6:159 Dinlerini parçalayıp mezhep mezhep olanların, seninle (Hz. Muhammet’le) hiçbir ilgileri yoktur. Onların işleri ALLAH’a kalmıştır. Sonra yaptıklarını kendilerine haber verecektir.
Hicri üçüncü asırda, siyasi fırkalar ameli mezheplere dönüştüğü gibi, bu fırkalar kendi içlerinde de kısımlandılar. Dinin sabitesi yerinden oynatıldığı için bu boşluktan nemalanan pek çok âlim, kendisine has bir usul ortaya attı. Başta hadisler olmak üzere pek çok Kuran dışı kaynağı kendi kriterlerine tabi tutarak, onun üzerinden mezhebini bina etti. Böylelikle aynı anda yüzlerce İslam ortaya çıkmış oldu. İnsanlar bu İslam’ın neresinde olduklarını belirtebilmek için, metodunu takip ettikleri âlimin ismiyle kendilerini anar oldular. Hepsi kendi yollarının mutlak doğru olduğunu, diğerlerinin batıl olduğunu kendi içerisinde tutarlı bir şekilde ileri sürüyordu. Ancak hakikatten bir o kadar uzak olan bu yapılanma neticesinde İslam, gün be gün ALLAH’ın dini olmaktan çıkartılıp, kendilerinin de itiraf ettikleri gibi Hanefi’nin, Şafi’nin, Hanbel’in, Malik’in, Cafer’in, Zahiri’nin, Taberi’nin vs dini olmaya başladı. Mukallitler, kendilerini ALLAH’ın koyduğu “Müslüman” ismiyle anmakla yetinmeyip, imam belledikleri kişinin adıyla tanımlar oldular.
33:67 “Rabbimiz! Biz şeyhlerimize ve önderlerimize uyduk ve bizi yoldan saptırdılar.” derler.
Mezhep imamları, mezhebin usulünü kendi kişisel kanatlarına göre oluşturdukları gibi, gerektiğinde bu kaidelere uymak zorunda bile değildiler. En nihayetinde bu mezhep, kendilerinin babalarının malıydı. İstedikleri gibi kurallar koymakta özgürdüler. Zaten tescillenmemiş devasa hadis külliyatı, istedikleri fetvalar vermelerini oldukça kolaylaştırıyordu. Hatta gerektiğinde hadis uydurabilme şansları da vardı. Yaşarken böyle büyük bir yetki ve makama sahip olan mezhep imamları, öldüklerinde tamamen tartışılmaz tabu haline geldiler. ALLAH’ın kitabını-fetvalarını bile tartışan, gerektiği yerde tevil eden, sıkışınca da bununla yetinmeyip nesh eden kitle, bu cüreti mezhep imamlarına karşı gösteremedi.
3:103 Topluca ALLAH’ın ipine sarılın. Mezheplere bölünüp ayrılmayın…
“Mezhepsizlik dinsizliktir” propagandası tutunca, halkın dinle ilgili tek bağlantısı mezhepler kanalı oldu. Bir süre sonra takipçilerin Kuran’la bağlantıları kesildiği gibi, hadislerle de kesildi. Mukallide düşen yalnızca mezhep imamının kendisine sunduğu İslam’ı kayıtsız şartsız kabul etmek olmuştu. Doğal olarak mezhep imamı dinin yegâne kaynağı pozisyonuna ulaştı. Zaman hastalığı iyice kronikleştirdi. Her gelen nesil için mezhep imamı daha da büyük bir put oluyordu. Bu sırada menkıbeler dizilmekten de geri kalınmadı. Zaten imamını daha iyi pazarlayan mezhepler, bu vahşi rekabet ortamında hayatta kalabildi.
11’inci yüzyıldaki nizamiye pansünnist operasyonuna değin Şii, Mutezile ve Harici olmayan, yani teorik manada Sünni olan yüze yakın ameli mezhep vardı. Bunların en güçlü dört tanesi seçilerek halk onlarca küçük imam putundan kurtarılıp, panteonda sergilenen dört büyük, şaşmaz ve eleştirilemez putun hegemonyasına bırakıldı. İtikada dairse yalnızca Eşari’nin sözleri kabul edildi. Nitekim halkın payına hangi ameli mezhep imamı düşmüşse onun emirlerini mutlak surette yerine getirmesi gerekiyordu. Eşari’i efendinin ağzından çıkan her söz ise imanın şartı haline getirilmişti.
20’nci asırda batıya nakavt olunup modernitenin girmesine değin Sünni halk, mezhep imamlarının talimatları dışına çıkamamışlardır. Çıkmaya gayret gösterenlerse her türlü cebir, baskı, tecrit ve dayak gibi yöntemlerle pişman edilmişlerdir. Bu ateşten çemberi gözler önüne sermek için dört mezhep imamının, müzik ve tavla-satranç hakkındaki fetvalarını alıntılayalım:
İmam Malik, şarkı söylemeyi ve dinlemeyi yasaklar ve: "Bir kimse bir cariye satın alsa da cariye şarkıcı çıksa, bu alışverişinden dönebilir. Çünkü şarkıcılık bir kusurdur" dermiş. Yine Turpuştî'nin açıklamasına göre İmam Malik'e "Medine halkının ezgiye cevaz verişine ne dersiniz?” diye sorulmuş da:
"Biz Medine1ilere göre de şarkıya cevaz yoktur. Gerçekte bize göre şarkı söyleme ve dinleme işini sadece fasıklar yapar." cevabını vermiştir.
İmam Ebû Hanife’ye gelince, o da müziği hoş karşılamaz ve günahlardan sayar. Küfe ulemasının görüşü de böyledir. Süfyân, Hammâd, İbrahim ve Şa'bî, Küfe ulemasından bazılarıdır. Basra uleması arasında da müziğin haramlığı konusunda bir ihtilâf yoktur.
Musiki konusunda imamlar içerisinde en sert davranan İmam Ebu Hanife'dir. İmam Hanife taraftarlarının açıklamasına göre eğlenme kastıyla söylenen ezgileri dinlemek haramdır. Bu maksatla çalınan kaval ve defi dinlemek böyle olduğu gibi; bir sopayı ahenkli bir şekilde vurarak düzenli bir ses çıkarmak ve onu dinlemek de böyledir. Bu günahı irtikab edense fâsık olacağından şahitliği kabul edilmez. Hatta bu haramı helal sayarak ondan zevk almak küfürdür. Binaenaleyh istemeyerek kulağına böyle bir ezgi gelen kimsenin onu duymamak için elinden gelen çabayı sarf etmesi gerekir. İmam Ebu Yusuf'a göre bir evden çalgı ya da eğlence sesleri işitilse sahiplerinden izin almadan o eve girip bu sesleri kesmek icap eder. Çünkü nehy-i an el münker (kötülüğü önlemek) farzdır.
İmam Şafiî' de "Kitabu’l Kada" isimli eserinde müziğin mekruh olduğunu ve batıla benzediğini söylemiştir. Onun müziği haram saydığını çok yakından bilen taraftarları ise onun müziği helal saydığına dair yayılan haberlerin asılsız olduğunu söylemişlerdir.
İmam-ı Ahmed’e (Hanbel) göre ise müzik kalpte münafıklık duygularından başka bir duygu yeşertmez.
Çok açık ve net bir şekilde görüleceği üzere dört mezhep imamı da icmayla müziğin haram olduğunu belirtmişlerdir. İster halktan gizlensin isterse ilan edilsin bu gerçek değişmez. Bize en çağdaş, en yenilikçi mezhep imamı diye takdim edilen Ebu Hanife’nin gerçek yüzünü görmüşsünüzdür umarım. Aslında bu dört imamı da birbirinden merdanedir. Yalnızca diyanet kurumu kafasına göre dini ılımlılaştırdığı için, bizde Hanefilik ılımlıymış intibaı doğurmuştur. Numan efendiye göre; bir insanın tahtaya eliyle vurması ve bu sesi dinlemesi bile harammış. Yaşasaydı da sorsaydık; acaba kuşların, otomobillerin, rüzgârın ve ayağın sesi de haram mıymış? Ve bu haramı işleyenler de fasık olduklarından şahitlikleri bile kabul edilmeyecekmiş. Yani bir nevi menzileteyn durumu… Hanefi mezhebinin ikinci adamı Ebu Yusuf ise komşunun evinde eğer müzik sesi varsa izin bile almaya gerek duymadan bu sesi kapatmamızı buyuruyor. Yusuf’un babasının; para sesi, karı sesi ve su sesi hakkındaki değerli fikirleri nelermiş merak ettim doğrusu.
Bu emirlerin uygulama alanı kalmasa da Cüppeli Ahmet amcamız: “Bakınız kuş sesi cik cik cik” diyerek bizi bu gurbette katıla katıla güldürmekte. Youtube’da altına yazılan: “Senin cüppeni, senin sakalını, bıyıklarını, sesini öpeyim…” diye devam eden yorumlar ise vatan hasretimizi dindirmekte.
Müzik de aynen resim gibi hayatımızın her alanına girmiş bulunuyor. Aslında hep vardı ancak bu çağda ayrılmaz bir parçası haline geldi. Otobüste, okulda, filmde, telefonda, Televizyonda, yolda, evde yani her yerde.
Burada karşımıza iki uygulama çıkıyor: Birincisi, Sünni olmasına rağmen bunca hadis, içtihat ve fetvayı tınlamayıp kendi kafasından bunu helal ediyor. Bu ise kişinin dini hevasına göre değerlendirdiği ve hayatını güzelleştirmek adına bir dekor olarak kullandığı manasına gelmektedir. Bu gruptaki insanların tamamı samimiyetsizdir. Eğer mezhepleri hak olsa bile bu insanlar batıldadırlar. Zaten aynı vurdumduymaz tavrı, gerçek haramlara karşı da, eğer yaşamlarına müdahil oluyorsa sergilemekten hiç çekinmiyorlar. Gücümüze gidense %90’a yakın olan bu kitlenin kendi içtenliksizliklerinin bir benzerini bizde görmedikleri zaman kartal kesilip ehlisünnet müdafaacıları olmaları. Bu zümrede olanlar şunu bilsinler; eğer adam gibi mezheplerini uygulamıyorlarsa hiçbir temel üzerinde değillerdir. Karşımıza çıkıp konuşma hakkına da sahip değillerdir.
5:68 De ki: “Ey ehli kitap! Rabbinizden size indirilen Tevrat’ı ve İncil’i adam gibi uygulamadıkça hiçbir temel üzerinde değilsiniz. Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun küfrünü ve azgınlığını arttırır. O halde kâfir bir toplum için üzülme.
Karşımızdaki insanların en azından dürüst olmalarını beklememiz hakkımız değil mi? Eğer Kuran’da müziğin haram olduğuna dair en ufak bir işaret olsaydı kesinlikle musikinin her türlüsünü hayatımdan çıkarırdım. İstem dışı durumlarda ise kulağıma pamuk tıkardım. Tüm bu çabalarıma rağmen olur da müzik sesi işitirsem derhal ilk namazımda rabbime tövbe ederdim ve gayretimi, tedbirlerimi daha da arttırırdım.
İkinci grup ise müziğin haram olduğunu kabul edip, hiç oralı olmadan bu cürümü işleyenlerdir. Bu ikinci grupta en az birinci gruptakiler gibi kişiliksizdirler. Hem Müslüman’ım diyeceksin, hem de bir şeyin kesin haram olduğuna kanaat getirip hiç istifini bozmadan bunu yapmaya devam edeceksin. Böyle bir tavrın imanla hiçbir ilgisi yoktur. Bu tarz kişiler dini alaya almışlardır. Ne ahireti ne de ebediyeti beş dakika bile düşündüklerine inanmıyorum. Zaten aynı kişilerin bir süre sonra tüm kulluk vazifelerini terk ettiklerine şahit oluyoruz. Çünkü bir şeyin haram olduğuna inanan ve yapan, diğer haramları da kolaylıkla işleyebilecek psikolojik altyapısını oluşturmuştur. Elinde sigara, sigaranın haramlığını savunan; müzik haram diye gürlerken telefonu tealel bedru’yla çalan; bir kızı görmenin, (avret mahali değil), kadın sesi duymanın haram olduğunu söyleyip sevgili yapan… çok tatlı su mücahitleri gördük. Hasımlarımızın, yanlış yolda bile olsalar doğruyu arayıp sapanlardan olmasını dileriz. Sıffindeki mızrakçılar gibi batılı arayıp batıl üzerinde olanlardan illallah ettik.
2:44 İnsanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Ve kitabı da okuyorsunuz. Hiç mi akletmezsiniz?
Şimdi bu kıymetli(!) imamlarımızdan tavla ve satranç hakkındaki yorumlarını dinleyelim:
Sahih olarak rivayet olunan bir hadiste Resulullah (as) şöyle demektedir: "Tavla oynayan bilsin ki elini domuzun etine ve kanına batırmış gibidir." Bir başka hadiste, "Tavla oynayan, Allah'a ve Resulüne isyan etmiş demektir." diye buyurmaktadır. Ali b. Ebu Talib, satranç oynayan bir topluma rast gelince onlara: "Taparcasına kendinizi kaptırdığınız hu heykeller de ne oluyor?" diye sordu. Bir rivayette de şöyle deniyor: Hz. Ali satranç oynayanların satranç tahtalarını kafalarına geçirdi. Selef alimlerinden bir kısmı: "Satranç kumardan bir bölümdür. Allah Azze'nin kumarı haram kılması benzeri bir hüküm altındadır" diyorlar. Âlimlerin pek çoğu satrancın herhangi bir bedel karşılığı oynanması halinde haram olacağını belirtiyorlar. Ortaya konan bir bedel karşılığında oynanması durumunda Allah'ın haram kıldığı kumar ve fal okları hükmü içerisine girmektedir.
Dört mezhep imamına göre tavlanın herhangi bir bedel karşılığında ya da bedelsiz oynansın haram oluşu kesindir. Ama İmam Şafiî'nin bazı arkadaşları, tavlanın ortada bir menfaat (karşılık) olmaksızın oynanması durumunda haram olmadığını savunuyorlar. Şafiî, bir çok arkadaşı, imam Ahmet,(Hanbel) Ebu Hanife ve diğer İmamlar, "tavla ister herhangi bir bedel karşılığında oynansın isterse karşılıksız olsun haramdır" diyorlar.
Satrancı bu kabilden alan Malik, Ebu Hanife, Ahmet ve diğer imamlar onun tavla gibi haram olduğu görüşünü savunuyorlar. Hatta bu hususta hangisinin verdiği hüküm daha kesin diye tartışmalar olmuştur. İmam Malik ve bazı şahsiyetler: “Satranç tavla gibidir" diyor ve hükümlerini ona göre veriyorlar, imam Ahmet ise: “Satranç tavladan daha az kötü bir şeydir" diyor.
42:21 Yoksa onların ortakları mı var? ALLAH’ın izin vermediği dinsel kurallar oluşturan. Eğer ayrım sözü olmasaydı aralarında derhal hükmedilirdi. Zalimler için acı bir azap vardır.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 16/149-153; Ebu't-Tayyib Muhammed Şemsulhak Azimabâdî, Avnu'l-Mabud, XIII, 269-275 dan alıntı yapılmıştır.
Ayetin sünnetçileri ilgilendirmeyip kitap ehli ile alakalı olduğu sanılabilir. Ancak ayetin vurguladığı mesaj aynıdır. Kuran, Tevrat’ın ve İncil’in tahrif edildiğini belirtir. “Madem bu kitaplar tahrif edildi, o zaman neden Kuran, kitap ehlinin bu kitapları adam gibi uygulamalarını istiyor?” sorusu çok mantıklıdır. Cevabı bizim muradımızda bulmanız mümkün. Nasıl ki ben hadisin, sünnetin, icmanın, mezheplerin uydurma olduğunu alenen söylüyor ancak muhataplarımın eğer Sünnilerse dinlerini delikanlı gibi yaşamalarını bekliyorsam, Kuran da: “Madem Hıristiyansınız o zaman İncil’i adam gibi uygulayın, madem Yahudisiniz Tevrat’ın emirlerini savsaklamayın. Yoksa samimi de olmadığınız ortaya çıkar ve kaale alınmazsınız.” diyor.
Tatlı su mücahitleri; bu ayette sizi ilgilendirmiyor. Yahudilere gelmiş. Biz sadece spor olsun diye alıntıladık. Zaten iyi olan cennet ayetleri hep size kötü olanlarsa hep Yahudilere. O zaman ALLAH neden size azap ediyor? (5:18) hımm bu ayette Yahudilere gelmişti değil mi?
Bu ayeti sadece gelenekçilerin sahip çıkmadıkları yanlışlara hasretmiyoruz. İnandığı davayı yaşamayan herkes bu buyruğun kapsamındadır. Özellikle televizyonlara çıkıp Türkçe ibadeti savunan ancak abdestle namazla hiç mi hiç ilgisi olmayan modernistlerden uyuz olduğumuzu hatta nefret ettiğimizi söylemek isterim. Arkadaş! Size ne? Siz namaz mı kılıyorsunuz? Ha Türkçe, ha Fransızca sizi ne alakadar eder onun bunun namazı? Bir de ateist olduklarını ilan eden ancak “Kuran’da başörtüsü yazmıyor deyip” müçtehit havalarına yatanlar yok mu? Onları bir kaşık suda boğsak “of!” demeyiz.
Dr. Seyyid el-Cemili, Fetava-yı Resulullah, Şura yayınları:356-357
ALLAH, bu dünyada kul her ne günah işlerse işlesin, fevren cezalandırmayıp asıl ukubeyi mahşerde vereceğine dair söz vermiştir. (8:68; 11:110; 20:129; 42:14; 39:3) Ayet bu söze işaret etmektedir.
|