c) Aklederek okumalıyız: Allahu teala Kur’an-ı Kerim’i aklederek okumamızı tavsiye etmiştir. Kur’an-ı Kerim’in Arapça indirilmesinin asıl amacıda Arapların kendi dilleriyle gelen bu kitabı anlamaları ve üzerinde akletmeleri içindir. Allahu teala, Kur’an-ı Kerim’in ayetlerini aklını kullanan bir toplum için, geniş geniş ve türlü misallerle açıklamıştır. Çünkü, Kur’an-ı Kerim, akıl ve basiret sahiplerine hitap eden ilahi bir kitaptır. Kur’an-ı Kerim’in içerisindeki ayetler; temiz akıl sahiplerine, (Ulul elbab) basiret sahiplerine, (Ulul ebsar) ve aklı selim sahiplerine (Ulu’n nüha) açıklanmıştır. Kur’an; muhataplarına, Akletmez misiniz? Düşünmez misiniz? gibi sorular sorarak muhataplarını akletmeye teşvik etmiştir. Ancak, bu ayetlere rağmen insanların akıllarını pek fazla kullanamayacakları da yine Kur’an’da açıklanmaktadır. Kur’an-ı Kerim; bu kadar uyarılara rağmen aklını kullanmayan ve düşünemeyen toplulukların bireylerini hayvandan daha sapık olarak değerlendirmiş ve onların düşünemedikleri için ateşe gireceklerini belirtmiştir.
Kur’an-ı Kerim’deki en önemli konulardan bir tanesi aklın kullanılmasıdır. Bunu dikkate almayan geleneksel İslami anlayışta, aklın kullanımı sınırlandırılarak akla pranga vurulmuştur. Gelenekçi anlayışa mensup bazı tipler, aklın kullanılmasını tavsiye eden birçok ayeti görmemiş, Kur’an-ı Kerim’deki “Hevasını ilah edinen kimseyi gördün mü? Onun üstüne sen mi bekçi olacaksın!” ayetini görmüştür. Halbuki hevaya tabi olmakla aklı kullanmak aynı şeyler değildir. Aklını kullanmaktan korku duyan tipler, aklı kullanılmasını hevaya tabi olmak şeklinde değerlendirmişlerdir. Bu tipler Kur’an-ı Kerim’e önyargısız yaklaşsalardı, Allahu teala’nın aklı kullanmayı emrederken, hevaya tabi olmayı yasakladığını görürlerdi. Bu zihniyete mensup olanlardan bazıları da “Şeytanda aklını kullandı ve sapıttı, aklını kullananın ayağı kayabilir” diyorlar. Bu iddia saçmadır. Çünkü, hikaye türü bilgiler terk edilip de Allah’ın kitabına müracaat edilse şeytanın sapma sebebinin akletmesi değil, kibirli olması olduğu rahatlıkla görülecektir.
Allahu teala; Kur’an-ı Kerim’de kullarının aklını kullanmasını ısrarla tavsiye etmiş ve insanların akıllarını kullanmamalarına sebep olabilecek engellerden bahsetmiştir. Kur’an-ı Kerim,de menfaat sebebiyle ortaya çıkan heva engelinden, cehalet sebebiyle ortaya çıkan taklitçilik engelinden ve korku sebebiyle ortaya çıkan güçlülere boyun eğme engelinden bahsedilmiştir. Hemen hemen her sayfasında insanı düşünmeye, aklını kullanmaya yönlendiren bir kitabın, aklı devre dışı bırakarak anlaşılması mümkün olamayacağından, aklı kullanmamıza engel olacak olan yukarıdaki engelleri mutlaka aşmalıyız. Aksi takdirde Allah’ın kitabını anlamamız mümkün olmayacaktır.
e) Fıkhederek okumalıyız: Kuran'ın mesajını, derin kavrayış yeteneğine sahip olan ve fıkheden insanlar anlayacaktır. Kur’an-ı Kerim dinde derin anlayışa sahip insanların ve toplumların anlamaları ve üzerinde düşünmeleri için gönderilmiştir. Allahu teala, ayetlerini, fıkheden bir topluma, fıkhetmeleri için açıklamıştır. Kur’an-ı Kerim’de, Şuayb peygamberin Medyen halkına kendi dillerinde ilahi mesajı iletmesine rağmen, kavminin fıkhetmedikleri açıklanmaktadır. Peygamberlerinin kendi dillerinde getirdiği mesajları elbette Şuayb peygamberin kavmi duyup, işitmesine rağmen fıkhetmiyorlardı. Kur’an-ı Kerim’e göre, Kafirlerin kalplerinde perde olduğundan dolayı, onlar fıkhetmez, yani iyiden iyiye gerçeği anlamazlar.
f) Hissederek okumalıyız. Kur’an-ı Kerim’i okurken O’nu hissederek okumalıyız. Hissederek okuma denince; aklın ve kalbin uyanık tutulduğu okuma şekli anlaşılmalıdır. Kur’an-ı Kerim’i sadece bilgi sahibi olmak için okuyanlar, sadece akademik bir kariyer edinmek için okuyanlar, sadece çevresindeki insanlarla tartışmak için okuyanlar duygu ve histen yoksun bir şekilde O’na yaklaştıklarından gereği gibi O’ndan faydalanamayacaktır. Kur’an’ın indiriliş gayesine uygun olmayacak şekilde O’nu okuyan ve O’nu geçim vasıtası haline dönüştüren, O’nu dirilerin kitabı olmaktan çıkartarak ölülerin kitabına dönüştüren kişilerin de O’ndan faydalanabilmesi mümkün değildir.
4.Kur’an’ı tedricilik mantığını dikkate alarak okumalıyız. Kur’an-ı Kerim yaklaşık 23 yılda tamamlanmış bir kitaptır. O’nun ayetlerinin bazıları savaş zamanında bazıları barış zamanında nazil olmuştur. O’nun ayetlerinin bir kısmı Mekke’de, bir kısmı da Medine’de nazil olmuştur. O’nun ayetlerinin bir kısmı geçmiş ümmetlerden bir kısmı ise Muhammed ümmetinden bahsetmektedir. O’nun ayetleri, itikadi, ameli ve ahlaki hükümler içermektedir. Bu kadar kapsamlı konuları ihtiva eden Kur’an-ı Kerim’in sağlıklı bir şekilde anlaşılabilmesi için O’nun tedricilik ilkesinin göz ardı edilmemesi gerekir. Kur’an ferdin ve toplumun değişiminde tedricilik ilkesini esas almıştır.
Mesela; ilk inen ayetlerde; kafirlere itaat etmemek, onların eziyetlerine sabretme…vb yüklenmişken uzun bir zaman geçtikten ve Müslümanlar cihad için hazır olduktan sonra cihad emri gelmiştir. Bu örnek, Kur’an’ın getireceği nihai hükmü, belirli aşamalardan geçtikten sonra ortaya koyacağını göstermektedir.
Bir müslümanın Kur’an’ın tedricilik ilkesini anlayabilmesi için, O’nun surelerini nüzul sırasına göre okuması gerekir. Bu şekilde okunduğunda hem tedricilik mantığı dikkate alınmış olur, hem de İslam’ın teşri tarihi daha iyi anlaşılmış olur. Bu mantığı dikkate alarak Kur’an’a yaklaşanlar O’nun ayetlerini azar azar anlayarak okumalıdırlar. Böyle okunduğunda fert ve toplum için zararlı olan bir davranışın hangi aşamalardan geçtikten sonra yasaklandığı ortaya çıkar. Mesela; içki çeşitli aşamalar sonucunda nihai olarak yasaklanmıştır. İçkinin yasaklanmasıyla alakalı çeşitli aşamalardan bahseden ayetlere, tedricilik mantığı dikkate alınarak bakıldığında olayın mahiyeti daha iyi anlaşılmış olur. Eğer tedricilik mantığı dikkate alınmazda ayetler üç-beş günde okunup bitirilmeye çalışılırsa Kur’an ayetleri eksik veya yanlış anlaşılır, yani sağlıklı anlaşılamaz. O’nu, bir iki yıl gibi uzun bir zaman diliminde nüzul sıralamasına göre azar azar okursak daha sağlıklı ve daha iyi anlamış oluruz.
Eski alimlerin büyük bir çoğunluğu, Kur’an ayetlerini tedricilik esası yerine nasih-mensuh usulüyle anlamaya çalışmışlardır. Bu yaklaşımı savunanlar O’nun bir kısım ayetlerini devre dışı bırakmak zorunda kalmışlardır. Bize göre bu usule göre ayetleri anlayanlar; tedricilik ilkesi gereği birbirini tamamlayan ayetlerin birbirlerini nesh ettiğini zannetmişlerdir. Biz onların görüşlerine katılmıyoruz.
- Akletmek: Öğrenilen şeyler üzerinde kafa yorarak belli sonuçlara varmaktır.
- Fıkıh: İnce anlayış ve derin anlayış anlamında kullanılır Bir şeyi gereğince anlamak, bilinenden hareketle bilinmeyeni elde etmektir.
- “...Bak, Fıkhetsinler diye ayetleri nasıl açıklıyoruz.” En’am suresi 65. ayet