ANASAYFA

FORUM

HABERLER

ZİYARETCİLER

SORULARINIZ

KİTAP

EFENDİMİZ

NAMAZ

HİKMETLİ KİTAP

FİLİMLER


   
  Tevhid Nesli geliyor....
  MUHYİDDİNİ ARABİ VE NUH KAVMİ
 

MUHYİDDİNİ ARABİ VE NUH KAVMİ

Muhyiddin-i Arabi “Üçüncü Fas’ta” Allah’ın noksan sıfatlardan tenzih edilmesine karşı çıkıyor, kendisine gerekçe olarak ta Kuran’daki bazı ayetlere keyfi batıni manalar vererek delil getirmeye çalışıyor. Bundan da amacı Vahdet-i Vücûd görüşünü kabul ettirmeye çalışmaktır. Bu çerçevede olmak üzere Nuh kavmini örnek göstererek, aslında bunların putlara tapmakta haklı olduklarını, her şeyin Allah olduğu hesabıyla putlarında Allah olduğunu savunmakta, Nuh peygamberi haksızlık ve hilekarlıkla suçlamaktadır.
İşte sofist mantığı böyledir, bir taraftan Kuran’a dayandığı intibaını vererek, ayetlere yanlış ve ters manalar vermekte, diğer taraftan Kuran’da öğretilen en temel gerçeklere karşı çıkmak suretiyle, Peygamberi suçlayıp, putperestleri savunmaktadır. Böyle davranmakta da hiçbir sakınca görmez zira onun inancında zaten hakikat diye bir şey yoktur. Bundan dolayı bir sözün Kuran ayeti olması veya bir putperest tarafından söylenmiş bir söz olması arasında, hakikatin izahı yönünde Sofist için bir fark yoktur. Sofist için tek amaç yapacağı av ve bu avdan sağlayacağı dünyevi hasıladır. Bu hasıla maddi olabileceği gibi, övgü gibi nefsani moral içerikli de olabilir.

FAS III’de şöyle demektedir :

“III Fas, Nuh kelimesindeki Subbuhhi Hikmetin özü :”
“Bil ki hakikat erbabı nazarında Allah’ı Tenzih onu Tahdit ve Takyit etmektir. Hakkı tenzih eden kimse ya câhildir, ya edebi noksan kimsedir.”
“Şu hale göre mutlak tenzih yoluna sapan kimse farkında değildir ve zanneder ki doğru yolu tutmuştur. Hal bu ki o yolunu kaybetmiştir. Çünkü Hak için mahlukların hepsinde Zuhur yani belirme vardır. Her bir anlayışta Bâtın olan da yine O’dur. Şu halde Hakk’ın âlemin suretinden zahir olan şeye nisbeti bedeni idare eden ruhen surete nispeti gibidir.”
“Hakk’ı tenzih etmeyip teşbih eden kimsede böyledir. (ikisi arasını birleştirmek lazımdır diyor.) Sen Hakk’ın sureti ve Hak da senin ruhun olduğu cihetle sen Hak için cismani bir suret gibisin. O da senin cesedinin suretini sevk ve idare eden bir ruh gibidir.Şu hale göre de öğen de, öğülen de ancak O’dur.”
“O halde tenzih edersen onu bağlamış olursun, teşbih edersen onu mahdut kılmış olursun.”
“Eğer her iki emri birleştirir, yani teşbih ve tenzih arasını cem edersen doğru yolu bulr. İlâhi bilgide İmam ve Seyyidlerden olursun.”
“Bu hale göre sen Hak değilsin, belki sen O’sun ve sen onu aynı şeyde Mutlam ve Mukayyet olarak görürsün.
“Allah kendi zâtı hakkında ‘Leyse kemislihi şey’in dedi. Nefsini tenzih etti; O işitici ve görücüdür’ dedi kendisini teşbih etti.”
“İşte Nuh peygamberde kavmine bu iki davet arasını birleştirseydi elbette bu davete uyarlardı.”
“Nuh, kavminin halinden bahisle dedi ki, onlar davete uymak hususunda üzerlerine vâcip olan şeyi bildikleri için benim davetime karşı kulaklarını tıkadılar. Şu ifadeden Tanrı ârifleri Nûh’un kendi kavmini zemmederken (kötülerken) onları öğdüğünü anladılar ve Nuh’un bu davetinde

 Fürkan yani ayrılık olduğu için ona yaklaşmadıklarını bildiler.”


“O halde Nuh kavmini hile ile davet ettiği için kavmi de hile ile icabet gösterdiler.”
“Nuh’un kavmi yaptıkları hile ile (birbirlerine) İlâhe’nizi terk etmeyiniz; Vedd’ı, Suva’ı, Yegus’u, Yauk’u ve Nesr’i bırakmayınız dediler. Çünki onlar bu putları terk ettikleri vakit onlardan vazgeçtikleri nisbette Hak’dan câhil oldular. Çünkü Hakk’ın her bir Mâbud’da (putta) bir veçhi (yüzü) vardır. Onu bilen bilir, bilmeyen bilmez...Böyle olunca her Mâbud’da (putta) Allah’tan başkasına ibadet olunmadı. Olgun ve ergin bir kul der ki, sizin İlâhınız ancak tek bir İlâhtır. Şu hale göre O nerede belirirse ona kulluk edin. Takva ehlini müjdele, çünkü onlar İlâh dediler. Tabiaat demediler. Nuh kavmi, aralarında bir çoklarını dalâlete düşürdüler, yani tek olan ilâh’ın çeşitli yönlerini ve nisbetlerini saymak hususunda halkı şaşırttılar.”
“Kül (’tabiat’ her şey) Allah için ve Allah ile ve belki ancak Allah ise de.”
“Sen yere gümüldüğün vakit O’nun içindesin, O senin zarfındır.”
(Fusûs ül-Hikem, Milli Eğitim Bakanlığı 1962 baskısı ve 1992 yılı baskısı, çev. Nuri Gencosman, Fas. III den alıntılar.)

Muhyiddi-ni Arabi’ni bu iddialarını Kur’an’la karşılaştırırsak, Kur’an’dan ne kadar uzak ve karşı olduğunu görürüz, şöyle ki:
Allah konusun da, “Bil ki hakikat erbabı nazarında Allah’ı Tenzih, onu Tahdit ve Takyid etmektir. Hakk’ı tenzih eden kimse ya câhildir, ya edebi noksan kimsedir.” demesi çok sapık bir iddiadır. Allah’ı noksanlıklardan tenzih etmek, Kuran’da “Sübhan” kelimesiyle ifade edilmektedir, bu kelimenin manası; Allah’ı her türlü kusur, ayıp ve eksikliklerden tenzih etmek, yani bu tür noksanlıkların Allah’ta olamayacağını ifade etmektir. Örneğin; Allah’ın zülüm etmeyeceğini, hastalanmayacağını, ölmeyeceğini, uyumayacağını, unutmayacağını v.s. Gibi hususları kapsayan bir sözdür. Muhyiddi-i Arabi’nin bu gibi hususları, Allah’ın zatı için kabul etmeyenleri, câhillik ve edep noksanlığıyla itham etmesi, ancak kendisine yakışan bir husustur. Aynı zamanda karşı çıktığı bir Kuran öğretisidir. Kuran’dan mealen :

- O, öyle Allah’tır ki kendisinden başka hiçbir İlâh yoktur. O, mülkün sahibidir, eksiklikten münezzehtir, selâmet verendir, emniyete kavuşturandır, gözetip koruyandır, üstündür, istediğini zorla yaptıran, büyüklükte eşi olmayandır. Allah, müşriklerin ortak koştukları şeylerden münezzehtir.
59/23

Görüldüğü gibi, Allahı, Allah’a yakışmayacak vasıflardan tenzih etmek, Kuran’ın öğretisidir ve doğru olan da budur. Muhyiddi-i Arabi’nin, Kuran’a karşı çıktığı açıktır.


Ayrıca, Muhyiddi-i Arabi’nin Vahdet-i Vücûd görüşünü savunmak için. “Hak için mahlukların hepsinde Zuhur yani belirme vardır.” - “öğen de, öğülen de ancak O’dur.” - “sen O’sun” - “Hakk’ın her bir Mâbud’da (putta) bir veçhi (yüzü) vardır. Onu bilen bilir, bilmeyen bilmez...Böyle olunca her Mâbud’da (putta) Allah’tan başkasına ibadet olunmadı.” - “Sen yere gömüldüğün vakit O’nun içindesin, O senin zarfındır.” gibi ifadelerle putlara ilâhlık atfetmekte ve aslında putlara tapanların Allah’a taptıklarını iddia etmektedir. Bu ise daha önce de belirttiğim gibi, Kuran’ın tevhid yani Allah’ı tekbir İlâh kabul etme öğretisine ters bir anlayıştır.


Ayrıca, Muhyiddi-i Arabi’nin, “Allah kendi zâtı hakkında ‘Leyse kemislihi şey’in dedi. Nefsini tenzih etti; O işitici ve görücüdür’ dedi kendisini teşbih etti.” demesi, Muhkem olan ve 42 şûra 11 ayetinde belirtilen “Allah’ın mislinin olmaması” yani eşi benzeri dengi olmaması hususuyla, benzerlik bakımından müteşabih olan, Allah’ın işitici ve görücü olma hususunu kullarınkiyle bir sayarak sanki yaratıkların görme ve işitmesiyle, Allah’ın, görme ve işitmesini aynı şeymiş gibi muhkemleştirerek, Allah’la kullar arasında eşitlik kurmaya çalışıyor, böylece yaratıklarda Allah gibidir iddiasında bulunuyor.

 

Halbuki, Allah’ın görme ve işitmesi kainata hakkıyla vakıf olması, hiçbir şeyin hiçbir özelliğiyle ondan gizlenememesi demektir, haliyle bu kapsama görme ve işitme de girmiş olur fakat bu kulların görme ve işitmelerinden ayrıdır. Allah’ın görme ve İşitmesiyle, kulların görme ve işitmesi hiçbir surette bir birlerine misil olamaz, misil olarak düşünmek kulları Allah’a ortak koşmak demektir. Bundan dolayı özellikle, Allah’ın zatı konusundaki muhkem ayetleri esas almadan, kesinlikle müteşabih ayetlere mana verilmemelidir. Aksi bir davranış, Kuran’a uygun olmuş olmaz

 

Muhyiddi-i Arabi’nin, dolayısıyla sofistlerin şaşırtmalı, aslında aptalca mantıklarına dikkat etmek lazımdır.Örneğin; şöyle derler. Allah var mı, var. Yaratıklar var mı, var. Bunu dedikten sonra da. Var olma özelliğini esas alarak Allah’la yaratıkları bir sayar. Birisi çıkıp ta bunlardan birine, domuzlar var mı, var. Sen varmısın, varsın. O zaman sende domuzsun derse kabul etmez hemen red eder. Bunlar ise kainatla birlikte, kainatta bulunan her çeşit pisliği ilâh saymakta mahzur görmezler. “Sen yere gömüldüğün vakit O’nun içindesin, O senin zarfındır.” Sözleri, Kuran’a göre açıkça, Allah’a şirk koşmadır. Zaten kendiside bunu inkar etmeyerek, Nûh peygamberi suçlamakta ve putperestleri savunmaktadır. o putperestler ki, Allah onlara gazap ederek, Tufanla dünya hayatından yok etmişti; ve Kuran’da onlar için şöyle denmiştir, mealen :

- Andolsun Nûh’u da kavmine gönderdik: “Ey kavmim, dedi, Allah’a ibadet edin, sizin O’ndan başka İlâhınız yoktur. Doğrusu ben, sizi büyük bir günün azâbın(ın inmesin)den korkuyorum.”
7/59
- Kavminden ileri gelen bir cemaat dedi ki: şüphe yok biz seni apaçık bir sapıklık içinde görüyoruz.
7/60
- Dedi ki: Ey kavmim!. Ben de hiç bir sapıklık yoktur. Fakat ben âlemlerin Rab'bi tarafından gönderilmiş bir elçiyim.
7/61
- Size Rabbimin vahyettiklerini -dinine ait hükümleri- tebliğ ediyorum ve size öğüt veriyorum ve ben Allah Teâlâ'dan sizin bilmediklerinizi biliyorum.
7/62
- Yoksa size Rab'biniz tarafından sizden olan bir zat vâsıtasıyle -sizi korkutmak için ve sizin de sakınmanız ve rahmete erebilmeniz için- bir zikrin gelmesine mi şaştınız?
7/63
- Bunun üzerine onu yalanladılar. Biz de onu ve onunla beraber gemide olanları kurtardık. Ayetlerimizi yalanlayanı da suda boğduk. Çünkü onlar bir kör kavim olmuşlardı.
7/64

Sonraki sayfa»»

 
 
  Bugün 136 ziyaretçi bizimle...  
 
Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden