Hadis sayısı ile ilgili bilgileri verdikten sonra, şimdi hadis usulüne kısaca bir göz atalım. Hadisler senet metinleriyle beraber rivayet edilmiştir / uydurulmuştur. Senet, ben falandan işittim, o da filandan, o da filancadan, o da fulandan, o da Ebu Hureyre’den, Ebu Hureyre de peygamberden işitmiş ki… diye devem eden isnat zinciridir. Bu isnat halkasında ortalama altı ila on arasında ravi bulunmaktadır. Hadis ilminin belkemiğini bu zincir teşkil eder. Hadisin sıhhat derecesi, bu zincirin sağlamlığı ve tüm ravilerin adaletleriyle orantılıdır.
Erken dönem hadisçileri, günümüz hadisçileri kadar dinlerini oyun ve eğlence edinmediklerinden, olaya ciddiyetle yaklaşmışladır. Metin tenkidi yerine senet eleştirisine yoğunlaşmışlardır. Onlar için hadisin güvenilirliğindeki yegâne ölçüt metin değil senettir. Bu kendi içerisinde tutarlı bir davranıştır. Metin tenkidi hevayı dine bulaştırmaktır. Günümüzdeki hadisçilerin tamamına yakını, senetleri bir kenara bırakıp manaya yönelmişlerdir. Bu durum lakaytlığın açıkça dışa vurumudur. Çünkü eğer peygamber ve hadisler de dinde hüküm kaynağı ise bu üst yapıyı alt yapı tenkit edemez. Şöyle ki, her güzel söz dinde delil olmayacağı gibi şahsın nefsine kötü gelen her söz de uydurma olmayabilir.
Dünyada binlerce güzel söz vardır. Atasözleri, Konfiçyus’un, Sokrates’in, Buda’nın, Kant’ın, Marx’ın bazı sözlerinde olduğu gibi. Ancak, bu sözlerin güzel olmaları onların asla bizim için dinde delil olduğunu ifade etmez. Dini alanda önemli olan sözün niteliği değil mensubiyetidir. Dolayısıyla hadislerin dinde delil olduğunu savunan bir kişinin, metine bakıp onu reddetme yahut kabul etme lüksü yoktur. Eğer bir hadis kendi kriterlerine göre sağlam zincirde gelmişse ki Kütüb’ü Sitte’nin tamamı böyle kabul edilmektedir, metin ne kadar uçuk kaçık olursa olsun, hadisçinin inanması ve amel etmesi olmazsa olmazdır.
Erken dönem hadisçileri, günümüzdeki temsilcileri gibi laubali olmadıkları için, sadece senede yoğunlaşmışlardır. Ancak bu durumun içinden çıkılabilirliği yoktur. Müslümanlar, hadis ilimlerine verdikleri enerjinin %1ini Kuran’a ve pozitif ilimlere vermiş olsalardı, hicri dördüncü asırda uzaya gidebilmemiz içten bile değildi. Bir deli bir kuyuya taş atmış 40 milyon akıllı çıkaramamıştır. Hadis ilmi, dokuz ana başlık üzerinden ihtisaslaşmıştır. Bu ihtisas alanları:
1. Rivâyetü'l-Hadis İlmi: Hadisleri toplayan, nakleden ilimdir. Hadislerin yazılı şekillerini ihtiva eden bütün hadis kitapları (Sahihler, Camiler, Sünenler, Müsnedler...) bu ilme ait malzemeyi oluştururlar.
2. Dirâyetü'l-Hadis İlmi: Hadislerin sıhhat durumlarını tespit için, senet durumlarını anlamaya imkân veren ilim dalıdır.
3. Cerh ve Ta'dil İlmi: Sahabeden itibaren bütün hadis râvîlerinin doğruluk ve güvenirlik durumlarının incelendiği bir ilim dalıdır. Genellikle râvîler isimlerine ve künyelerine göre alfabetik bir tarzda sıralanır ve her birinin hayatı, kimlerden hadis rivâyet ettiği, kimlere hadis naklettiği, râvîler arasındaki yeri, adâlet ve zabt yönünden durumu, kendisi hakkında hadis eleştirmenlerinin görüşü... Teknik tabirlerle ifade edilir.
4. Râvîler Tarihi İlmi: Hadis rivayeti açısından ravilerin biyografilerini, tabakalarını... veren ilimdir.
5. Hadislerin Vürûd Sebepleri İlmi: Hadislerin söyleniş sebeplerini tespit etmeye çalışan ilim dalıdır.
6. Garîbu'l-Hadis İlmi: Hadis metinlerinde geçen, az kullanıldığı veya Arapçaya sonradan girdiği için anlaşılması zor olan kelimelerin açıklanması bu ilmin konusunu teşkil eder.
7. İlelü'l-Hadis İlmi: Herkesin fark edemediği, ancak hadis uzmanlarının tespit edebildiği ve hadisin sıhhatine engel olan gizli kusurları araştıran bir ilimdir.
8. Muhtelifu'l-Hadis İlmi: Birbirleri arasında yüzlerce çelişkiyi barındıran hadisleri uyuşturmaya çalışan ilimin adıdır.
9. Nâsih ve Mensûh İlmi: Biri diğerinin hükmünü ortadan kaldıran hadisleri konu edinen bir ihtisastır.
Görüldüğü gibi hadis ilmi, Müslümanların tüm enerjilerini sömürmüştür. O dönemde yapmaya çalıştıklarını, emin olun şu gün bile en donanımlı 100 üniversite bir araya gelse, çağın tüm teknolojik araç gereçlerini kullansa gene başaramaz. Nasıl başarabilsin ki. Yapılması gereken en iyimser tahminle beş milyon tane hadis senedini (Buhari, 600 bin, Müslim, 300 bin, Ebu Davut 500 bin, Hanbel 750 bin, Malik, 100 bin hadisi cerh ve tadile tuttuğunu ve kitabını bunlardan ayıklayarak oluşturduğunu söylemektedir) inceleyecekler. Ortalama bir senette 8 ravi bulunduğu hesaba katılırsa bu 40 milyon ravi eder. Bazı ravilerin birden fazla hadis rivayet ettiklerini de düşünsek dahi en az 10 milyon ravi eder. Bu farklı zaman ve mekânda yaşamış 10 milyon kişinin tüm hayat hikâyelerini incelemek, sonra Tanrılığa soyunup onun adil mi fasık mı olduğuna karar vermek, sizce imkân dâhilinde midir? Günümüz bilgisayar koşullarına rağmen, devlet 10 milyon kişiyi fişleyip tüm hayatlarını tartamamaktadır. Hem de T.C. kimlik numarası vermesine ve aynı anda aynı ülkede yaşamamıza rağmen. Bir de bu 10 milyon kişiyi tenkit edenlerin tamamının görüşlerine ulaşmak yahut iki sahih hadisten hangisinin diğerini iptal ettiğini (nesh ettiğini) belirlemek… Bu söylenenin yapılması ne o gün ne de bu gün mümkün değildir. Ayrıca gerekli de değildir.
Zaten bu kuralları koyanlar, kendileri bile bu kaidelere uy(a)mamışlardır. Örneğin; en fazla hadis rivayet eden Ebu Hureyre’yi (5374 hadis) Hz. Ali, Hz Ömer ve Ayşe annemiz yalancılıkla itham etmiştir. Bu durumda, madem bu kadar ince eleyip sık dokunan kurallar silsilesi var, Ebu Hureyre’yi hangi kıstasa göre adil kabul etmişler? Bunu anlamak oldukça güçtür doğrusu. Oysa Ebu Hureyre fenomen kahramandır. Onun haricinde milyonlarca isimsiz ravi vardır. Ayrıca hadis uyduran birinin senet metnini de uydurmayacağını kim garanti edebilir? Bu dönemde at izi it izine karışmıştır. Ravilerin tamamı ölmüştür.
Şimdi ben çıksam ben şundan, o da bundan, o da fulandan, o da falancadan, öbürü de filancadan rivayet etti ki Malatya’nın yarısı bizim. Bir senet zinciri de tertiplesem. Ve bu delille mahkemeye başvursam, en geri zekâlı hâkim bile bu iddiamı kabul edip kanal boyundan aşağısını bana verir mi? Bu olay, yalnızca meşhur Malatya’nın delileri takviminde “Şorikli Yaşar’ın” yanında fotoğrafımın yer almasıyla sonuçlanır.
Bu hadis senetleri ve metinleri, dünyanın en ilkel mahkemelerinde bile delil olmayacak yapıdadır. Nasıl ALLAH’ın dininde delil olabilir?
Ravinin keskin bir zekâya ve hafızaya sahip olup, hata yapmayacak kudrete sahip olması demektir.
Bu ilim bile hadislerin başlı başına uydurma olduklarını ele vermektedir. Çünkü peygamber efendimiz fasih konuşan bir Arap’tı. Fasih Arapça bizim İstanbul lehçesi gibidir. Herkesin bildiği ve üzerinde ittifak ettiği lehçedir. Dolayısıyla hadislerin mutlak manada fusha olması gerekir. Ancak hadislerin büyük bir kısmı fasih değil yerel lehçelerde rivayet edilmiş ve içine birçok yabancı kelime karışmıştır. Bu durum bile bu hadisleri peygamberimizin söylemediğini ortaya koyar. Hadislerin bu durumu Arap diline ve gramerine de yansımıştır. Hadis metinleri, Arap dilinde dilbilgisi açısından delil olarak kabul edilmez. Arap dili okuyanlar bilirler. Arapçada iki delil vardır: Kuran ve cahiliye dönemi şiirleri. Yani hadislerin gramatik açıdan önemi müşrik şiirlerininki kadar bile değildir.
Müslim, sahih, c.1, s.34; Zehebi, Siyeru’l Ala c.2, s. 435; İbni Ebul Hadid, Şerhu’n Nehcul Belağa, c.1, s. 360
|