Kuran’a baktığımız zaman bu soruya hem müspet hem de menfi cevap vermemiz mümkündür. (3:23; 4:105; 5:44, 45, 47, 48, 49, 50; 6:57, 62; 6:144; 11:1; 12:40; 12:67; 13:37; 13:41; 17:46; 18:26; 28:70; 28:88; 40:12; 42:10; 43:44; 60:10) ayetlerinde hükmün yalnız ALLAH’a ait olduğunun altı çizilmişti. (3:79; 4:65; 5:42; 5:43; 5:44; 6:89; 12:22; 19:12; 21:74; 21:79; 26:21; 26:83; 28:14; 38:22) ayetlerinde ise pek çok peygamberin isimleri anılarak onlara da hüküm verildiği belirtilmiştir. Kuran terminolojisine aşina olmayanlara bir çelişki varmış gibi gelecek olan bu durumu, hükmün mahiyetine bakarak algılayabiliriz.
Kuran’daki pek çok kelime, birden çok kavramı aynı anda ifade eder. Kâfir, kitap ehli, salât, zekat, resul, cennet, Kuran vs gibi örnekler sıralanabilir. Bazılarında çok küçük nüans farkları olabileceği gibi, kelimenin tamamen farklı bir anlama bürünmesi de olasıdır. İnsanlığın konuştuğu her dilde çok tabi olan bu tekniği Kuran’ın da kullanmış olması kimseyi şaşırtmamalı. Nitekim ALLAH, bizimle bizim çeşitli süreçler geçirerek oluşturduğumuz diller aracılığıyla konuşmuştur. Dil, doğuştan ilahi edinimimiz olarak kazandığımız bir olgu değil, bilakis insanlığın kendi gayret ve çabasıyla ortaya çıkardığı bir araçtır. Dolayısıyla Kuran dili Arapçayı ne ALLAH oluşturmuştur ne de Kuran, insan ürünü bu dil kaidelerinden bağımsızdır. Kelimelerin bağlamlarına göre anlamlar kazanması ve eş sesli olarak kullanılabilmeleri tüm insan ürünü dillerde olduğu gibi Arapçada da oldukça yaygındır. Özellikle belagatin zirvesindeki Kuran, bu yönteme oldukça sık başvurmuştur. Bu vesileyle içerisinde kavram barındıran kelimeleri ve ayetleri algılamamız için Kuran bütünlüğünü gözetmemiz gerekir.
Kitabımızın ana gündemini oluşturan “hüküm” kavramına bir göz atınca ne demek istediğimiz kolaylıkla kavranacaktır. Hüküm: Kabataslak bir ifadeyle belirli bir konuda yargı verenin aldığı kararlardır. Hayatın her alanında milyarlarca farklı insan milyonlarca konuda hükümler vermektedir. Örneğin; bizim milyar kelimesini kullanmamız bile kendi dimağımızdaki bir hükmün-kararın sonucudur. Böylesine farklı varyasyonları içerisinde barındıran bir terimin, her hal ve koşulda tek manaya gelebileceğini zannetmek yalnızca basiretsizliktir.
Kuran’da bahsedilen hüküm kavramı birbirlerinden sarp bariyerlerle ayrılmış kısımlara ayrılır. Bunlar:
1- Dinde hüküm: Kitabımızın başından beri detaylıca anlattığımız gibi “Hüküm yalnız ALLAH’ındır.” Yani dinle ilgili ALLAH’tan başka kimsenin herhangi bir tasarrufta bulunma lüksü yoktur.
2- Mahşerde hüküm: Mahşer, Kuran’da din günü olarak tanımlandığı için “maliki yevmi’d din” olan ALLAH’tan başka kimsenin etkinliği söz konusu bile değildir. ALLAH, hepimizi hak ile yargılayacak ve adilce hükmünü verecektir.
3- Dünyada hüküm: Okyanus kadar engin bu konuyu iki ana bölmeye taksim edebiliriz. Yalnızca kendimizi bağlayan kişisel kararlar ve üzerinde tasallutumuz bulunanlar arasında ulaşmış olduğumuz yargılar.
Bu bölümde, dini alana en çok temayüz eden peygamberler ve hüküm kavramını ele alacağız. Peygamberlerin misyonu bölümünde de değindiğimiz gibi, nebiler; kendilerine doğru işleriyle sınırlı olarak itaat etmemiz gereken mutlak önderlerdir. (60:12) Ulak, toplumunun yalnızca dini alanında değil siyasi boyutunda da tartışmasız lideridir. İsterse bayrağı, toprağı, ordusu hatta para birimi olan bir devlet olunsun, isterse yalnızca küçük bir getto oluşturulabilsin bu birliğin her türlü karar mekanizması imam olan peygamberin eliyle yahut kontrolüyle gerçekleşir. Peygamberleri yalnızca uhrevi alana hapsetmek ve dünyevi hiçbir projeksiyonlarının bulunmadığını belirtmek, özellikle günümüzde oldukça yaygınlaşmış bir sapmadır.
Konuya son ve Kuran peygamberi Hz. Muhammet özelinden bakacak olursak; Resulullah’ın (sav) bu fonksiyonu sonuna kadar icra etmiş olduğuna şahit oluruz. Mekke’de hükmünü sınırlı bir alanda icra etmek durumunda kalmış olan peygamberimiz, Medine İslam Devleti kurulunca büyük bir hareket alanına kavuşmuştur. Medine İslam Devleti kurulduğunda Hz. Muhammet (sav), yürütme ve yargı erkini eline almıştır. Yasama ise Kuran’ın yani ALLAH’ın tekelindeydi. Ancak Kuran’ın serbest bıraktığı alanlarda Nebi, devlet başkanı olduğu için maslahata ve şartlara binaen çeşitli kurallar koyabiliyordu.
İşte asıl sıkıntı burada başlamaktadır. “Peygamberin kendi döneminde gerek devlete dair gerek toplumsal olarak koyduğu kurallar, ondan sonraki nesilleri bağlar mı bağlamaz mı?” sorusu hep tartışıla gelmiştir.
Hz. Muhammed (as), işlevi farklı pek çok karakteri bünyesinde barındırır. O, öncelikle ALLAH’ın elçisidir. Bu vasfı onu tarihi bir konu olmaktan çıkarıp dinin ana meselesi haline getirmiştir. Sonra Medine İslam Devletinin Başkanı, Fatma annemizin Babası, Hatice, Ayşe, Hafsa… annelerimizin Kocası, Ali ve Osman’ın Kayınbabası, Mescidi Nebevinin İmamı, Kureyş toplumunun bir Azası, Medine İslam Devletinin Yargıcı, gibi pek çok sıfatla tanımlayabiliriz. Nitekim bu sıfatların getirisi olarak binlerce hüküm vermiştir.
Efendimizin uygulamaya geçirdiği kararları iki şekilde kategorize etmek mümkündür: Birincisi; ALLAH’ın Kuran’da yasa olarak indirip peygamberin uyguladıkları, ikincisi ise Kuran’da hakkında herhangi bir hüküm olmayan konularda Resulün koyduğu kurallardır. Birinci alanda Elçi de dâhil olmak üzere kimsenin seçim hakkı yoktur. İşittik ve itaat ettik denilmelidir. Kuran’ın tüm muhkem ayetleri bu ligdedir. Kıyamete kadar bu konularda kimsenin farklı eylemlere gitme seçeneği yoktur. Nasıl ki elçi dört dörtlük bir şekilde Kuran’ı yaşamışsa bize düşen de budur. Yani muhkem ayetleri peygamberden farklı algılayan, yorumlayan ve uyarlayan batıl yola düşmüş demektir. Peygamberin muhkem ayetleri nasıl yorumladığını ve uyguladığını öğrenmek için tek geçerli kaynak vardır; o da Kuran. Resulün Kuran’ı nasıl uyguladığını öğrenmek için Kuran’dan başka kaynaklara yönelmek oldukça gülünç olsa gerek. Zaten apaçık ve detaylı olması sebebiyle Kuran, bu konuda sıfır tereddüt içerir. Örneğin; peygamberimiz, Her sabah Kuran okumuş, iyiliği emrederek kötülükten sakındırmıştır. Ramazan ayında oruç tutmuş, namazdan önce el ve yüzünü yıkamış, baş ve ayaklarını da mesh ederek namaza durmuştur. Hırsızların elini kesmiş, zina edenlere de 100 sopa vurmuştur. Dişe diş, kana kan, cana can kısas uygulamış, haccı ise malum aylarda yerine getirmiştir.
Her ne kadar rivayetler, peygamberimizin Kuran’ın bu muhkem emirlerinin hilafında eylemlerde bulunduğu yalanlarıyla dolu olsa da, güneş gibi olan bu gerçek üç beş iftiracının balçıklarıyla asla sıvanamaz. Resulullah’ın Kuran’ın aksi istikametinde bir yaşam sürdüğünü nakletmek, yeryüzündeki en büyük ifk hadisesi olsa gerek.
Ancak toplumun düzenlenmesi, ortaya çıkan bazı müşküllerin çözümlenmesi ve çeşitli maslahatlar edinilmesi gibi gerekçelerle, Medine İslam Devletinin başkanı olan Efendimiz, Kuran’da bahsedilmeyen pek çok kurallar da koymuştur. Bu, oldukça olağan bir durumdur. İnsan tabiatı gereği medeni bir varlıktır. Her türlü kurum ve kuruluşta asayiş ve düzenin sağlanabilmesi için koşullara özgü yönetmelikler getirmek olmazsa olmazdır.
Devlet Başkanı olan Elçinin koymuş olduğu bu nizamlara, eğer Kuran’la çelişmediği sürece (ki bu ihtimal söz konusu elçi ise yaklaşık eşit sıfırdır.) tebaanın uyması gerekir. Hukuku çiğnemek günahtır. Resmi otorite dilerse kurallara uymayanlara karşı yaptırımlara gidebilir. Ancak bu kanunlar gelir geçer normlardır. Zamanlar üstü bir yapıya sahip değildirler. Resmi otorite dilerse bunları kaldırabilir, değiştirebilir, geliştirebilir ve de yenileyebilir.
Peygamberimizin Kuran’da serbest bıraktığı alanlarda koymuş olduğu kurallar hep bu statüdedir. Tarihi vesikalara ihtiyatla yaklaşmakla beraber, bizzat Resulün kendi değiştirdiği yahut selefleri tarafından yürürlükten kaldırılan pek çok Peygamber kuralı vardır. Mesela; hicretin ilk senesinde Hz. Muhammet (as), Ensar’ın hurma ağaçlarını aşılamalarını yasaklamış, sonra ise bu yasağı kendisi uygulamadan kaldırmıştır. Gene peygamberimiz içki içenlere 40 sopa cezası vermiş, bu ukubeyi Halife Ebubekir’de aynen korumuş, ancak Hz. Ömer 80 sopaya çıkarmıştır.
Misallerden de görüleceği üzere, bu kurallar toplumda belirli bir faydayı uman devlet kararlarıdır. Hurma aşılama meselesi günümüz modern devletlerinin binlerce detayı içeren tarım yasalarının küçük bir numunesi niteliğindedir. Nasıl ki günümüz devletleri belirli kurallar koyuyorsa, elbette ki Medine İslam devleti de benzer tutum içerisine girmek zorundaydı. İçki konusunda ise; tüm sarhoş ediciler Kuran’da açık bir şekilde haram edilmiş şeytan işi bir pisliktir. (5:90) Ancak ALLAH, bu kınanmış ameli yapanlara devletin ne gibi ceza vereceğini buyurmamıştır. Dolayısıyla İslam devleti, ana gayesi halkın bu illetten uzaklaşması olmak üzere çeşitli yaptırımlara gider. Lakin bu yaptırımlar şartlara göre değişir. Aynen koşulların değişmesiyle Hz. Ömer’in değiştirdiği gibi. Bu cezanın illa ki sopa olmasına da lüzum yoktur. Hapis, para cezası ve hak mahrumiyeti de olabilir. Yahut devlet hiçbir ceza da vermeden bilinçlendirme kampanyasıyla ve vergileri arttırarak da çözüm yoluna gidebilir. Ya da alkollü araç kullanımını ve açık alanlarda içki tüketimini engelleme gibi caydırıcı önlemler yürürlüğe konulabilir.
Örnekten de görüleceği üzere, bu hükümler ALLAH’ın yasaları olmadıkları için zamanlar üstü değillerdir. Bağlayıcılığı yalnızca muayyen alanlarla sınırlıdır. Kuran’ın emri olmadıklarından haram ve helal konusuna girmezler. Çiğneyeni günaha sokacak kurallardır. Oysaki peygamberimizin dahi kendi kendisine bile haram koyabilme yetkisi yoktur.
66:1 Ey peygamber! Ne diye eşlerinin hoşnutluğunu kazanmak için ALLAH’ın helal kıldığını kendine haramlaştırıyorsun? ALLAH bağışlayıcıdır, merhametlidir.
|