraberliğini gündeme getirmeyi de ihmal etmezler. Peygambere vahyedilenle, filozofun elde ettiği bilginin aynılığı(!) iddiasını her fırsatta yenilerler.
Aristo Felsefesi, müslüman toplumunda ilk defa öğrenildiği zaman filozof olmaya aday kişiler o´na vahyi teyid eden İlahi bilgi nazarıyla bakarlar. Onlara göre Aristo doğru söylemiştir, Platon doğru söylemiştir, Kur´an doğru söylemiştir. Ancak Kur´an´ın söylediği doğruyu anlayabilmek için onu tevil etmek gerekir.
Bu amaçla sonuçta,Kur´an ayetlerini istedikleri gibi yorumlayıp, anlamlandıran filozoflar görülmekte gecikmez. Bunlar arasında bazı surelerin başında bulunan harflere dayalı tafsirler yazanlar olduğu gibi, Zerdüştlükle İslam´ı, Kur´an´ın bazı ayetlerini tevil ederek aynı göstermeye çalışırlar.
Bunlardan el-Kindi´nin Kur´an hükümlerini tevil ederek vahyi felsefeyle aynı gösterme çalışmasında, çok fazla problem açığa cıkmaz. Çünkü onun tavilleri Kur´an ayetlerinin anlamlarını fazla değiştirmeye yönelik değildir. Genellikle yaptığı, ayetler ile filozofların görüşlerini yan yana koymak biçimindedir. Halbuki İbn Sina ayetlerin anlamlarını açıkça çarpıtıp, İslam´ı Yunan felsefesi´nin kalıplarına uydurmaya çalışır. Farabi ise zaten İslamı kaygılara diğer birçok filozofa oranla en az sahip olan kişidir.
Farabi, taklid edilmeye en layık kişiler olarak gördüğü Platon ve Aristo`nun fikirlerini, filozofların hakikatı ifade ettikleri ve değişik filozofların ifadelerinde açıga çıkan farklılıkların hakikatın yapısına uygun olduğu inanciyla birleştirip aynı gösterme gayretleri taşır. Kur`ana ters olup olmamak hiç önemli değildir onun açısından. Ona göre vahiy, akıllar arası ilişkiden doğan birşeydir. Ayrıcalıklı başka özelliği yoktur. Peygamber ise vahyi elde etmiş kişi olarak saadeti elde etmiş birisidir. Fakat filozof ondan geri kalmaz. Hatta daha ileridir. Filozofun, hakikatı açık ve tam olarak bildirmesine karşılık, muhatabı halk olduğu için, Peygamberin halkı ahlak ve erdeme çekebilmek için, cennet, cehennem, hesap günü gibi aslı olmayan (haşa) sembolik şeyleri kullandığını, asıl amacının filozofun ysapmaya çalıştığının en basit şekli olduğunu belirtir.
.
.