Hasan Feyzi’nin yazdığı ve Said Nursî’nin beğendiği şiirde şu iddialar yer alır:
“Cürmümüzle külhan gibi pürnârız,
Dert elinden hem her gün zâr u zârız.
Affet bizi madem sana hep yârız,
Ey nur-u rahmet-i âlem Risaletü'n-Nur!”
(Günahımızla külhanlar gibi yanarız
Dert elinden her gün inim inim inleriz.
Affet bizi madem sana yarız
Ey alemlere rahmet Muhammed’in nuru, Nur Elçisi!)
“ Gökler saldı belâ, yer verdi belâ,
Sarstı âfâkı bir acı vaveylâ,
Rahmet et âleme, ey nur-u Mevlâ!
Ey cilve-i rahmet-i âlem Risaletü'n-Nur!”
(Göklerden bela yağdı, yerden bela fışkırdı
Dört bir yanı acı çığlıklar sardı.
Acı bu aleme ey Mevla’nın nuru
Ey alemlerin rahmet Muhammed’in görüntüsü, Nur Elçisi!)
“Çevrildi ateşle bu koca dünya,
Bir cehennem gibi kaynadı derya.
Yetiş imdada ey şâh-ı evliya!
Ey bu zamanda rahmet-i âlem Risaletü'n-Nur!”.
Said Nursî, Hasan Feyzi’nin bir şiiri sebebiyle şu sözleri söylemiştir: “Risale-i Nur’un has şakirtlerinden ve eski öğretmenlerinden Hasan Feyzî, gayet samimî bir kanaatle ve kuvvetli bir itimatla ve derin bir ilimle ve parlak bir imanla ve Sikke-i Tasdik-i Gaybî'den aldığı ilhamla Risale-i Nur'un mahiyetini tarif ve o Nurun kaynağı ve esası olan Nur-u Muhammedî (a.s.m.) ve hakikat-i Kur'ân ve sırr-ı imanı tarif için bu kasideyi yazmıştır.
Burada geçen “Nur-u Muhammedî, hakikat-i Kur'ân ve sırr-ı iman” sözleri önemlidir. Kendisini Risale-i Nur’un hakiki ve manevi şahsiyeti sayması sebebiyle o, bu özelliklerin tamamını kendinde görmektedir. Bunlar Hakîkat-i Muhammediye inancına tam olarak uyar. Çünkü Hakikat-i Muhammediyenin, bütün peygamberlerin ve velilerin ledünnî ve bâtınî bilgileri aldıkları kaynak olduğu, Hak’tan gelen feyzin halka ulaşmasında aracı olduğu iddia edilir. Bu sebeple Said Nursî ve Risale-i Nurlar, hakikat-i Kur’ân, yani Kur’ân’ın aslı ve gerçeği sayılıyor ve sırr-ı iman, yani imanın sırrı kabul ediliyor. Hasan Feyzi bunu daha açık ifade eder:
“Dertlere dermansın, mahbub-u cansın,
Hem câmiü'l-esmâ ve'l-Kur'ân'sın,
Hem de nur-u Haktan bize ihsansın,
Ey bir rahmet-i âlem Risaletü'n-Nur!.
(Dertlere dermansın, sevgilisisin canın,
Hem Kur’ân’ı kapsarsın, hem isimlerini Allah’ın,
Hem de Hakk’ın nurundan bize ihsansın,
Ey aleme rahmet, Nur Elçisi!)
Hakikat-i Muhammediye, Muhammed aleyhisselamın tarihi şahsiyeti değildir. Buna inananlara göre o hakikat, her devirde değişen isim ve suretlerde peygamber veya veli olarak ortaya çıkar. Said Nursî kendisinin öyle olduğuna inanır. Onun sözleri şöyledir:
“Ben bu anda, seksen Said'in özü olarak ortaya çıkmışım. Onlar zincirleme şahsî kıyametler ve zincirleme tenasüh, yani ruh göçü ile çalkalanıp beni şu zamana fırlatmışlardır.
Şu Said yetmiş dokuz ölü ve bir konuşan canlının özetidir. Eğer zamanın suyu donup dursa ve farklı bedenlerde ortaya çıkan Said'ler birbirlerini görseler, ciddi farklılıklardan dolayı birbirlerini tanımayacaklardır. Ben o bedenlerin üstünde yuvarlandım; iyilikler ve lezzetler dağıldı gitti. Sıkıntı ve üzüntüler birikti kaldı. O konak yerlerinin her birinde ben bendim. Ölümümden sonra gelecek konaklarda da yine ben ben olacağım. Bu konak yerinde yani vücuttaki hücreler nasıl yılda iki kere vücuttan ayrılıyorsa ben de o şekilde elbise değiştiririm; yırtılmış Said'i atar, yeni Said'i giyerim.”
“Ben bu anda, seksen Said'in özü olarak ortaya çıkmışım” sözü önemlidir. Çünkü Tevrat’a göre Adem aleyhisselamdan Yakup aleyhisselamın ölümüne kadar 2413 sene geçmiştir. Yusuf aleyhisselam 110 yaşında, Musa aleyhisselam da 120 yaşında vefat etmişti. Yakup’tan İsa aleyhisselamın doğumuna kadar da toplam 1600 sene geçmiş olsa Yaklaşık 4000 yıl eder. Said Nursî 1960’ta vefat ettiğine göre ilk insandan onun ölümüne kadar 5960 sene geçmiş olur. Bunu seksene bölünce onun girdiği her bir bedenin ortalama ömrü 75 yıl eder. Bu sebeple sekseninci beden sözü, iyi düşünülerek söylenmiş bir sözdür.
Bu, reenkarnasyon inancıdır. Said Nursî kendinin daima en tepede olduğunu, kıyamete kadar da en tepede kalacağını söyler. Yani gelmiş büyük peygamberler ile her devirde ortaya çıktığı kabul edilen mürşit, müceddid, Mehdi ve gelmesi beklenen İsa odur. Risale-i Nurların konu ile ilgili ifadeleri şöyledir:
“Ol nurdan için Yûnus'u hıfz eyledi ol hût,
Ol nur ile kahreyledi hem kavmini ol Lût.
(O nurdan dolayı balık Yunus aleyhisselamı korudu.
Lut aleyhisselam kavmini o nur ile yok etti.)
Çok şahs-ı velî, nur ile hem etti kanaat,
Çok şahs-ı denî, nur ile hem buldu kerâmet.
(Çok sayıda evliya o nur ile ikna oldu.
Çok sayıda alçak insan, o nur ile keramete erdi.)
Derhal açılıp gökyüzü hem parladı ol nurdan gelen
Risâlei'n-Nur Hallâk-ı Rahîm eyledi mahlûkunu mesrur.
İkramı bol yaratıcı böylece yaratıklarını mutlu etti.)
Ol taze güneş, ülkeye serptikçe ışıklar,
Hep şâd olacak, şevk bulacak kalbi kırıklar.
Ey nur-u Risaletten gelen bir burhan-ı Kur'ân!
Ey sırr-ı Furkan'dan çıkan hüccet-i iman!
(Ey Peygamberlik nurundan gelen ve Kur’ân’ın delili
Sendin bize matlub, yine sendin bize mev'ud,
Sayende bugün herkes olur zinde ve mes'ud.
(İstediğimiz sen, bize söz verilen de sendin
Herkes senin gölgende güçlü ve mutlu Bugün)
Her an seni bekler ve sayıklardı bu dünya,
Hak kendini gösterdi, bugün bitti o rüya.
Bin üç yüz senedir toprağa dönmüş nice milyar
Mü'min ve muvahhid seni gözlerdi hep ey yâr!
Her hepsi de senden yana söylerdi kelâmı
Her hepsi de her an sana eylerdi selâmı.
Vallah, ezelden bunu ben eyledim ezber:
Risalei'n-Nurdur vallah o son müceddid-i ekber.
(Vallahi ezelden beri ezberimde olan budur
Vallahi en büyük müceddid Risalei Nur’dur.)
Affet beni ey affı büyük lütfu büyük Risalei'n-Nur!
Bir dem bile hem eyleme senden beni yâ Rabbenâ mehcur!
(Affet beni ey affı büyük lütfu büyük Nur Elçisi!
Ey Rabbimiz! Eyleme beni bir an bile senden mahrum birisi.)
Nur aşkına, Hak aşkına, dost aşkına ey nur!
Nurunla ve sırrınla bugün kıl bizi mesrur”.
Âciz, bîçâre talebeniz Hasan Feyzi
Nurcular Said Nursî’yi şöyle tanıtırlar:
“Bediüzzaman Said Nursî, Hicrî on dördüncü ve Miladî yirminci asrın minaresinin tepesinde durup, çağdaşları olan müslümanlara ve insanlığa bağırıyor ve bu asrın arkasında dizilmiş ve gelecek sıralarında saf tutmuş olan gelecek nesil ile en büyük mürşit ve en büyük müceddid olarak konuşuyor”.
Emirdağ Lâhikası (1), Mektup No: 71, c. II, s. 1725. Yazı sadeleştirilmiştir. Aslı şöyledir: “Gayet samimî bir kanaatle ve kuvvetli bir itimatla ve derin bir ilimle ve parlak bir imanla Risale-i Nur'un mahiyetini iki defadır tarif eden Risale-i Nur'un has şakirtlerinden ve ehemmiyetli eski muallimlerinden Hasan Feyzi'nin Sikke-i Tasdik-i Gaybî'den aldığı bir ilhamla Risale-i Nur hakkında ve o Nurun menbaı ve esası olan Nuru Muhammedî (a.s.m.) ve hakikat-i Kur'ân ve sırr-ı iman târifinde bu kasideyi yazmıştır.”
Şiirin tamamı için bkz. Sikke-i Tasdik-i Gaybî, c. II, s.2102-2103.
Said Nursî, İşârât, c. II, s. 2340. İfadeler sadeleştirilmiştir. Aslı şöyledir: “Ben bu anda, seksen Said'den telhis ile tezahür etmişim. Onlar müselsel şahsî kıyametler ve müteselsil istinsahlar ile çalkalanıp şu zamana beni fırlatmışlar.
Şu Said yetmiş dokuz meyyit, bir hayyı nâtıkın fihristesidir. Eğer zamanın suyu donup dursa, mütemessil olan o Said'ler birbirlerini görseler, şiddet-i tehalüften birbirlerini tanımayacaklardır. Ben onların üstünde yuvarlandım; hasenat, lezzat dağıldı kaldı. Seyyiat, âlâm toplandı, yüklendi. Nasıl ki şimdi o merhalelerde daima ben benim. Öyle de, mevtimle gelecek menzillerde de yine ben benim. Lâkin her senede şu menzilhanelerdeki zerrat, iki muhacereti umumî yaptığından, ene dahi libasını değiştirir, yırtılmış Said'i atar, yeni Said'i giyer”.