KERAMET İDDİALARI
Muhyiddin İbn’ül Arabi’den naklettikleri bazı rivayetlerse Şöyledir :
“İbn’ül - arabinin kızı Zeyneb’in süt çocuğu iken düzgün bir lisanla konuşması olayı. Bizzat İbn’ül - arabi şöyle anlatıyor.
<<... Süt emzirilen bir kızımla (böyle bir hâdise) bana da tesâdüf etti :
(Henüz) bir yaşından küçük idi ki ona :
- Yavrucağım deyince başını döndürdü : Eşiyle cinsel birleşme yapıp ta inzal olmayan adam hakkında ne dersin. Ona yıkanmak vacip olur dedi. (El - Futûhât El - Mekkiyye, Muhyiddin İbn’ül Arabi, çeviri. Prof Dr. Nihat Keklik Kültür Bakanlığı Yayınları - 1990 sayfa 125 ).
DEĞERLENDİRME:
1-Ancak bu kadar olur… Okuyunca ne diyeceğimi şaşırdım. Bir yaşından bile küçük bir bebeğe cinsi münasebet hakkında soru soran bir insanın ruh halini düşünebiliyormusunuz ?
2-Peki bunları yazan, çeviren, basan, dizen, yayınlayan insanlar hiçmi akletmezler acaba, yada şöylemi sormak lazım : Düşünmeyen insan olurmu ?
3-Böyle bir rivayette, Abdülkadir Geylaninin ne kadar büyük veli olduğunu delillendirmek için anlatılır. Şöyle ki: „Abdulkadir daha bebek iken, o bölgenin halkı Ramazan ayının sonu hakkında (Bayram mı, değilmi diye) ihtilafa düşmüşler. Abdulkadirin annesine başvurmuşlar, bebek annesini emmediği günler oruc tutmuşlar, emdiği günde bayram etmişler“
Evet gördügünüz gibi aynı mantık. Ramazanın sonu hakkında ihtilafa düşen bölge halkı, bizim Abdülkadir bebeğin büyüyünce Gavs-ı Azam olacağı konusunda emin, büyümesini beklememişler, hemen onun bilgisine başvurmuşlar..Zaten bize yanlış öğretmişler :Bir konuda bilgi için önce Kur´ana, sonra Sünnete, yoksa icmaya, yoksa kıyasa.. bunlara hiç gerek yok…Sorunuz varsa bebeklere sorun, amma bekleyinde bebeğin annesi bezini değiştirsin, altı kokuyorda…
4- Muhyiddini Arabi burada Aklı sıra, İsa Peygambere nazire yapıyor. Hz. İsa(ona selam olsun) konuşurda Arabinin kızı konuşamazmı ? Hemde en cetrefilli (!) Fıkhı konularda bile cevap hazır..Ançak kerameti Arabi degil, kızı gösteriyor değilmi ? Gerçi onun sülbünden gelmiş ya, koca Şeyhül Ekber´in kızınada bu yakışır zaten.
------------------
Muhyiddin İbn’ül Arabi’den nakledilen ve Kitabı Futûhât da yer alan başka bir rivayette, güya babası ölmezden onbeş gün önce ölüm gününü bildirmiş ve dediğine göre aynen tahakkuk etmiştir. Fakat nasıl tahakkuk etmiş? Şöyle anlatıyor :
“<<.. Bu hali, rahmetli babam’da dahi gördüm. Zira onu, yüzünde canlı (insan)ların sûreti (şeklinde) olmasından (dolayı), şüphe ile defnettik. Onda ölülerin damarlarının (nabzının) durması ve nefes kesilmesi yoktu. Ölmezden on beş gün önce öleceğini bana haber vermiş ve Çarşamba günü öleceğini söylemiş. Nitekim böyle oldu : ölüm günü gelince, şiddetli bir şekilde hastalanmıştı. Bir şeye dayanmaksızın doğruldu ve dedi ki :
- Oğlum, bugün (artık) göç ve (Cenab-ı Hakk ile ) karşılaşma olacak. Men de :
- Allah bu sefer’inde ( = yolculuk’unda) sana selâmet versin ve mülâkatında seni mübârek kılsın dedim. Bu söz ile ferahladı ve :
- Oğlum, Allah benden (yana) sana iyilik mükâfatı versin. Senden işittiğim ve bilmediğim, belki de bir kısmını (daha önce) inkâr ettiğim (söz) işte budur dedi.
Sonra her iki yanında (? Yanağında) bedeninin rengine uymayan bir parıltı zâhir oldu : İnci gibi parıldayan bir nur... İşte pederi kaplayan bu parıltı, yüzüne doğru yayıldı ve bütün bedenini istilâ etti. Onun elini öptüm, vedalaştım ve huzurundan ayrıldım.
- Ben Câmi-i Kebir’e gidiyorum. Ölüm haberin gelinceye kadar (oradayım) dedim.
- Git ve benim yanıma bir kimsenin girmesini bırakma dedi. Sonra kendi karısı’nı ve kızları’nı (etrafına) topladı. Öğle (vakti) olunca ölüm haberi bana geldi. Kendisine gittim ve bakanları :
- Ölü mü? Yoksa diri mi? (diye) şüphede bırakan bir halde buldum. İşte böyle bir halde onu defnettik.
Babamın büyük bir meşhed’i (şahadeti) vardı. ... Bu makamın sahiplerinin hâyatı ve ölümü (birbirine) müsâvidir...>> (El - Futûhât El - Mekkiyye, Muhyiddin İbn’ül Arabi, çeviri. Prof Dr. Nihat Keklik Kültür Bakanlığı Yayınları - 1990 sayfa 128-129 ).
DEĞERLENDİRME:
1-Yukarıdaki rivayette, babasının ölümünden onbeş gün önce ölüm zamanını tam olarak bildiğini iddia etmiş, fakat hızını alamayarak babasını diri diri gömdüğünü de söylemiş, zira dünyada, aklı başında olan hiç kimse, nabzı atan ve nefes alıp veren bir kimseye ölü diyemez, bu halde onu alıp ölü diye mezara gömemez Ayrıca, babasının on beş gün önceden ölüm zamanını bilip söylediği iddiası da Kur’an’a uygun değildir. Allahü teala şöyle buyurur:
- Şüphesiz kıyamet ilmi, Allah’ın katındadır. O, yağmuru indirendir, rahimlerde olan şeyi bilendir. Hiçbir kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Hiçbir kimse nerede öleceğini de bilmez. Şüphesiz Allah, her şeyi bilen, her şeyden haberdar olandır. 31/34
2-Ya tam anlayamadım, bunlar bile bilemi Kur`anın tersini söylerler, yoksa bu ayetleri hiç okumadılarmı acaba ? Olur mu öyle şey demeyin, belki Yunan Felsefesini islama yamamaya ve Platon ile Pitagorası anlamaya çalışırken Kuran-ı okumaya vakit bulamamıştır
----------------
Yine “Futûhatta” anlattığı başka bir rivayette eceli gelen birinin yerine, eceli henüz gelmemiş başka birinin ruhunun ölüm meleğine verilebileceğini, böylece eceli gelmiş olanın ölümden kurtulabileceğini iddia etmiştir. Şöyle ki :
“<<...şeyhlerimizden birine, insanların yararlandığı sultan kızlarının birinden söz (haber) ettiler : O kızın bu şeyhe itikâdı vardı. Huzûruna gelsin diye ona (haber) iletti. Şeyh de (kalkıp) gitti. (Kadının) kocası olan melik, onun yanındaydı. Sultan saygı olarak ayağa kalktı. Sonra şeyh can çekişmekteki kadına baktı ve :
- Ölmeden önce, yakalayın onu dedi.
- Neyle? dediler.
- Diyetiyle (dedi) : Ödeyin onu!
Böylece kadının diyeti, tam olarak şeyhe getirildi ve (kadındaki) can çekişme ile (kocasındaki ve babasındaki) hüzün durdu. (Kadın) gözlerini açtı ve Şeyh’e selâm verdi. Şeyh de ona :
- Sen hiç üzülme dedi : Ancak burada bir incelik var ki o da : Ölüm çözülünce sefil (yani eli boş) olarak geri mümkün değildir. Ona muhakkak bir (başka) eser (yani can) lâzımdır. Biz seni (gerçi) ölümün elinden aldık. Halbu ki o, kendi hakkını bizden (yine de) istiyor : Ancak, alınmış bir rûh ile geri döner. Seni, sen yaşadığın zaman ahâli senden faydalanmıştır. Sen yüksek değerlisin. Biz de senin fidyeni, bizim indimizde, bu ölüden daha yücesiyle (öderiz : Şöyle ki) bence bütün kız (evlât)lardan daha sevgili bir kızım var benim. (İşte) senin diyetin olarak ölümü ona vereceğim. Sonra şeyh Azrail’e dönerek dedi ki :
- Rabb’ine geri götürmek üzere sana bir rûh lazımdır. (sana vereceğim), kızım(ın rûhu)dur. Ona (olan) sevgimi biliyorsun. Bu rûha bedel olarak onun rûhunu al.
Sonra şeyh, kalkıp kızına gitti. Hiçbir râhatsızlığı olamayan kızına (şöyle) dedi :
- Sevgili kızım bana rûhunu ver. Çünkü sen (insanlara) fayda (konusun)da Emir’ül-müminin’in kızı Zeyneb’in yerini tutamazsın.
Kız dedi ki :
- Babacığım senin hükmündeyim. Ruhumu sana (elbette) veririm.
Şeyh de ölüme (yani Azrâil’e) :
- Al onu dedi.
Böylece (kızcağız) o anda vefât etti...>>
İşte son derece hazin olmakla berâber bu hikayede işlenen motif, şâyan-ı dikkattir. Halkın ve umûmun menfaatı için, kendince en sevgili varlıklardan ferağat edebilmek, gerçekte islâm ahlâkı’nın gâyesini teşkil eder. Diğergamlık mânasına gelen <> in bundan daha gözel numûnesi acabâ tasavvur edilebilir mi? (El - Futûhât El - Mekkiyye, Muhyiddin İbn’ül Arabi, çeviri. Prof Dr. Nihat Keklik, Kültür Bakanlığı Yayınları - 1990 sayfa 151-152 ).
Bu rivayette Kuran’a aykırıdır. Şöyle ki, mealen :
- Allah, süresi geldiği zaman hiçbir canı ertelemez. Allah, yaptıklarınızı haber alandır. 63/11
Ayrıca bu rivayetin insan fedakarlığının numunesi olarak gösterilmiş olması kabul edilebilir bir durum değildir, abuk sabuk laflarla rivayet övülmeye çalışılıyor, peki o zaman fidye olarak şeyhin aldığı maddi menfaati nereye sığdırıyorlar. Böyle bir durumu değil bir Müslüman, biraz vicdanı olan hiç kimse kabul edemez.
Muhyiddin İbn’ül Arabi’nin, insanların bilmediğini, bildiğini ve böylece üstünlüğünü kanıtlamak için, hayalinde icat ettiği yaratıkları gerçekmiş gibi anlattığı rivayet örnekleri :
“İşte bu fantezi’lerden bir tanesi de : İspanya’da ( = Endülüs’te) yaşadığını iddiâ ettiği bir <> dır. Kendi ifadesine göre, bu garip yaratık sâdece İspanya’daki Sevilla (=İşbiliyye) dolaylarında bulunurmuş. En ziyade hayretimizi gerektiren şey ise : Bu hayvanın baş kısımları yenildiği zaman, insanın astronomi bilgisi’ne ve orta kısımları (yani gövdesi) yenilince botanik ilmi’ne ve nihâyet kuyruk kısmı yenilince de, yer altındaki su’ları keşf etmek bilgisine erermiş. Bütün bunlar da kitap okumaksızın meydana gelirmiş. İşte bu gariplikleri bizzat İbn’ülarabi şöylece anlatıyor :
<<... Bu hayvanın üst kısmı yenildiğinde bunu yiyene bilhassa İlm’i nücûm (astronomi) verilir; ortası yenilince (insana), ilm-i nebât (0botanik) verilir; arkası ile kuyruk kısmı da yenilince, (ona da) arz’daki kayıp (yani gizlenmiş) suların bilgisi (=hidroloji) verilir ki o, içinde su bulunmayan bir araziye gittiğinde, kaç kulaç derinlikte su bulunduğunu bilir.
Bu hayvan canlıdır : ne büyük ne de küçüktür. Ancak Endülüsün’ün batısındaki işbiliye civarında bulunur.
Bir gün Emir’ül - müminin’in kâtibi arkadaşımız Abdullah ibn Abdûn orada bulunmuş ve onun başını ve kuyruğunu bir vuruşta, bıçakla ikiye kesmiş, üç parçaya taksim etmiş. Kendileri de üç kardeş idi. Böylece Abdullâh (İbn Abdûn) onun üst (kısmı)nı yemiş ve yıldızlara hükm etmek ilminde, kitap okumaksızın veyâ bir önder ona öğretmeksizin âyet (delil, büyük âlim) olmuştu. Kardeşi Abdülmecid (ibn Abdûn) ise, onun orta’sını (gövdesini) yemiş ve bitkiler (nebâtât) ilmi ile onun husûsiyetleri ve terkiplerinde kitap okumaksızın yâhut çalışmaksızın bir âyet (büyük âlim) olmuştu. Bunu bana, onun dindar (hanifi) oğlu, Konya’da haber verdi.
Üçüncü kardeş ise, kuyruk bölümü olan son parçayı yemiş ve toprağın içinden suları çıkarmakta, âyet (= büyük bilgin) olmuştu...>> “ (El - Futûhât El - Mekkiyye, Muhyiddin İbn’ül Arabi, çeviri. Prof Dr. Nihat Keklik, Kültür Bakanlığı Yayınları - 1990 sayfa 139-140 ).
Ne kolay iş, çalışma çabalama hayali hayvanları ye de alim ol diyor, durum buysa, bu kadar saçmalamak için kendisi ne yemiş olabilir.
Başka bir rivayette :
“Irak ile Mekke Arasında Bulunan Garip Yaratık”
“İbn’ül - arabinin Futûhat’da anlattığı fanteziler arasında en ziyâde dikkatimizi çeken fıkra da şudur : Kendisi bize, Mekke ile Irâk arasında bulunup ta ismi açık olarak söylenmeyen bir bölgede, <> ın bulunduğunu haber veriyor. İddiâ ettiğine göre bu hayvanın konuşması işitilir ve ne dediği anlaşılırmış. Üstelik, onun etini yiyen bir kimseye Allah, istikbalde olacak şeylerin bilgisini verirmiş. Âdeta bir kadın şeklinde olan ve hatta Arapça konuşun bu hayvanı, o bölgenin tanınmış bir Arap kabilesi her yıl belli bir günde avlamaya çıkarmış. İşte bu garip hadiseyi İbn’ül - arabi, çok teferruâtlı bir şekilde anlatırken diyor ki :
“Bu hayvan, Irak ile Mekke arasındaki (bir) arâzide bulunur. Fakat binicilerin yolundan dışarıda (kalan) büyük bir in içindedir. Bu hayvanın şekli, Arapça konuşan bir kadının şekli (gibi)dir. (El - Futûhât El - Mekkiyye, Muhyiddin İbn’ül Arabi, çeviri. Prof Dr. Nihat Keklik, Kültür Bakanlığı Yayınları - 1990 sayfa 140-141 ).
Gaybın bilinmesi konusunda ortaya attığı büyük bir yalanla yetinmiyor. Arapları yamyamlıkla itham ediyor. Öyle ki; aynen kadın gibi olup, Arapça konuşan yaratık gerçek kadın değilse nedir ?
Başka bir rivayette :
“... Mahmûl (mechûl) abdâl’dan biri olan arkadaşımız Mûsâ el-sedrâni bize haber verip dedi ki :
- Kaf Dağı’na ulaştığım zaman -ki bu : azametli bir dağdır; Allah onunla dünya’yı kuşatmıştır; bu dağı da büyük bir yılanla kuşatmıştır. Yılan bu dağı kuşatmak üzere, bir daire çizdikten sonra, Allah onun başını kuyruğuna bitiştirmiştir. - Mûsâ (el- Sedrâni) der ki : Bunun yaratılışından ürktüm...” (El - Futûhât El - Mekkiyye, sayfa 142-143).
Muhyiddin’i Arabi daha bunlar gibi ipe sapa gelmez şeyleri birer gerçekmiş gibi anlatmaktadır. Buna rağmen bu şahıs tasavvufçular arasında “Şeyhûl Ekber” yane “En Büyük Şeyh” unvanıyla anıldığı gibi, İslam dini adına ortaya çıkmış bazı meşhur kimseler tarafından da övülerek halka kabul ettirilmeye çalışılmıştır.
Sonraki sayfa»»