Ibn Arabî Vahdet-i Vücud inancını manzum ve nesir türü yazılarında ayrıntılı bir şekilde anlatıp, bu inancı sistemli bir inanç haline getirmeye çalışır. Konuya örnek olması açısından bir şiirinde şöyle der:
Ey varlığı yaratan nefsinde!
Sen bütün yaratıklarını cemediyorsun,
Yaratıyorsun, oluşu sona erenleri sende
Dar da sensin, geniş de...(18)
İbn Arabî'nin öğretisinin ikinci özelliği DİNLERİN BİRLİĞİ inancı ile ilgilidir. Ona göre farklı dinlerin oluşu sadece isimlerin ve şekillerin farklılığındandır. Bundan, bütün dinlerin temelinin vahiy olduğu ancak sonradan ayrılıp değiştikleri gibi İslâm'ın bir esası anlaşılmamalıdır. Çünkü O'nun dinlerin birliği ile kasdettiği Vahdet-i Vücud inancı ile ilgilidir. O'na göre Tanrı ve Kainat bir olduğuna göre (!) Firavun bile Allah’a ibadet etmiştir. Bu nedenle o bile kamil bir mümindir. Zira taptığı şey de varlığın bir parçası (Bir’in bir unsuru) değil midir ? Bu nedenle puta tapan bir kişi bile aslında (haşa) Allah’a ibadet etmektedir. Zira o putta Bir’in bir parçasıdır. (19).
O bu düşünlerini manzum ifadelerle de dile getirir:
Her biçimi kuşatır kalbim: Ceylanlar için otlak ve Hıristiyan rahipler için bir manastırdır o,
Ve putlara tapınak, hacılann kâbesi, Tevrat'ın levhaları ve Kur'an'ın sayfalarıdır aynı zamanda. Ben aşk dinine uyarım hangi yolu tutarsa Aşk'ın develeri, işte budur benim dinim ve inancım.(20)
Cüretkâr olmaktan da ziyade; tamamıyla İslâm dışı bu inançlarına rağmen bir İslam velisi olarak tanınan İbn Arabî'nin elbetteki karşıtları olmuştur. Genellikle İslâm öncesi inançlarını devam ettiren halk ve sufîler tarafından büyük destek kazanan İbn Arabî, İslam Uleması tarafından eleştirilmiş, inançlarının İslâm dışılığı ve gerçek mahiyeti olduğu gibi ortaya konmuştur.(21)
Ancak İslâm dışı inanç ve yaşantılarına meşruluk örtüsü kazandırmak isteyenler, İbn Arabî'nin felsefî düşüncelerine sığınıp varlıklarını devam ettirmişlerdir. Çünkü muhaliflerine rağmen halkın geneli tarafından olumlu tavırla karşılanmıştır onun bütün inanç ve özellikleri. Böyle olunca Sultanlar bile onun "Velî"liğini tescil etmek zorunda kalmışlar böylelikle halk desteğini sağlama veya devam ettirmek arzusu taşımışlardır. Halkı bu yanlış düşüncelerinden vazgeçirmek mümkün olamamıştır. Zira keramet veya hikmet inançları altında İbn Arabi'yi inanç, düşünce ve bakış açılarında yücelttikçe yüceltmişler "Biz bu kıt aklımızla onu eleştiremeyiz" inancına sahip bir halde, bulundukları durumu devam ettirip. eleştirilere kulak asmamışlardır. Böylelikle o "Kıt akıllarıyla" yanlışın takipçisi ve savunucusu fonksiyonunu üstlenmişlerdir.
Sonuç itibariyle Vahiy İslâmı ne derse desin, bâtiniliği kesin olan ve İslâm dışı özellikler temel karakteri olan İbn Arabî tarihin ve insanın ürünü olan Kültür İslâmının bünyesinde yerini almıştır. Kültür İslâmı'nın kendine yol ve ölçü kabul edenler için kendilerine bağlanılması ve uyulması gereken en önemli kişi kabul edilmiştir.
Kur'an veya Sünnet ne demiştir, bu insanlar için hiç önemli değildir. Önemli olan İbn Arabî veya benzerlerinin ne dediğidir. Onlar varken Kuran ve Sünneti düşünmek kimin haddine (!)
Kaynakca
(1) Üç Müslüman Bilge,S. Hüseyin Nasr, S. 113,114,172;
El-Fütuhat el-Mekkiye, İbnul Arabi,Yay. Haz; Prof. Dr. Nihat Keklik, 2 cilt, (İbn Arabinin eserinden fragmentler biçiminde hazırlanmış) İUEF. Yayınları. S. 2/A-3, 2/B-409-411
(2) Ortaçağda Müslümanların Yaşayışı, Ali Mazeherî, S. 204
(3) Fütuhat, 2/A-58.
(4) ‚Cehennem ehli, her ne kadar ateşte kalırsa da onların yanmalarından maksat haklarındaki gazap ve elemi kaldırmak içindir ki bu da Rıza’dır.’ (Füsûs ul Hikem, Muhyiddin İbn Arabi, S. 324, Çev: Nuri Gençosman, MEB. Yayınları.)
(5) Fütuhat, 2/A-53, 69, 70-78, 79-84, 85, 92, 93-98, 99, 105-112, 119,
2/B-350-352; Üç Müslüman Bilge, S. 119.
(6) Fütuhat, 2/B-455; İşarî Tefsir Okulu, Süleyman Ateş, S. 169.
(7) Fütuhat, 2/A-113-118.
(8) Fütuhat, 2/A-ll.
(9) Fütuhat, 2/B- S. 404, 438 441, 462; Fusûs, S. 37-41; İslâm Felsefesi, Ord. Prof. Hilmi Zira Ülken, S. 248; Uç Müslüman Bilge, S. 124; İşarî Tefsir Okulu, S. 287, 288.
"Allah, insan-ı kamil'in dış suretini âlem'in hakikatleriyle suretinden, bâtınî çehresini de kendi sureti üzere inşa kıldı... Bu ilim, ancak Peygamberlerin ve Velîlerin sonuncusuna verilmiştir. Bu ilmi, Nebî ve Resullerden görebilenler ancak Hâtem-i nübüvvet olan Hazret-i Muhammed'in ışığıyla görürler. Velîlerden görebilenler de ancak (onun mirasçısı olan) son Veli’nin kandilinden müşahede ederler, hattâ Peygamber, o ilmi ne zaman müşahede etseler ancak Hatemi Velayet kandilinin ışığıyla görürler. Çünkü Resüllük ve Nebi'lik yani şeriat kurmak keyfiyeti sona ermiştir. Velîlik ise asla nihayete ermez. Kitap ile gönderilen peygamberler aynı zamanda Velîlerden olduklarından bahsettiğimiz ilmi ancak Hâtem-i evliya ışığından alırlar... Âdem çağından son Nebî'ye varıncaya kadar tıyneti bakımından olan varlığı gecikse de nebilerden hiçbir ferd yoktur ki ilmini sonuncu Peygamber olan Hazret-i Muhammed'in ışığından almış olmasın. Çünkü O hakikati ile mevcuttur ve bu da peygamberin "Adem henüz su ile toprak arasında iken ben Peygamber idim" mealindeki sözü ile sabittir. Başka peygamberler ancak ümmetlerine gönderildikleri zaman Nebî olmuşlardır. Keza Velîlerin sonuncusu Hâtem-i Evliya da böylece Velî iken Âdem su ile toprak arasında idi... (Fusûs, 23, 37, 40, 41),
Ben Hâtem'ül Evliya Muhammed (İbnü'l-Arabî)'yim." (Fütuhat, 2/B-462)
"Gazalî açıkça şunu ifâde etmektedir: "Velîlik rütbesinin, nübüvvet rütbesinden daha yüce olduğunu kim iddia ederse, onu öldürmek bence yüz kâfiri öldürmekten daha sevimli bir iştir. Çünkü onun dine vereceği zarar daha büyüktür." (İbn Teymiye Külliyatı, 4. cild S.162)
(10) İslam Tasavvufunun Meseleleri, Prof. Dr. Erol Güngör, S. 95.
(11) Felsefenin Tekniği, Prof. Dr. Nihat Keklik, S. 63, 64.
(12) Üç Müslüman Bilge, S. 131.
(13) İslam, Prof. Dr. Fazlurrahman, S. 184, 185.
(14) Fütuhat, 2/B-405; Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi, İsmail Kara, 2/297-301; Türk Edebiyatı Tarihi, Ord. Prof. Dr. M. Fuad Köprülü, S. 122;
Hak’tan başka varlıklar, yahut alem adıyla anılan şey Hakk’a nisbetle bir şahsın gölgesi gibidir. Böyle olunca Masiva yani Allah'tan başka olan varlıklar Allah'ın gölgesidir. Bu (temsil) varlığın âleme nisbet edilmesinin aynıdır." (Fusûs, S. 139)
(15) Tilemsani’ye göre bu varlık aleminde hiç bir şekilde başka ve ayrı bir şey yoktur; kainat sadece Cenab-ı Hakk’ın sözleri ve kısımlarıdır; deniz içerisinde dalgaların, bina içerisinde odaların durumu neyse, aynen böyledir.(İbn Teymiye Külliyatı, 2. Cilt, S. 189)
(16) Fütuhat, 2/B-405.
(17) Cerrahoğlu, 2/9.
(18) Mezhepler Tarihi, Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, S. 558.
(19) 100 Soruda Tasavvuf, Abdulbaki Gölpınarlı, S. 89: Üç Müslüman Bilge, S. 129, 130; Teymiye, 2/181.
"Şu halde ilim sahibi kimse kime ibadet edildiğini, Allah'ın hangi suretlerde zahir olduğu için kendisine ibadet olunduğunu bilir ve anlar ki, şu çokluk ve ayrılık maddî suretlerde âza ve ruhanî mefhumlarda ruhî kuvvetler gibidir...
MUSA İŞİ HARUN'DAN DAHA İYİ BİLİYORDU. ÇÜNKÜ O, ALLAH'IN MUHAKKAK KENDİSİNDEN BAŞKALARINA KULLUK EDİLMEMESİNİ EMRETMİŞ OLDUĞUNU KAVMİ ARASINDA BUZAĞIYA TAPANLARIN NEYE İBADET ETTİKLERİNİ VE OLAN HER ŞEYİN ANCAK ALLAH’IN KAZA VE TAKDİRİYLE MEYDANA GELDİĞİNİ BİLDİĞİ İÇİN KARDEŞİ HARUN'A HİTAB ETMESİ HARUN'UN BU HAKİKATİ İNKÂRINDAN VE BUZAĞIYA TAPMA KEYFİYETİNİ KAVRAYAMAMASINDAN İLERİ GELMİŞTİ. Çünkü arif, Hakk’ı herşeyde gören, belki Hakk’ı herşeyin aynı bilen kimsedir...(Fususu’l Hikem, M. İbn Arabi, S. 62, 382)
Firavun’un mü’min olduğu iddiası için bkz: (Fusus, S. 422-36).
(20) Üç Müslüman Bilge, S. 131
(21) İslam Düşüncesinin Yapısı, Süleyman Uludağ, S. 164: 100 Soruda Tasavvuf, A. Gölpınarlı, S. 88.
Kaynak: Tevhid ve Değişim, Celaleddin Vatandaş
Sonraki sayfa»»