Hz. Osman'ın şehid edilmesiyle başlayan iktidar mücâdelelerinde Hz. Peygamber'e nispet edilen bazı sözlerin, olaylara taraf olan veya olaylar karşısında tarafsız kalmaya çalışan kişiler tarafından savunma aracı olarak kullanılmış olma ihtimâli de söz konusudur. Hâdiselere kendi çıkarları istikâmetinde yön vermek isteyen bazı kimselerin, kendi tavırlarının Hz. Peygamber tarafından onaylandığını ifâde eden rivâyetlere sarılmaları ve haklılıklarını bu şekilde ortaya koymaya çalışmaları mümkündür.[]
Böyle bir ortamda Hz. Peygamber'e isnâd edilen gelecekle ilgili bir takım haberlerin arkasında, Müslümanlar arasında cereyan eden tatsız olaylara mâzeret arama amacı da yatmış olabilir.[]
Hz. Peygamber'in savaşta kahramanlık gösteren bir kişi hakkında, orada bulunanların kanaatlerinin aksine, onun cehennemlik olduğunu söylemesi de[] gelecekten haber verme şeklinde değerlendirilmemelidir. Zîra, Rasûlullah'ın o kişiyi önceden tanıması ve hangi maksatla savaştığını fark etmesi, bu nedenle de şehîd olamayacağını belirtmiş olması mümkündür. O, bu tavrıyla amellerin niyetlere göre değer kazandığını mü'minlere öğretmeyi amaçlamış olmalıdır. Sonradan anlaşılacağı üzere o kişi, kavminin şerefini ve kendi yiğitliğini göstermek için savaştığını yaralı haldeyken itiraf etmiştir. Daha sonra da yaralarının acısına dayanamayarak intihar yolunu seçmiş ve Hz. Peygamber'in bu tespitini haklı çıkarmıştır.
Öte yandan "Rasûlü Ekrem'in gaybtan haber verdiğini ispat eden rivâyetler, tek tek ele alındığı zaman kesin bilgi ifâde etmeseler de, bu nevi haberlerin çokluğu, ayrı ayrı her olay hakkında olmasa da, onun gaybtan haberdâr kılındığının mânevî tevâtür derecesine ulaştığını gösterir"[] denilmektedir. Oysa burada unutulmaması gereken husus, Allah Teala'nın bildirdiği ölçüde Hz. Peygamber'in gayba vâkıf olabileceğidir. Zîra âyet-i kerime'de, "(yalnız) O bilir yaratılmışların kavrayış sınırlarının ötesindekini ve hiç kimseye açmaz kendi erişilmez derinlikteki sırlarını, seçmekten hoşnutluk duyduğu elçisi hariç…"[] buyurulmaktadır.
Bununla birlikte, "aklın boyunu aşan müteşâbih âyetlerin bulunduğunu kabul ettikten sonra, âyetin geldiği kaynakla devamlı temas halinde olan bir Peygamber'in gayb ve benzeri konularda zamanla anlaşılabilecek hadisler söyleyebileceğini kabul etmemenin mantikî bir izahının olamayacağı" ifâde edilmekte ve "Hz. Peygamber'in gaybtan haber vermesinin mûcize olduğunu, Sahihayn ve diğer hadis kitaplarındaki cennet, cehennem, şefaat ve mi'rac gibi konularla ilgili hadislerin tamamını inkâr etmenin onun bu cephesini görmezlikten gelme anlamı taşıdığı" belirtilmektedir.[]
Bu ifâdeler doğru olmakla beraber, Hz. Peygamber'in gayb bilgisinin sınırını tespit etmenin mümkün olamayacağı da bilinmelidir.[] Dolayısıyla, hadis âlimlerinin isnad açısından tenkit ederek zayıf ya da uydurma kabul ettikleri gaybî hadislerin bilgi değerinin olmadığının kabul edilmesi ve bunların nakledilmesine dahî taraftar olunmaması gerekmektedir. Nitekim Mâturîdî, mucize ile desteklenen ve ismet sıfatına sahip olan Hz. Peygamber'in verdiği haberin kalbi tatmin eden en doğru haber olduğunu, ancak böyle bir haberin ondan sâdır olduktan sonra hata yapmaları ve yalan söylemeleri mümkün olan ve bu gibi özelliklerden korunduklarına dâir elde delil bulunmayan kişiler aracılığıyla geldiğini, bu nedenle bunların doğruluğunun araştırılması gerektiğini belirtmektedir.[]
Sahih hadislerin gaybla ilgili konularda bilgi vermesi mümkün ve câiz olmakla beraber, bazı gaybî hadislerin diğer haberler gibi metin tenkîdi açısından değerlendirilme şansları pek fazla değildir. Nitekim bazı hadisler vardır ki onlar isnâd sistemi açısından hadis âlimlerinin koyduğu ölçülere göre sahih kabul edilmektedir. Metin açısından ise insanların kendi akıl, mantık ve ulaştıkları bilimsel veriler ışığında değerlendirmeleri söz konusu olacağından bir takım tartışmaları da beraberinde getirmesi söz konusudur.[]
Aklın metafizik konuları anlamakta yetersiz kalması doğru olmakla beraber, imkan ve yeterlilik ölçüsünde aklî ve naklî deliller birlikte kullanılmak sûretiyle[] bu rivâyetler anlaşılmaya çalışılmalıdır. Bununla birlikte gaybla ilgili hadislerde mecâz unsurunun ağır bastığını da dikkate almak gerekmektedir. Zîra din, tabiatı gereği büyük ölçüde soyut kavramlar alanı olup bazı konularda sembolik anlatım kaçınılmazdır. Gayb konusunda sembolik dille ortaya konulan bazı dinî ifâdelerin, sağlanabilirliğe ve gerçeklikle karşılaştırılmaya esas teşkil etmeyeceği de açıktır. Bu itibarla, gayb dünyasıyla ilgili meseleler anlaşılmaya çalışılırken âyet ve hadislerin lafızlarının zorlanması ilmî ve sağlıklı bir yol değildir.[]
Netice itibârıyla Hz. Peygamber, kendisine bildirildiği kadarıyla geleceği bilmektedir ve onun bu bilgisinin sınırını tespit etmenin güçlüğü de ortadadır.
Ayrıca, Hz. Peygamber'in görevi gayb âleminin sırlarını açıklamak değil Allah tarafından kendisine bildirilenleri tebliğ etmektir.[]
O'nun bir müjdeci ve uyarıcı[] olarak bu vazîfesini hakkıyla yaptığı ise mâlumdur.
KAYNAK : Dr. Ahmet Emin Seyhan, Hadislerde Kıyamet Alametleri, s. 113-118
DEVAMI>>>