HAK KESİNLİKLE RASÛLULLAH’IN DIŞINDA HİÇBİR KİMSENİN GÖRÜŞÜYLE SINIRLANDIRILAMAZ
Dört imam, hakkı (doğruyu) bir kimsenin görüşüyle sınırlandıran kimseden uzak, o kimse de onlardan uzaktır. Bu düşüncede olan kişi bid’atçi, neva ve arzularına uyan, sapık ve saptıran kişidir. Bu konuda hiçbir müslümanın şüphesi yoktur. Hak kesinlikle hiçbir kimsenin görüşüyle sınırlandırılamaz. Ancak risalet sahibi Rasûlullah ile sınırlandırılır. Çünkü hak onun getirdikleriyle sınırlıdır. İnsaflı bir kişi düşünürse, delilleri araştırmaksızın belli bir mezhebi körükörüne taklid etmenin, büyük bir cehalet ve büyük bir musibet, hatta sırf arzulara uymak ve taassupçuluk olduğunu görür. Müçtehid imamlar kesinlikle bunun dışındadır. Çünkü hepsinin, delilsiz körükörune taklidi kötüleyip ibtal ettikleri sabit olmuştur.
Kim delile uyuyorsa imamına ve diğer imamlara, Allah’ın kitabı ve Rasûlullah’ın sünnetine uymuş olur. Delili araştırmakla imamının mezhebinden çıkmış olmaz. Aksine, delilin zıddına taklidde ısrar ederse, hem o mezhebin hem de diğer mezheplerin dışına çıkmış olur. Çünkü eğer müçtehide sıhhatinde halel olmayan bir sahih hadis ulaşmış olsaydı, mutlaka kendi görüşünü bırakıp hadise uyardı. Bu durumda taklidde ısrar eden. Allah’a ve Rasûlü’ne isyan etmekte ve arzularına tabi olmaktadır. O böylece dört imamdan uzaklaşmış, şeytanın ve arzusunun esiri olmuştur.
“Hevasını kendine ilah edineni gördünmü? Allah onu ilim üzere sapıtmıştır.”(Casiye 23)
Kalbinden imanın nuru gitmiştir. Allah bizi, hidayeti bulduktan sonra (sapıklıktan) ve hakkı görememekten korusun!
Er-Rebî b. Seleyman el-Cizi şöyle der:
“Bir adamın bir meseleyi Şafiî’ye sorduğunu duydum. Şafiî şöyle diyordu: Rasûlullah’ın şöyle şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir.”
Soru soran adam: Ey Ebu Abdillah, (Şafii) sen de bu görüşte misin?
Şafiî endişelendi, rengi sarardı. Kızarak şöyle dedi: Yazıklar olsun sana. Rasûlullah’tan bir hadis rivayet ettiğimde ben o görüşte olmazsam beni hangi yer üzerinde barındırır, hangi gök beni gölgelendirir?
“Evet, başım ve gözümün üstünde yeri vardır” diyerek bu sözü durmadan tekrarlamağa başladı.”
El-Humeydî’nin rivayetinde, Şafiî şöyle dedi:
Beni belimde zünnar, kiliseden çıkarken mi gördün? Ben sana Rasûlullah şöyle buyurdu, diyeyim, sen bana; “Bu görüşte misin diyorsun? Rasûlullah’tan rivayet edeyim de o görüşte olmıyayım?”
Bil ki, insanların büyük bir kısmı ziyanda olup, az bir kısmı kazançtadır. Kim ziyanda veya kazançta olup olmadığına bakmak isterse, kendini Kitap ve Sünnete arzetsin. Eğer ikisine uyuyorsa o kazançlıdır. Eğer muhalifse o ziyandadır, ona yazıklar olsun. Allah hüsrandakilerin hüsranını, kurtulanların kurtuluşunu haber verdi. Asr Sûresi’nde, bütün insanların hüsranda olduğunu, ancak dört vasfı taşıyanların kurtulduğunu Asr’a yemin ederek bildirmektedir.
Helal bir sebep olmaksızın haramları irtikâp ederek, caiz bir sebep olmaksızın vacipleri terkederek islâm’a muhalefet eden birini; havada uçuyor, suda yürüyor veya gaibden haberler veriyor görürsen, bil ki, o Allah’ın kendisini cahillere fitne kıldığı bir şeytandır. Allah’ın sapıklık için ortaya koyduğu sebeplerden uzak değildir. Şeytan insanın damarlarında kanın dolaştığı gibi dolaşır. Sapıklar için fitne olsun diye deccalı diriltip öldürecek, gökten yağmur yağdıracaktır. Yılanları yiyen, yanan ateşe girenler de bunlar gibidir.
Eş-Şa’ranî, ei-Mîzan adlı eserinde şöyle der:
Ebu Davud der ki:
“Ahmed b. Hanbel’e; Evzaî’ye mi yoksa imam Malik’e (r.a.) mi uyayım? Diye sordum. Bana:
Dîni hiç kimseden taklid etme. Rasûlullah(s.a.v.} ve ashabından (r.a.) rivayet edilen şeylere sarıl, sonra tabiînden gelen şeyleri almada muhayyersin” dedi.
Ne beni, ne imam Malik’i, ne imam Ebu Hanife’yi, ne Şafiî’yi, ne Evzaî’yi ne de imam es-Sevrî’yi taklid et. Onların aldıkları kaynaklardan al. Dinini öğrenmede insanları taklid etmek, insanın fıkhının (anlayışının) kıt olmasındandır.
İbnü’l-Cevziyye Telbisü İblîs adlı kitabında şöyle der:
“Taklidde aklın faydasının iptal edilmesi vardır. Çünkü o bir işi gereği gibi düşünmek ve tefekkür için yaratılmıştır. Eline aydınlanmak için bir mum (akıl) verilen kimsenin onu söndürüp karanlıkta kalması ne kadar kötüdür.”
ÖNEMLİ BiR İKAZ
Şunu bil ki, müçtehidin içtihadı ve görüşü, Allah’ın hükmü olamaz. Eğer Allah’ın hükmü olmuş olsaydı, İmam Ebu Yusuf ve imam Muhammed’in Ebu Hanife’nin içtihadına muhalefet etmeleri doğru olmazdı. Onun için Ebu Hanife şöyle demiştir: “Benim görüşüm budur. Kim bundan daha hayırlısını ve doğrusunu getirirse onu kabul ederim,” Diğer imamlar da: “Biz kendi reyimizle içtihad ettik, dileyen kabul eder, dileyen etmez” demişlerdir.
Biz insanlardan sadece birini taklid edip diğerini taklid etmeyene şunu sormak isteriz: “Senin taklid ettiğin bu kimseyi taklid etmenin diğerini taklid etmekten daha üstün olduğunu gösteren özellik nedir ?” “Çünkü o asrının en âlimidir, onun fazileti öncekilerden daha fazladır” derse, ona: “Sen ilim ehlinden olmadığın halde kendi kendinin tanıklığıyla onun zamanın en bilgini olduğunu nereden biliyorsun ? Bunu ancak mezheplerin delillerini, tercih edilen görüşlerini bilen bir kimse söyleyebilir. “Kör olan biri paraları nasıl seçebilirki ?” Eğer sen en bilgilisini taklid etmek istiyorsan ümmetin icmaiyle senin imamından daha bilgili olan Hz. Ebubekir, Ömer, Osman, Ali ve İbn-İ Mes’ud gibi ashabı niye taklid etmiyorsun? Onları taklid etsene.” denilir.
Mukallide şöyle denilir: Taklid ettiğiniz ve görüşlerini Şer’î nasslar yerine koyduğunuz falan ve filan âlimler yokken insanlar hangi şey üzerindeydiler? (Neyi takip ediyorlardı). Siz bununla yetinmediniz. Onların görüşlerini şer’î naslara uymaktan daha evlâ gösterdiniz. Bunlardan önceki insanlar hidayet veya sapıklık üzerinde mi idiler? Elbette onların hidayet üzerinde olduklarını itiraf edeceksiniz. O halde onların Kur’ân ve Sünnete uymayıp da Allah’ın ve Rasûlullah’ın görüşüne, sahabenin rivayetlerine, o muhalif görüşleri takdim etmeleri, falan veya filanın görüşü ve sözü olmadan o muhalif şeylerle hüküm vermeleri nedir? Eğer bu hidayetse, haktan sonra ancak sapıklık vardır. O halde nasıl çevriliyorsunuz? Düşünün.
Her mukallid grup, sahabe, tabiin ve kendi taklid ettikleri imamlar hariç tüm müçtehidleri sözüne güvenilmeyen, fetvasına bakılmayan bir kimsenin durumuna düşürdüler. Bu yolla onları reddetmek için uğraşırlar. Onların görüşleri; âyet ve hadisler tabi oldukları kimsenin görüşüne muhalif olduğu vakit, onları tevil etmek ve nassı delalet ettiği mânânın dışına çıkarmak, tabi oldukları kişilerin görüşü doğru olsun diye bütün yolları denemeyi gerekli görmektir. Bunların bid’atlerini ve dini yıkmak için gösterdikleri taassubu Allah’a şikâyet ediyoruz. Eğer, Allah Teâlâ, bu dini öğreten, müdâfaa eden kimselerin bulunmasıyla teminat altına almasaydı, temeli yıkılmak ve imanın rüknü sarsılmak üzereydi. Şu kimseden hal ve edep bakımından daha kötü kim olabilir ki , kendi imamının sözüne gösterdiği alakayı Sahabe, Tabiîn ve diğer âlimlerden hiç biri üzerinde göstermiyor ve haklarını şiddetli bir şekilde hafife alıyor, hatta o İmamını Allah ve Rasûlü’nden başka vekil (güvenilecek kişi) ediniyor ?
Şüphesiz ki taklid fırkası, Allah’ın ve Rasûlullah’ın emrine, ashabın yoluna, müçtehidlerin hallerine muhalefet suçu işlemiştir, ilim ehlinin yolunun zıddına bir yola girmişlerdir. Bu kimseler, selefin yolunun aksine bir yol tutmuşlar, dinin konumlarını tersyüz etmişler, Allah’ın kitabını, Rasûlullah’ın sünnetini, Hulefa-i Raşidin’in ve ashabın sözlerini tersyüz etmişlerdir.
Bunları, taklid ettikleri kimselerin görüşlerine arzetmişler; eğer nasslar onun görüşüne uyuyorsa ona boyun eğmiş ve ona kulak vermişlerdir. Tabi oldukları İmamın görüşlerine muhalifse, hasım şöyle şöyle delil getirdi diyerek, onu kabul etmediler ve din edinmediler. Onlar onu reddetmenin imkânlarını düşündüler. İşte bunlar dini parçalayan, müslumanları gruplara ayıran kişilerdir. Her fırka kendi tebaasına yardım ederek ona çağırır. Muhalefet edeni kötüler. Onların görüşleriyle amel etmezler, sanki onlar başka bir dindendir.
Hâlbuki onlara farz olan, aralarında anlaştıkları söze boyun eğmeleridir. O söz de; ancak Rasûle İtaat etmeleri ve birbirlerini Rab edinmemeleridir.
Bil ki, ulemanın sözlerini ve kıyaslarını almak teyemmüm etmeye benzer. Suyun olmadığı yerde ona başvurulur. Şöyle ki Kitap, Sünnet, sahabenin görüşleri varsa onları almak vaciptir. Onlar ulemanın görüşlerine denk tutulmaz.
Fakat sonraki taklidçiler; (müçtehidlerin taklidçileri olan müteahhirun) falan ve filanın görüşlerini alıp amel etmede suvarken teyemmüm yapmış gibidirler, imam Buharî, Abdullah b. el-Mubarek, el-Evzaî, es-Sevrî gibi imamların sözleri ve fetvalarıyla amel etmeyi terkederler. Hatta Said b. el-Müseyyeb, Hasan el-Basrî, Ebu Hanife ve İmam Malik ve benzeri olan görüş sahibi kimselerin amel ve fetvalarını da terkederler. Tabi oldukları müteahhirun taklidilerinin görüşlerinin Ebubekir, Ömer, Osman, Ali, İbni Mes’ud’un fetvalarından önce geldiğini kabul ederler. Bunların görüşlerini sahabenin görüşlerine müsavi tutarlarsa Allah katında kıyamet günü özür beyan edemiyeceklerini bilmiyorlar mı? Bunları sahabeye (r.a.) tercih etmekle nasıl olurlar? Onların görüşlerini alıp, sahabenin görüşlerini reddedenler nasıl bir özür beyan edecekler?