Peki, nedir o halde verilen kevser?
Bunu anlamak için, bu kısa surenin, o dönemde neye cevap olarak indiğine bakılmalıdır. O dönemde müşrikler Hz. Peygamber’in çıkışı ile birlikte şöyle laflar etmeye başlamışlardı:
“Muhammed bir maceranın peşine düştü. Tehlikeli sözler söylüyor. Etrafına üç beş genç, kadın, yoksul ve köle toplayarak Mekke’nin kurulu düzenine karşı geliyor. Putlara dil uzatıyor. Kendini tehlikeye atıyor. Böyle giderse yok olup gidecek. Bütün saygınlığını kaybedecek. “Bir baltaya sap olamadan”, boşu boşuna yaşamış olacak. Böyle yapmakla kendini harcıyor. Geleceğinden endişeliyiz, çok yazık olacak. Kendisi yokulup gittiği, söndüğü (ebter olduğu) gibi, etrafındakilere de çok yazık olacak…”
İşte bu tür iddialara karşı deniliyor ki: “Biz sana kevseri verdik. Sen onlara aldırış etme. Biz sana toplumda saygın bir yer verdik. “El-emin” olarak biliniyorsun. Muazzam bir ahlaka sahipsin. Doğruluk ve dürüstlük abidesi bir yaşantın var.Biz sana bunları zaten vermişiz. Asıl zenginlik budur. O sana karşı çıkanlar, böyle giderse bir yere gelemeyecek, sönüp gidecek diyenler var ya, işte onlardır asıl sönüp gidecek olanlar. Kin ve düşmanlıkla sana saldıranlardır asıl kökü kuruyacak olanlar. Şu halde sen bunlara aldırış etme. Allaha yönel (salat et) ve onların saldırılarına göğsünü siper et (nahr yap); bıkmadan, usanmadan ve asla yılmadan hak bildiğin yolda yürü…”
Demek ki ilk inen vahiylerde, önce “Çoğalma (tekasür) temenni etme” diye talimat veriliyor. Sonra “Biz “el-emin” olarak anılmanı sağlayarak sana zaten çokluk, bolluk, servet (Kevser) vermişiz ve vereceğiz. Göreceksin onlar yokulup gidecek, fakat senin adını milyonlar ağzından düşürmeyecek, insanlığın hayırla andığı bir makama geleceksin (makam-ı mahmud). Sonunda kazanan sen olacaksın, onlar değil.” denilmek suretiyle zenginlik ve çoğalmadan ne anlaşılması gerektiği açıklanıyor. Bütün insanlara yönelik olarak da “Bir zenginlik ve çoğalma yarışıdır (tekasür) oyalanıp duruyorsunuz. Mezarlarınıza girene kadar süren bir oyun ve oynaş…” denilerek, “Asıl zenginlik bu değil, bu ırgatlık, kölelik” demeye getiriliyor.
Her üç surede de kullanılan kelime aynı kökten geliyor (istiksâr, kevser,tekâsür). Buralardan zenginlikten ne anlaşılması gerektiğini, Hz. Peygamber’in neden bizim anladığımız anlamda zengin bir hayat sürmediğini, buna hiç tevessül etmediğini anlıyoruz.
Türkçe’de zengin kelimesi Farsça kıymetli, süslü, pahalı, değerli anlamına gelen “seng”den geliyor. Bu anlamda zengin (sengin) kıymetli, pahalı eşyaları olan, malı çok olan demektir. Hz. Peygamber’de bunların hiç birisi yoktu. Ama onda sıhhat, sağlık, tertemiz bir vicdan (ruh’l-kuds), ruh dinginliği, erdemli ve dürüst bir hayat, güvenilirlik (el-emin), sağlam bir irade, muazzam bir ahlak (hulg-i azim), asalet ve cömertlik (kerim), vefa, sözü namus bilme (sıdk) vardı… Tebüssüm sadakadır” dedi. Hiçbir savaşta kaçtığı görülmedi. Kendisinden bir şey isteyene hayır dediği vaki olmadı. Arkadaşlarının (sahabe) arasına karıştı. Kendisine taht yaptırmadı, yüksekçe bir yere oturmadı, din adamı kisvesine bürünerek kasılmadı. Dışardan bakıldığında onu diğerlerinden ayıramazlardı. Arkasından, sağından solundan korumalar gibi yürünmesini istemedi. “Bizde efendi kavmine hizmet edendir” diyerek arkadaşlarına su dağıttı. Nereyi bulursa oraya, hatta kapının eşiğine bile oturdu. “Kuru hurma yiyen bir kadının oğluyum” dedi.
“Bende sizin gibi bir insanım ancak bana vahyolunuyor” dedi. Yani bende sizin gibi insanım, eleştirilebilirim, yanlış yapabilirim, hata edebilirim dedi. Günde yetmiş kez tevbe ederdi. Birisine bir yanlışı olsa, bir nezaketsizlik yapsa hemen özür dilerdi, bağışlanma isterdi… Ve fakat böyle birisi öldüğünde bugünkü tabirle “beş parasız”dı. Peygamberlere varis olunmaz” dedi. Maddi hiçbir şey bırakmadığını söyledi. Eşleri çardaklı ev, hizmetçi vs. isteyince vahyin 11. talimatını hatırlattı; Ben buyum ve hiç değişmeyeceğim. Yığmak, biriktirmek yok. Eğer istiyorsanız sizi donatayım ve boşanalım dedi. Hayır buna razıyız dediler ve maddi hiçbir birikimi olmadan vefat etti.
Bugün milyonlarca insan onun ismini anınca elini göğsüne götürerek adını anıyor, salavat getiriyor. İşte kevser budur. Ebu Cehil ve Ebu Lehep gibi tefeci bezirganlar, mül mülk sahibi para babaları, ona kin ve düşmanlık besleyenler ise ya bilinmiyor ya da anıldığında lanetle anılıyor. İşte soyu kesilmek de budur.
Bakın, kervanlar, develer, katlar ve yatlar… Bunların hiç birisi mezara sığmadı, sığmayacak. Hiç birisini götüremezler. Güç sahipleri, yığanlar, biriktirenler, paylaşmayanlar, bölüşmeyenler, şu an egemen görünseler de, kökleri kurumaktan kurtulamayacaklar. İçine girdikleri açgözlülük yarışının ve biriktirme hırsının, hayatı çekilmez hale getirdiğini, giderek bir kaos ortamına ve cehenneme doğru yuvarlanmakta olduklarını kendi gözleriyle görecekler. Çaresiz, yine ebter olmaya mahkumdurlar.
El-eminler, erdemliler, dürüstler, hak ve adalet aşıkları, paylaşanlar, bölüşenler, şu an zayıf ve güçsüz görünseler de, bu kafayla bir yere gelemezseniz, sönüp gideceksiniz dense de, büyümeye, çoğalmaya devam edecekler. Allah’ın sevgi ve merhameti kevser olup üzerlerine yağacak. Baki kalan şu kubbede kazanan yine onlar olacak; bundan hiç şüpheniz olmasın. Allah vaadinden dönmez. Geçmişte olanlar, gelecekte olanların teminatıdır. Şurası unutulmamalı ki bütün maddi zenginlikler (istiksar, tekasür) ebterdir; soyu kesiktir, yok olucudur. Gönül, ruh ve ahlak zenginliği (kevser) ise ebedidir, kalıcıdır. Kur’an şöyle der: Baki olan iyilik, güzellik ve doğruluk için çalışmaktır. (Amelu’s-salihat).
Sonuç olarak istiksar, kevser ve tekasür kavramlarının birbirine bağlantılı bir şekilde ele alındığı bu surelerde, Hz. Pegambere yönelik “sana, sen” diye hitabedilen yerlere kendi ismimizi koyarak okuyalım. Aynı şeylerin bizim için de geçerli olduğunu göreceğiz. Çünkü bu sureler bütün canlılığı ile hayatın içinde yaşıyor.
“Yaşayan Kur’an” bu demektir…
Bilmiyorum belki çıkamam bir daha buraya
İşte sırtım; hakkı olan gelsin almaya
Hazırlan dedi Cibril, karardı mehtap
Geride birkaç kap ve bir Kitap
Hayır! Gidemezsin! Kim gitti derse vurun!
Hayyu la yemuttur yaşayan yerinize oturun!
Refik-i ala… Alemlere rahmetti, bu ahirdi dedik
Kara toprak bile anladı da
Bir insan anlamadı bizi.
R. İHSAN ELİAÇIK
recepihsan@yahoo.com
Sonraki sayfa»»