Resulullah ahirete intikal ettiğinde müminlere yalnızca Kuran’ı bırakmıştı. Kendisi yaşarken bizzat Kuran’ı tatbik etmiş, müminlere de bunu vasiyet etmişti. (6:50; 6:106; 10:15; 10:109) Ancak Nebinin ardından kâh masumane bir şekilde, kâh kötü niyetlerle hadisler ortaya çıktı. Bu ortaya çıkış gün be gün çığ gibi büyüdü. İlk başta yoluna yalnızca hatırat olarak başlayan hadisler, zamanla din de kaynağa, Kuran’a alternatife ve nihayetinde Kuran’ın yerine geçti. Bu çığın altında önce tüm Müslümanlar, sonra da tüm beşeriyet kaldı.
10:15 Kendilerine apaçık ayetlerimiz okununca bizimle karşılaşmayı ummayanlar: “Ya bize başka bir okungan getir ya da Kuran’ı değiştir.” dediler. “O’nu kendiliğimden değiştirmem söz konusu bile değildir. Ben yalnızca bana vahyedilene uyuyorum. Ben Rabbime isyan ederek büyük günde azaba uğramaktan korkarım.”
İlk dönemlerde hadislerin ortaya çıkışı, küçük istisnaları saymazsak tamamen halisane bir şekildedir. Peygamberi görmekle şereflenmiş olanlar ardıllarına peygamberle olan anılarını anlatmışlardır. Bu tamamen fıtri bir durumdur. Yani bazı müfrit Kurancıların zannettikleri gibi peygamberimiz vefat eder etmez sahabe, onun hakkında tek bir kelime bile etmekten imtina etmemiştir. Yahut Ömer, meydanlarda gürleyip “her kim Muhammet’ten bahsederse onun kafasını keserim.” dememiştir. Maalesef böyle bir intiba ortaya çıkarılmaya çalışılıyor. Nasıl hadisçiler bu konuda ifrata kaçmışlarsa Kurancılar da tefrite kaçıyorlar. Bu tarz bir algılayış kolaycılığa kaçmak ve realitenin önüne geçmektir.
Hz. Muhammed (sav) hakkın rahmetine kavuşunca, müminlerin en büyük sohbet konuları peygamberle geçirdikleri anılar olmuştur. Hem birbirlerine hem de onu hiç tanımayanlara bu anıları anlatmak, elçiyi hayırla yâd etmek temel meşgalelerinden biridir. Bu durumda garipsenecek bir şey yoktur. Yahut bu hakikat, Kuran’ın tek kaynak olduğu gerçeğini gölgelemez. Asıl gerçekçi olmayan, toplumsal rasyonaliteyi hesaba katmadan, peygamber ölür ölmez onunla ilgili tek kelime edilmedi demek, güneşi balçıkla sıvamaya çalışmaktır. Bu balçık ister istemez Kuran’a ve dönemsel gerçeklere sıçrar.
Hadislerin yazıya geçirilmesinin önündeki yasağın, peygamberden 90 yıl sonra Ömer b. Abdulaziz zamanında kaldırılmaya yeltenildiği ancak sonuçlanmadığı tüm otoritelerin üzerinde birleştiği bir hakikattir. Emevilerin hadis yazımına karşı olduklarını zalimlikle cevaplayan ulema, peygamber ve Hulefa-i Raşidin’in bu yasağına ilginç bir gerekçe ileri sürerler. Güya o dönemde kâğıt az ve Kuran dağınık bir vaziyette olduğu için, Kuran’a karışmasın diye yazım engellenmiştir.
52:2-3 Yayılmış parşömenler içerisindeki Satır satır yazılmış kitaba Andolsun.
Öncelikle Kuran’ın dağınık halde bulunduğu açıkça ALLAH’a, elçisine ve kitabına atılmış büyük bir iftiradır. Kuran, Resulullah zamanında kitap halinde idi. (68:1; 52:2-3) Aynen günümüzde nasılsa, o zamanda aynı bu şekildeydi. İkincisi, halifeler devrinde Müslümanlar, basit paçavraları bulamayacak durumdaki hilkat garibeleri değildi. Hz. Ömer devrinde Mısır, Libya, Filistin, Suriye, Irak, Azerbaycan ve İran fethedilmiş, halife Osman devrinde ise ülke İspanya’dan Türkistan’a kadar bir coğrafyaya yayılmıştı. Bu hudutlar içerisinde binlerce devasa kütüphane mevcuttu. Parşömen, Müslümanların ellerinin kiri bile değildi. Eğer istense Müslümanlar binlerce ciltlik hadis koleksiyonu oluşturmaya kadirdiler. Hatta bir ara Hz. Ömer peygamberin siyerini yazdırmayı düşünmüş ancak sahabeye danıştıktan sonra bu işin tehlikeleri kavrayarak bu düşünceden vazgeçmiştir. Hatta işi daha da ileri götürüp yazılı halde bulunan tüm hadis nüshalarını yaktırmıştır. Aynı uygulamayı halifelerin dördü de yapmışlardır. Gerekçeleri, hadis metinlerinin Kuran metinlerine karışması değil, hadis ahkâmının Kuran hükümlerine karışmasından korkmalarıydı kuşkusuz.
İslam tarihinde yazılmış ilk hadis kitabı Malik b. Enes’in Muvatta’sıdır. Muvatta, Abbasi halifesi Ebu Cafer el Mansur’un (hilafeti H.137-158) isteği üzerine H.149’da yazılmaya başlandı. H.159 yılında ise tamamlanıp halka arz edildi. Görüldüğü üzere hadislerin yazıya geçirilip neşredildiği ilk tarih peygamberden 150 yıl sonradır. Ömer b. Abdulaziz H. 91 yılında hadislerin yazıya geçirilmesini istemişse de bu eylem hayata geçirilmemişti. Tarihçiler buna sebep olarak Ömer’in ölümünü gösterirler. Ancak ben Haricilerle temasından sonra birçok reform yapan halifenin, bu görüşünden de onların uyarıları neticesinde vazgeçtiğini düşünüyorum. Yoksa koskoca bir halife için hadis kitabı yazdırmak gibi bir görev böylesine zor olmamalı. Ömer b. Abdulaziz, Ömer’ül Sani (ikinci Ömer) lakabına yakışır bir şekilde önce Hz. Ömer gibi bunları toplamayı düşünmüş, sonra ise Haricilerin uyarısı sonucunda vazgeçmiştir.
İlk hadis kitabının peygamberden 150 yıl sonra kaleme alınmış olması bile bu konudaki tüm soruları cevaplar niteliktedir. Eğer hadisler söylendiği gibi dinin temeli olsaydı neden bu kadar yıl beklenmişti ki? 150 yıl boyunca Müslümanlar, dinleri eksik olarak mı yaşamışlardı? 150 yıl boyunca hem de lâfzen söylenmiş şifahi metinlerin ne kadar inandırıcılığı olur? Ayrıca hadis metinleri yalnızca lafızdan ibaret olmayıp isnat zinciriyle beraber nakledilmişlerdir. Sahabenin, tabiinin ve tebe-i tabiinin tamamının hafıza teknikleri konusunda uzman olduklarını varsaysak bile senet metinlerini nasıl akıllarında karıştırmadan tutabildiler? Bu soruları kolaylıkla arttırmak mümkündür. Zaten bu husus, bu güne kadar tüm hadisçilerin en yumuşak karnı olmuş ve bin bir dereden su getirerek akla mantığa sığmayan yorumlarda bulunmuşlardır. Örneğin; Ebuzehra, mızrağın çuvala girmediğini fark ettiğinden kendisini bu konuda uzun açıklamalar ve alıntılar yapmak zorunda hissetmiştir. Açıklaması şu şekildedir:
a- Çünkü onlar bidayette hadis yazımından nehy olunmuşlardı, zira yazılırsa bazısının Kuran-ı Kerim'e karışması endişesi mevcuttu.
b- Onların hafızaları çok kuvvetliydi, zihinleri keskin ve berraktı. Çoğu yazma bilmiyorlardı.”
Ebuzehra’nın bidayette diyerek geçiştirdiği zaman aralığı, peygamberimiz zamanını da sayarsak Ömer b. Abdulaziz’e değin 103 yılcık kadardır. Bu süre zarfında Müslümanlar, dünyanın en büyük imparatorluğu haline gelmişlerdi. Hadislerin Kuran’a karışma korkusu dünyanın hâkim öznesi olduğumuz dönemde varken, şimdi neden yoktur? Hafızalarının kuvvetli oluşu, zihinlerinin keskinliği tamamen sübjektif yorumlardır. Tek bir hadisi bile zayi etmeyecek oranda biyonik zekâlı insanların, Kuran okumasını bile bilmediklerini söylemenin tutarsızlığına değinmeye bile lüzum yoktur.
Malik’le beraber hadis kitabı yazma furyası başlamıştır. Muvatta’nın iyi tuttuğunu gören cin fikirliler, reytingi gözeterek bu işe soyunmuşlardır. Aynen günümüz medyasında olduğu gibi. Çocuklar duymasın dizisi tutar, akabinde tüm kanalları benzer sitkom diziler sarar, Seymen ağa’nın Asmalı Konağı onlarca aşiretli ağa dizisiyle sonuçlanır. Kurtlar Vadisi izlenme rekorları kırar, ortalık mafya dizilerinden geçilmez olur. Sır kapısı ardından her kanalımızda nur topu gibi sırlı olaylar doğar. BBG evi derken işin cılkını çıkarırız. Her şeyin evini yaparız. Popstar, alaturka, yıldızlar… Akımından artık bizlere gına gelir. Olanlarsa bir travestiden olmadık hakaretler yiyen Orhan Abimize olur.
Aynen bu şekilde, Muvatta’dan sonra ummalı bir hadis kitabı yazma faaliyeti başladı. İşin cılkı çıktı. At izi it izine karıştığı bu dönemde devlet, artık yeter diyerek olaya müdahale etmiş ve bunlardan altı tanesini seçiyoruz demiştir. Yönetim, bu kaosa kendi işlerine gelecek bir taşeron bulmak zorundaydı. İhale, Buharalı bir âlim ve Horasanlı talebelerine havale edildi. Onlarda görevlerini hakkıyla ifa ederek bu yönetim krizini kısa vadeli çözmüşlerdir.
Kuran boyunca Kuran’dan hep kitap olarak bahsedilmesi, ilk günden itibaren Kuran’ın yazıya geçirilerek ana nüshasının peygamberimizde bulunduğunun en çarpıcı kanıtıdır. Daha ilk indirilen surede kalemle öğretildiğinin belirtilmesi (96:1-5) ilk andan itibaren vahyin yazıya geçirilmesinin Resulullah’a zımnen emredildiğini gösterir. Ayrıca Peygamber Efendimiz vefat ettiğinde 4 milyon kilometre karelik devasa bir alana hükmeden bir imparatorluk bırakmıştı. Birkaç yıl içerisinde Roma ve Sasani’yi hallaç pamuğu gibi fırlatacak bu kudretli devletin, tüm imkânlarını seferber ederek (!) 600 sayfalık bir tek nüsha bile oluşturamayacağını iddia etmek saçmalıktır.
İbni Abdil Berr, Camiul Beyanil İlm ve Fazluhu, c.1, s. 64-65; İbni Sad, et Tabakat, c.5, s.140
Bazı cahiller veya sahtekârlar Malik b. Enes ile Enes b. Malik’i birbirine karıştırarak ilk hadis kitabını peygamberimizin sahabesine atfetmeye çalışırlar. Oysaki birincisi hicri ikinci yüzyılda yaşamışken ikincisi Hz. Muhammed’in sahabelerindendir.
Ebu Zehra, imam malik, 26.bölüm.
İbni Abdil-Berr, Intikâ ve Hamişi, s. 40
Ebu’l-Hasan En-Nedevi, İslam Önderleri Tarihi 1, c.1, s.67-68.
Şamil ansiklopedi, malik b. Nebi maddesi.
İbni Kesir, el-Bidaye, c.10, s.221-227; İbni Esir, el kâmil, c.4, s.327-331; Atvan, el Emeviyyun, s.179-189
Ebu Zehra, İmam Malik, c.2, 26. bölüm
İlk dönem adlandırmalarında Arap olanları “x bin y” diye künyelenir. Arap olmayanlar ise memleketlerine nispetle çağrılırlar. Şehirlerinin arkasına bir i takısı eklenir. Yani o dönemin şahıslarının sadece isimlerine bakarak Arap olup olmadıklarını anlayabiliriz. Buhari: Buharalıdır.. Müslim en Nişaburi: Buhari’nin talebesidir. Horasanın Nişabur şehrindendir. Nesai: Buhari’nin öğrencilerindendir. Horasan’ın Nesa şehri doğumludur. Ebu Davut Sicistani: Buhari’nin şakirtidir. İran’ın sicistan kentindendir. Tırmızi: Buhari’nin müritlerindendir. Orta Asya’nın Tırmiz köyünde doğmuştur. İbni Mace Kazvini: İran’ın Kazvin şehrindendir.
|