Kıyas, ehlisünnetin dört teşri kaynağından birisi olmasına rağmen, ilerleyen asırlarda pek rağbet edilmediğinden köşede bucakta unutulmaya yüz tutmuştur. Her şeyin talan edildiği, “anayasa milyon kez delinse ne çıkar.” görüşünün baskın olduğu günümüzde bile din adamları kıyasa pek muhtaç kalmamaktalar. Aslında bu, kıyasın gelişim sürecinden ileri gelmektedir. Kıyas, terim olarak hakkında nas (ayet, hadis ve icma) bulunmayan bir konunun nas bulunan bir hükümle karşılaştırılarak ve benzetilerek onun hükmünü nassız konuya da giydirmektir.
Hicri ikinci asrın sonlarında, Irak’taki bir grup ulema, kendilerinin de din koyucu olduklarını ileri sürüp, hâşâ Tanrı’dan rol çalarak reylerinin hüccet olduğunu ileri sürdüler. Tabiî ki bu cüretkâr tutum, büyük bir tepkiyle karşılaştı. Kendilerine “ehli rey” denilen bu zümre, tepkiden çekinip geri adım atarak kendi reyimizi kullanıyoruz söylemi yerine naslardan kıyas yapıyoruz ifadesine başvurdular. Kıyas tabiri, şöhretinin zirvesindeyken oluşturulan mezhepler döneminde, ününe uygun olarak dinin dört ana kaynağı arasında yerini aldı. Ancak daha sonra zaferini ilan eden sahtekâr din adamları, “içtihat” adıyla tekrardan reylerini (kişisel görüşlerini) umuma kabul ettirdiler. Böylelikle artık belirli şeyleri birbirine kıyas etmek zahmetinden de kurtulmuşlardı. İçtihat döneminin ardından, halk tekrardan yaşayan ulemaya karşı galip gelerek onların haksız yere dinde söz sahip olmalarının önüne geçip içtihat kapısını kapattı. Dininde samimi halk ve inançsız hocalar arasındaki boğuşma sonucunda, itikadını en azından “dirilerden” koruma gayesindeki halk tuş oldu. Böylelikle yeni bir kelime doğdu. “Fetva” adındaki bu hakla, âlimcikler tekrardan yaşayan tanrılık hakkına haiz olmuşlardı. Böylelikle mollalar, kıyas bulma derdi ve zaruretinden kurtulmuş oldular.
Bu gailelerin sonucunda, asrımızda güncelliğini yitirmiş olmasına rağmen, tozlanmış kitaplarda dört ana kaynak arasında gösterilmesinden dolayı biz de kıyasa değineceğiz. Kuran, ayrıntılı, apaçık, eksiksiz ve detaylı olduğunu belirterek tüm kıyas kapılarının önünü ta baştan kapatmıştır. Ayrıca sırf kütübü Sitte’deki hadislerde bile kıyas taraftarı ve karşıtı görüşler at başı ancak kıyasın reddine yakın bir seyir izlemektedir. Ancak ne hikmetse başta Hanefiler olmak üzere, mezhepler kıyası teşri kaynaklarının en başına yerleştirmeyi başarabilmişlerdir. Dört batıl mezhebin ikisi (Hanefi ve Maliki) kıyasa sıkça başvurur. Şafi ve Hanbelî ise uydurma, zayıf, garip ve ahad hadisleri bile kıyasın önüne çıkarmaktadırlar. Yani kıyasa pek itibar etmezler. Hariciler, Mutezile, Şia ve Zahiriler, Kıyasın dinde delil olmasına şiddete karşı çıkmışlardır.
Yukarıda da dediğimiz gibi kıyas güncelliğini yitirmiş olduğu için, genele sirayet etmiş uygulama sayısı iki elin parmaklarını geçmemektedir. Bunlardan birkaç tanesine değinip nasıl sakat bir uygulama olduğunu gösterelim.
4:23 ayetinde ALLAH iki kız kardeşle aynı anda evlenmeyi yasaklamıştır. Ardından gelen ayette ise bunlardan başkası size helal kılındı denilerek olaya son nokta konulmuştur. Lakin “Bir kadın, yeğeni (bacısının ve gardaşının kızları) üzerine nikâh edilmez.” diye bir hadis uydurulmuştur. Kıyasçılar bu hadisin açtığı delikten sızarak ve bu hadisle kıyas yaparak iki yakın akraba kadının aynı adamın nikâhı altında olamayacağını ilan etmişlerdir. Hiç kuşkusuzu böyle bir şeyin dinde yeri olsaydı ALLAH bunu da söylerdi.
Bu kıyasın benzeri günümüzde de yapılmaya çalışılmaktadır. Çok eşlilik, modernite dininin kitabına ters olduğu için, allem edip kullem edip onu haram etmeye çalışan bir grup türedi. Bu grubun iddiasına göre iki kız kardeşi aynı nikah altında tutmak haramdır.(4:23) Çünkü müminler ancak kardeştirler.(49:10) dolayısıyla iki mümin kadın, kardeş olacağından aynı nikah altına almak yani çok eşlilik caiz değildir. Bu mantığı öne sürenlere şunu sormak lazım. ALLAH (49:10) ayetinde kadın erkek istisna etmeden tüm müminlerin kardeş olduğunu söylüyor. Ve iki kardeşin evlenmesi haramın daniskasıdır. O zaman iki müminin evlenmesi de mi haram (!)
Diğer bir kıyas uygulaması ise çocukların velayetiyle ilgilidir. ALLAH (4:5-6) ayetlerinde yetimlerin evlenme çağlarına gelinceye kadar malları üzerinde velilerinin tasarruf hakkına sahip olduğunu belirtir. Bu ayetteki velayet hakkında kıyas yapan zevat, evlilik çağına gelmemiş çocukları, velileri kimi isterse onların rızasını kazanmadan evlendirebileceklerine kıyas etmiştir. Nasıl ki malları üzerinde tasarruf yetkileri varsa kimlerle evlenebileceklerine de onlar karar verirler demişlerdir. Bu tamamen sapık bir yorumdur. Çünkü ayette evlilik çağı diye bir ibare vardır. Buradan da kolaylıkla evlilik çağı gelmeden kimsenin evlilik akdi yapamayacağı, yaparsa da batıl olacağı sonucunu görmemiz zor değildir. Evlilik çağları geldikten sonra da çocuklar malları üzerinde tahakküm kurabilme haklarına eriştikleri için böyle bir şans baştan yok olmuştur. Çocukların velilerinden izin almaları ancak kültürel ve güzel bir şeydir. Ancak dini bir vecibeliği yoktur. Bu halde ailelerinden izinsiz evlenen çiftlerin nikâhları batıl değildir.
Kıyasçıların, kıyası savunurken üzerinde en çok durdukları misal, sarhoşluk vericiler konusudur. (5:90) ayetinde ALLAH tüm sarhoşluk vericileri (hamr) haram kılmıştır. Lakin daha sonra “hamr” kelimesinin tüm sarhoşluk vericilerin ortak adı değil, sadece şarabın özel ismi olduğunu iddia eden bir grup türemiştir. Bu zümrenin, şarabın haricindeki diğer içkileri içmek için çabalayanlardan oluştuğu şüphe götürmez. Bunlara göre, ayette haram edilen tüm sarhoşluk vericiler değil sadece şaraptır. Bu iddiayı dört batıl mezhepten Hanefiler ileri sürmekteler. Onlara göre şarap (üzümden yapılan) mutlak haramdır. Diğer tüm içki türleri (nebizler) ise (4:43) ayetine göre sarhoşluk verme illetine mebni haram olmaktadır. Dolayısıyla sarhoş olmayacak kadar rakı, bira, likör, viski, votka hatta esrar helâldir. Yani Hanefi olup ve “kıyas olmasaydı şarabın haricinde tüm içkiler helal olurdu.” diyenler, aslında kendi bacaklarına sıkmaktalar. Çünkü zaten bilmedikleri, (!) kendi mezheplerine göre şarabın haricindeki tüm içkileri sarhoş olmayacak derecede içmek helaldir.
Burada son bir paraf açmak gerekliliği var. Ayette belirten ve Kuran boyunca altı yerde (2:219; 5:90; 5:91; 12:36; 12:41; 47:15) geçen “hamr” kelimesi, özel bir içki türünü değil tüm sarhoşluk vericileri betimleyen ortak bir isimdir. Kategorik olarak bizdeki içkiye yakındır. Ancak içki sadece sıvı sarhoşluk vericileri tanımlarken, “hamr” katı olanları da bünyesinde barındırır. Kelime Kuran’da farklı bir türeviyle de geçer. Başörtüsü manasındaki “humur” (24:31). Bu iki kelimenin ünsiyet kurulmasının arkasındaki gerekçe; ikisinin de “başı örtmesidir”. Ayrıca bu sözcük, kamuslarda, şiirlerde ve hadislerde de hep bu manayla kullanılmıştır.
Sarhoşluk veren her şey hamr'dır ve her hamr da haramdır."
Eğer “hamr” kelimesi Hanefilerin öne sürdükleri gibi genel olarak tüm sarhoşluk vericilerin terim adı değil de, muayyen bir içki türü (şarap) ise de (ki bunun olamayacağını yukarıda ispatladık) biz buradan Kuran’ın eksik olduğu ve kıyasa ihtiyaç duyduğu sonucuna varmayız. Çünkü biz Kuran’a kendi önyargılarımız ışığında, onlara uygun sonuçlar edinmek için bakmıyoruz. “Tüm içkiler haram olmalıdır. Madem Kuran’da sadece şarap haram edilmiş diğerlerini de haram etmek için kıyas yapmak zorundayız.” deyip ALLAH’a dinini öğretmeye kalkışmayız. “Sadece şarap haramdır. Diğerlerini içen içer içmeyen içmez, bu dinin alanı değildir.” deriz. Ancak “hamr” sözcüğünün hiçbir şüphe bırakmayacak şekilde tüm sarhoşluk vericilerin ortak adı olduğunu bizzat Kuran bize öğretmektedir.
Zaten tüm bu “Kuran yetersizdir” teraneleri, kişilerin kendi dogmalarını Kuran’da bulamayıp sperm damlası olduğunu hatırlayarak: “Ben yanlış biliyormuşum.” demek yerine, suçu ALLAH’a atarak “Kuran eksiktir.” şeytansal sonucuna ulaşmalarıdır. Kuran’da namazın beş vakit olduğu yazıyor mu? O zaman eksik. Sabah iki, öğle dört, ikindi dört, akşam üç, yatsı 4, vitir 3 rekâttır yazıyor mu? O halde Kuran yetersiz. Kusmanın orucu bozup bozmayacağı belirtilmiş mi? Dolayısıyla Kuran eksik. Hacda Kâbe’nin etrafında yedi tur atacağımız emredilmiş mi? Demek ki Kuran noksan. Namazın içindeki ve dışındaki farzlar nerde yazıyor? Guslün şartları? Haccın erkânları? Zekâtın oranları? Loğusa kadınının doğum suyuyla abdest alınıp alınamayacağı? Velhasıl ilmihal kitaplarımızdaki hiçbir şey Kuranınızda yazmıyor. Bu ne demek oluyor: “Kuran bize yetmez”.
Be hey ahmaklar! Siz bu inançlarınızı Kuran’dan delillendirerek ispatlama yoluna gitmeniz gerekirken, nasıl Kuran’ın kâfiliği sizin tabularınızın onda bulunmasıyla kanıtlanmış olur? Biraz daha kısa ve açık tümceler kurayım. İğdeli cümle kurmak adına böyle hassas bir konu güme gitmesin. Kuran, tek hüccet olduğunu ispatlamak için sizin dogmalarınızı barındırmak zorunda değildir. Tabularınızın kendisini Kuran’dan çıkarmaya ihtiyacı vardır. Bakış açısındaki sakatlığı ve küstahlığı görmüşsünüzdür sanırım.
6:149 De ki: “Mutlak hüccet ALLAH’ın delilidir. Eğer dileseydi hepinize hidayet verirdi.”
Buhârî, Nikâh, 27: Müslim, Nikâh, 37, 39
Beşik kertmesi ya da buluğ çağına ermeden çocukları evlendirme yakın bir zaman kadar yurdumuzda da bu kıyastan aldığı güçle sıklıkla görülmekteydi.
Kal’aci, Fıkh’us Sevri, s.c.1, s.162-163; Şeybani, Camiu’s Sağir, 385-386; Cassas, Ahkam’ul Kuran, c.1, s.444, 447-451; Şeyh’ul İslam Çatalcalı Ali Efendi, Fetvalar, c.2, s.326
Hadislerin dinde delil olamayacağını aşağıda etraflıca açıklayacağız. Bu hadisi, kelimenin luğavi konumunu ve Hanefilerin iç çelişkilerini göstermek adına alıntıladık.
|