Hadislerde şu ifade de yer alır: “Bu cinsler değişik olursa peşin olması şartıyla istediğiniz gibi satabilirsiniz. “Bundan da cinsleri aynı olup ölçü birimleri farklı olan veya ölçek yahut tartı ile işlem gördüğü halde cinsleri farklı olan iki malın birbiriyle değişiminin peşin olmasının şart koşulduğunu anlamışlardır.
Buna göre hurda demir verip çubuk demir almak istenirse her iki demirin aynı ağırlıkta olması ve değişimin peşin olması gerekir, yoksa faizli işlem olur. Demire karşılık bakır almak istenirse her iki bedeli peşin ödemek yeterli olur. Çünkü bunların ikisi de tartıyla alınıp, satılan mallardır. Cinsleri farklı olduğu için biri diğerinden fazla olabilir ama bu takas veresiye olamaz, yoksa faizli işlem olur.
Bu prensibe göre altın veya gümüşten basılı bir parayı (nükûd) verip tartıyla satılan bir malı veresiye almak faizli işlem sayılmalıdır. Çünkü altın ve gümüş tartıyla alınıp satılır. Ama Hanefîler bunu caiz görür ve sebeplerini şöyle açıklarlar:
1- Altından ve gümüşten basılı dinar ve dirhemlerle tartıyla alınıp satılan diğer mallar arasında görünüşte (sureten) bir fark vardır. Çünkü dinar ve dirhemler sancat denen ağırlık birimleriyle, diğer mallar da men ile tartılırlar.
2- Bunlar arasında görünmeyen (manen) bir fark daha vardır. Dinar ve dirhemler tayinle taayyün etmezler. Ama diğer mallar tayinle taayyün ederler.
3- Aralarında değerlendirme yönünden (hükmen) de fark vardır. 1 dinara karşılık 12 men demir alınsa, demiri satıcı, dinarı da alıcı, diğerinin görmediği yerde tartmış olsa, teslim aldıktan sonra altınlar tekrar tartılmadan satılabilir ama demiri tartıyla satabilmek için müşterinin onu yeniden tartması gerekir.
Madem arada bu kadar fark vardır, öyleyse tartılan diğer mallarla nakitler, tartıda her yönüyle ortak olmamış olurlar.
Hem altın ve gümüşün tartı ile satıldığına dayanarak tartıyı (vezn) faiz illeti saymak hem de onları diğer mallarla değişirken bu illete riâyet etmemek tam bir çelişkidir. Hanefilerin tartıyı faiz illeti saymayıp şöyle demeleri gerekirdi: Altın ve gümüş her ne kadar tartı ile alınıp satılıyor olsa da bunlar, tartıyla satılan diğer mallardan sureten, manen ve hükmen farklı olduğu için vezin faiz illeti olamaz.
Vezn faiz illeti olamayınca ister istemez ölçek de faiz illeti olamayacak ve iki illetten biri sayılan kadr, faiz illeti olmaktan çıkacaktır. Bu da Hanefîlerin alım satıma dayalı faiz sistemini tümüyle çökertecektir.
Aynı tenkit Hanbeliler için de geçerlidir. Hanbeliler bir taraftan şöyle diyorlar: “Eğer altın ve gümüşte faiz illeti tartı (vezn) olsaydı tartı ile işlem gören malları bunlarla veresiye almak caiz olmazdı. Çünkü veresiyenin haram olması için ribanın iki illetinden biri yeterlidir.”
Hem bunu söylüyorlar hem de Hanefîler gibi vezn’i faiz illeti olarak kabul ediyorlar. Ne büyük çelişki!
Mâlikîler, hadislerdeki arpa, buğday, hurma ve tuza bakarak faizin, sadece temel gıda maddesi olup saklanabilen veya gıda maddelerini lezzetlendiren şeylerde olacağını söylemişlerdir. Bunlar kendi cinsleriyle değiştirildiğinde miktarların eşit ve mübadelenin peşin olması gerektiğini, farklı cins gıdalarla değiştirildiğinde miktarlarda eşitlik aranmayacağını, yalnızca mübadelenin peşin olması gerektiğini söylemişlerdir.
Bu görüş, her ne kadar alım satım ile faizli işlemi birbirinden ayıran âyete aykırı ise de kendi içinde tutarlıdır. Çünkü arpa, buğday ve hurma temel gıdalardandır ve saklanabilir özellikleri vardır. Tuz da yiyecekleri tatlandırmaya yarar.
Biriktirilsin veya biriktirilmesin bütün gıda maddelerinin veresiye takası ile her çeşit eşyanın kendi cinsiyle veresiye, bire iki takası ribe’n-nesie sayılmıştır. İşte bunun, kendi sistemlerinde de bir dayanağı yoktur.
Şafiîlere göre riba kelimesi mücmel yani kapalıdır; onu Allah'ın Elçisi açıklamıştır. Açıklama dedikleri, altı malın satışı ile ilgili hadislerdir.
Şafiîler şöyle derler: "Faiz, büyük günahların en büyüğüdür. Bütün şeriatlarda faizin haram kılındığı söylenir. Allah kendi kitabında faiz yiyen dışında bir isyankâra harp ilan etmemiştir. Faizin haramlığı taabbüdîdir, faizli işlem sebebi olarak gözüken her şey sadece onun hikmeti olur, illeti değil."
Taabbüdî demek, illeti (asıl sebebi) anlaşılamayan ama kul olma gereği uyulan emir veya yasak demektir. İlleti anlaşılamayan bir şey üzerine kıyas yapılamaz. Ama bu sözü sanki hiç söylememişler gibi faizli işlemin iki illetinin olduğunu, bunların tu’miyet ve semeniyetten ibaret bulunduğunu belirtmiş ve sistemlerini bu iki illet üzerine kurmuşlardır. Bu mantığı anlamak gerçekten zordur. Faizin haramlığı taabbüdî ise bu illetler nereden çıkıyor? Eğer bu illetler varsa neden taabbüdî deniyor?
İbn Abbâs’ın rivâyetine göre faizi yasaklayan âyetler Kur’ân-ı Kerim’in en son inen âyetleridir. Peygamberimiz Veda Hutbesinde cahiliye faizinin kaldırıldığını ilan ettiğine göre âyetler bu sırada inmiş olmalıdır.
Hac, kamerî yılın 12. ayı olan Zilhiccede olur. Bu ayın 9. günü A’rafat'a çıkılır. Veda Haccı hicretin 10. senesinde olmuştur. Veda Hutbesi, Peygamberimizin bu sırada A’rafat'ta yaptığı konuşmadır. O, Hicretin 11. senesinin 3. ayı olan Rebiyülevvelin 12'sinde, Pazartesi sabahı vefat etmiştir. Faizin kalktığını ilan etmesinden vefatına kadar 3 kameri ay ve 3 gün geçmiştir. Allah'ın Elçisi Veda Hutbesinde şöyle demiştir:
“Cahiliye faizi kaldırılmıştır. İlk faizi kaldırıyorum, bizim faizimizi, (amcam) Abbâs b. Abdulmuttalib'in faizini. Onun tamamı kaldırılmıştır.”
Burada kaldırılan, herkesin bildiği faizdir. Bu yüzden kimse bu konuda soru sorma ihtiyacı duymamıştır. Peygamberimizin koyduğu, altı mal ile ilgili yasağın, konunun özünü oluşturmadığı, faiz yasağının çevresinde bir koruma duvarı oluşturduğu, bu hadisten de anlaşılabilir.
Taştan yapılmış, tartı birimi.
Men, 260 dirhemlik bir ölçüdür. (Ö. N. Bilmen, Kamus, c. IV, s. 126) Bir şer’î dirhem 2.975 gr. geldiğinden yaklaşık 774 grlık bir ağırlık eder.
Tayinle taayyün, belirlenen şeyin kendisi demektir. Alıcı hangi malın pazarlığını yapmışsa onu alır, onun yerine başkası verilemez. Çünkü mallar tayinle taayyün eder. Ama alıcı satıcıya gösterdiği paranın yerine aynı değerde başka para verebilir. Mesela satıcıya 10 liralık bir kağıt para gösterdiği halde onun yerine 10 tane bir liralık verebilir. Satıcı onu, bu on lirayı vermeye zorlayamaz.
Çünkü altın paralar basılı olacağı için ağırlık ve ayarı bellidir.
Bkz. Hidaye, Fethü’l-kadîr ve Bâbertî’nin Hidaye şerhleri, c V, s. 274 vd.
İbn Kudâme, el-Muğnî c. IV, s. 138.
İbn Rüşd, Mukaddimât, c. III, s. 49-51.
Fahrü'd-Din er-Râzî, Tefsir, c. VII, s. 99.
İbn Hacer el-Heysemî, Havâşî eş-Şirvânî ve İbn Kâsım el-Abbâdî alâ Tuhfeti’l-muhtâc bi şerhi’l-minhâc, İstanbul tarihsiz., c. IV, s. 272-278.
Bkz. Şirvânî, Tuhfetu’l-muhtâc haşiyesi, c. IV, s. 272, Riba bahsi.
İbn Hacer el-Heysemî, c. IV, s. 273.
Safiyyu’r-Rahmân el-Mubârekfûrî, er-Rahîk'ul-mahtûm, s. 431.
Sonraki sayfa»»